CEVAP
Yalancılık ne kadar kötüyse, doğruluk da o denli iyi, güzel ve faziletlidir. Peygamber efendimize olgunluğun alameti sorulduğunda (Doğru konuşmak ve doğrulukla iş yapmaktır) buyurdu. (İmam-ı Gazali)
Sadakat [doğruluk] hakkında İslam âlimleri buyuruyorlar ki:
(En güzel amel doğruluk, en çirkini de yalancılıktır.)
(Dünyada doğru insan görmedim diyen; eğer kendisi doğru olsaydı, doğru olanları bulurdu.)
(İslam dini, üç temel üzerindedir. Bunlar; hak, sadakat ve adalettir.)
(Bir insanda üç şey bulunmuş olduğu zaman, onun salih bir insan olduğu anlaşılır. Bunlar, nefsani arzulardan uzak olmak, Tanrı rızası için doğruluk, helal ve temiz yemektir.)
(Günahların içinde bocalayan kimsenin, doğruluğu bulması fazlaca zor olsa gerek.)
Her şeyin başı doğruluktur. Her işin düzen ve intizamı doğruluk iledir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şüphelilerden uzaklaş! Kuşku vermeyene sarıl! Doğruluk, sükun ve huzurdur.) [Tirmizi]
(Tehlikenin doğruluk içinde bulunduğunu görseniz de, hakikatı arayınız! Zira doğrulukta kurtuluş ve selamet vardır.) [İbni Ebiddünya]
(Doğru olan, iyi davranır, iyi davranan emindir. Güvenli olan Cennete girer.) [İmam-ı Ahmed]
(Şu üç şeyden biri kimde bulunursa, o kimse, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır: Yalan söylemek, sözünde durmamak, emanete hıyanetlik.) [Ebu Davud]
(Kıyamette fâsık-salih hepimiz pişman olacaktır. Fâsıklar fıskı bırakıp doğruluk ve takva suretiyle bulunmadıklarına, salihler ise daha fazlaca yakarma etmediklerine pişman olacaklardır.) [Feraid-ül fevaid]
Tam doğru, doğrusu sıddık olabilmek için:
1- Doğru sözlü olmalıdır. Fakirlik olmadıkça tarizli ve imalı konuşmamalıdır. Büyüklerden biri zalimlerden kaçıp, Habib-i Aceminin bir odasına girip saklandı. Zalimin zulmünden kurtulmak için yalan söylemek caiz olduğundan, (Soran olursa yok dersin) dedi. Birazcık sonrasında zalimler gelip sordular: (İçerde…) diye yanıt verdi. İçeriyi iyice aradılar. Bulamayıp oradan ayrıldılar. (Niye bu şekilde yaptın?) diye sordu. Habib-i Çömez, (Yalan söyleseydim, ikimiz de helak olmuştuk. Doğru söylemenin bereketiyle ikimiz de kurtulduk) diye yanıt verdi.
2- Doğruluk için niyette ihlas şarttır. Eğer davranışlarda nefsin arzuları karışırsa, bu niyetten ihlas kalkar. Bu kimse yalancı olur.
3- Azminde doğru olmalıdır. Sözgelişi, (Allahü teâlâ bana şu malı verirse yada şu makama geçersem, şu hizmeti yaparım) diyen kimse, o mala yada o makama haiz olunca, zaruretsiz sözünde durmazsa, azminde doğru değildir.
4- Verdiği sözde durmalıdır. Hazret-i Enes bin Malik anlatır: Amcam Nadr’ın oğlu Enes, Bedir harbinde Resul-i Ekremin yanında harbe katılamadığına fazlaca üzüldü. (Eğer Allahü teâlâ, beni bir harbe kavuşturursa, tüm gücümle savaşacağım) diye karar verdi. Ertesi yıl Uhud savaşına katıldı. Sad bin Muaz bunu görünce, (Ne o, nereye gidiyorsun?) diye sorduğunda, (Uhud dağının ardında Cennetin kokusunu aldım. Cennete gidiyorum) dedi. Öyleki savaştı ki, şehit olduğunda vücudunda seksenden fazla yara vardı. Bacısı, (Tanınacak hâli kalmamıştı. Sadece elbisesinden onu tanıyabildim) dedi.
5- Doğru iş yapmalıdır. İçi ile dışının bir olması adalettir. İçinin dışından iyi olması fazilettir. İçi dışına uymayan insana doğru denmez.
6- Tüm işlerde doğru olmalıdır. Hadis-i şerifte, (Kalbi doğru olmayanın imanı doğru olmaz. Dili doğru olmayanın da kalbi doğru olmaz) buyuruldu. (İbni Ebiddünya)
Büyükler buyuruyor ki:
Doğruluk emanettir. Yalancılık hıyanettir. (Hazret-i Ebu Bekir)
Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti benzer biçimde tatlıdır. Ondan azca kimse kurtulur. (Lokman Hakim)
Tanrı indinde en büyük hata, yalan konuşmaktır. (Hazret-i Ali)
Yalancı ile pinti Cehenneme girer. Fakat, hangisi daha derine atılır, bilmiyorum. (Şabi)
Doğru ile yalan, biri ötekini çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur. (Malik bin Dinar)
İçi dışına, sözü işine uymamak, nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır. (Hasan-ı Basri)
Eshab-ı kiram indinde yalandan daha fena bir şey yoktur. Zira, onlar, yalanla imanın bir arada bulunamıyacağını bilirlerdi. (Hazret-i Âişe)
İstikamet [her işte daimi doğruluk], kerametten üstündür. (Seyyid Abdülhakim Arvasi)
Hazret-i Lokmana, (Bu dereceye ne ile kavuştun?) diye sual ettiler. (Doğruluk, emanete riayet ve bana gerekmeyeni bırakmakla) diye yanıt verdi.
Seyyid Abdülkadir Geylani hazretleri, “Bu işe başladığınızda, temeli ne üstüne attınız? Hangi ameli esas aldınız da bu şekilde yüksek dereceye ulaştınız?” diye soranlara buyurdu ki: (Temeli doğruluk üstüne attım. Asla yalan söylemedim. İçim ile dışım bir oldu. Bunun için işlerim hep rast gitti.)
Tüm kötülüklerin esası yalandır. Peygamber efendimizin en sevmediği huydur. Yalan söylemek haramdır. Sadece üç yerde caizdir. Harpte, iki müslümanı barıştırmak için, hanımı ile iyi idame için.
Din düşmanlarının zararından korunmak yada müslümanları korumak için yalan söylemek caizdir. Zalimden, bir müslümanın bulunmuş olduğu yeri, malını, günahını saklamak caizdir. İki müslümanın, karı-kocanın arasının açılmasını önlemek için, malını korumak için, müslümanın sırrını, aybını meydana çıkarmamak için ve bunlar benzer biçimde haramları önlemek için yalan caiz olur, ölmemek için leş yemeye benzer. İyiliğe vesile olan yalan, fitneye sebep olan direkt makbuldür.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yalan üç yerde caizdir: Harpte, zira harp, hiledir. İki müslümanı barıştırmak için, birinden diğerine iyi söz getirmek. Hanımını yönetmek için.) [İbni Lal]
(Fena şeyler irtikab eden, bu tarz şeyleri gizlemeye çalışsın!) [Hakim]
Büyükler yalan söylemek gerektirme etmiş olduğu yerde, sözün manasını değiştirerek, doğru söylemeyi tercih etmişlerdir. Muaz ibni Cebel hazretleri, vazifesinden dönünce, hanımı (Bu kadar çalıştın, zekat topladın, bizlere ne getirdin?) dedi. O da, (Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim) dedi. O, Allahü teâlâyı kastetti. Hanımı ise, Hazret-i Ömer’in onu denetim eden birini gönderdiğini sandı. Hanımı, Hazret-i Ömer’in evine gidip, kızarak, (Muaz, Resulullahın ve Ebu Bekr-i Sıddıkın yanında güvenilir idi. Siz niçin onun peşine adam takıyorsunuz?) dedi. Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaz’dan işin aslını öğrenince güldü ve hanımına vermesi için ona bir miktar armağan verdi.
Her hakikatı her yerde söylememeli
Doğruluk ve doğru söz, dinimizin esasındandır. Fakat büyüklerimiz, (Sözün doğru olmalı, fakat her hakikatı her yerde söylememelidir!) demişlerdir. Yüce orta, köre kör, sağıra sağır demek uygun olmaz. Dünya ve ahirete yaramayan hakikatı söylemekte ise esasen yarar yoktur. Denizde su, ormanda ağaç, çölde kum olur) demek doğrudur. Fakat boş sözdür. Bu doğru söz insanların içinde beş on kere yeniden edilirse ona deli derler. Dokuz köyden kovulmamak için hakikatı dinimizin emrine uygun söylemelidir! Sözgelişi hırsız, ahlaksız, hain insan kötüdür. Bunu ıslah için (Sen ahlaksızsın) denirse kabul etmez. Dokuz köyde bu şekilde konuşursak, her köyden kovuluruz. İyi ahlakın güzelliği anlatılarak kötülükten vazgeçirmeye çalışılır.
(Yiğitlik ondur. Biri kaçmak, dokuzu asla görünmemek) sözünde bir pasiflik görünüyor benzer biçimde ise de, yiğitlik, kabadayılık değildir. Kavga çıkaran, baş yaran, belasından yanına varılmayan hiç kimseye yiğit denmez. Yiğit, haklı olduğu, gücü yettiği halde, affeden, intikam almayan, kavga etmeyen, iyi geçinen kimsedir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Yiğitlik, kahramanlık, pehlivanlık hasmını yenen değil, öfkesini yenendir.) [Buhari]Harpte düşman karşısında yürekli, fakat müslümanlar içinde mütevazı olmalıdır!
Rızktan kaygı etmemeli
Her şeyin başı doğruluktur. Her işin düzen ve intizamı doğruluk iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Doğru olunuz, doğruluk gerçeği, gerçek de Aden yolunu gösterir. Bir kimse doğruluktan ayrılmaz, doğruluğu düstur edinirse, Tanrı indinde o kimse sıddıklardan olur.) [Buhari]
Bir haramdan kaçmak, milyonlarca nafile ibadetten evladır. Günahtan kaçmak yakarma yapmaktan ilkin gelir. Bir hadis-i şerifte, (Oldukça azca bir günahtan kaçınmak, tüm cin ve insanların [nâfile] ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına gore ufak görünür. Bir ufak günahı yapmamak tüm cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, şundan dolayı nafile yakarma yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-un-nasıhin)
Rızktan kaygı etmemeli, bu yüzden doğruluktan ayrılmayıp haramlara düşmemeli. Rızk mukadderdir. Şu demek oluyor ki her insanın rızkı bellidir, artmaz eksilmez, rızkını almadan dünyadan ayrılmaz. İsteyene helalden gelir, isteyene haramdan. Gelen miktar aynıdır. Ecel de mukadderdir. Şu demek oluyor ki her insanın ömrü bellidir, uzamaz kısalmaz, vakti dolunca dünyadan ayrılır. Kaza ve alınyazısı, hayır ve şer, esasen imanın şartlarındandır. Peki, daha ne istiyoruz, niye şükretmiyoruz? Rızkımız belli, ömrümüz belli, başımıza gelenler Tanrı’tan. Artık dileyen şükretsin, dileyen de nankörlük.
Gencin biri Kâbe’de hep, Ey doğruların yardımcısı olan Tanrı’ım, ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Tanrı’ım, sana hamdü sena ederim diye yakarma eder. Bu durum her insanın dikkatini çeker. Biri, (Niçin hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir şey bilmiyor musun?) der. O da anlatır:
7-8 yıl ilkin gene Kâbe’de iken içi altın dolu bir poşet buldum. Tam 1000 altın vardı. İçimden bir ses (Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın) diyordu. Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil, başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada biri, (şu şekilde bir poşet gören var mı?) diye bağırıyordu. Çağırdım onu, iyi mi bir torbaydı, içinde ne vardı diye sormuş oldum. Torbayı tanım etti ve içinde 1000 altın vardı dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi.
Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri [köleyi] överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç fazlaca çalışkan, fazlaca edepli idi. Onu aldığıma fazlaca memnun olmuştum. Bigün onunla giderken karşıdan iki üç şahıs geliyordu. Genç bana dedi ki, (Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın, onlara 30 bin altından aşağıya satma) dedi.
O kişiler yanıma geldi, bu esiri bizlere satar mısın dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz dedim. İyi fakat sen bunu 30 altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz dediler. Öyleyse gidin pazardan alın dedim. Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar. 30 binden aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp gittiler. Ben o 30 bin altınla, işyerleri açtım, tecim yaptım, daha fazlaca varlıklı oldum. Bigün bana dostlar, fazlaca varlıklı bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim dediler. Ben de olur dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz içinde bir poşet dikkatimi çekti, kıza, bu nedir dedim. İçinde 970 altın var, babam Kâbe’de bunu yitirmiş, gören gence 30 unu vermiş. Kalanını da bana armağan etti, çeyizine koyarsın dedi. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş, vermese idim haram yoldan gelecekti, şimdi helal yoldan gene bana geldi.
Öyleki ise, haramı ateş bilip ona uzanmamalı, günah kazanmamalı.
İslam’ın adaleti
Rum Kayseri Herakliyus’un büyük ordularını perişan eden İslam askerlerinin başkumandanı Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri, zafer kazanılmış olduğu her şehirde adamlarını bağırtarak, Rumlara, Halife Hazret-i Ömer’in emirlerini bildirirdi. Humus şehrini alınca buyurdu ki:
(Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve Halifemiz Ömer’in emrine uyarak bu şehri de aldık. Hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibadetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmayacaktır. İslamiyet’in adaleti aynen size de uygulama edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı, müslümanları koruduğumuz benzer biçimde sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak suretiyle, müslümanlardan hayvan zekatı ve uşr aldığımız benzer biçimde, sizden de, senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.)
Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip, Beyt-ül-mal emini Habib bin Müslime teslim ettiler.
Herakliyus’un, tüm ülkesinden asker biriktirerek Antakya’ya hücuma hazırlandığı haberi alınınca Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük’deki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebu Ubeyde hazretleri şehirde memurların şu şekilde bağırmalarını emretti:
(Ey Hristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, Halifeden aldığım buyruk üstüne, Herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime desteğe gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beyt-ül-mala gelip, cizyelerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz, defterimizde yazılıdır.)
Suriye şehirlerinin çoğunda da bu şekilde oldu. Hristiyanlar müslümanların bu adaletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar. Luklarından ağladılar. Bir çok seve seve müslüman oldu. Kendi arzuları ile Rum ordularına karşı İslam askerine casusluk yaptılar.
İslam devletlerinin meydana gelmesi, yayılması asla, saldırmakla olmadı. Bu devletleri ayakta tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, inanç kuvveti idi ve İslam dininde fazlaca güçlü bulunan hakkaniyet, iyilik, doğruluk ve fedakârlık meziyeti idi. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Tanrı, adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya bakmayı emreder. Hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı men eder.) [Nahl 90]
(Ey inanç edenler! Bir millete olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olunuz!) [Maide 8]
Sözünün eri
İbrahim aleyhisselam, Allahü teâlâ bir oğul verirse, onu Tanrı için kurban edeceğini söylemiş oldu. Dileği hasıl olunca, sözünü yerine getirmesi rüyada bildirildi.
Hazret-i İbrahim, sözünde durup oğlunu kurban etmek istedi. Cenab-ı Hak, (İbrahim, hakkaten rüyasına sadakat gösterdi. Normal olarak bu açık bir imtihandı. Oğluna karşılık ona büyük bir kurbanlık koç fidye verdik. İhsan sahiplerini bu şekilde mükafatlandırırız) buyurdu.
Hazret-i İbrahim, Nemrud tarafınca ateşe atıldığında canı ile, Hazret-i İsmail’i kurban etmesi emredildiğinde evladı ile, ovaları kaplayan tüm sürülerini bağışlamakla da malı ile sınav edildi. Üç imtihanı da kazanmıştır. Kur’an-ı kerimde, (Sözünün eri İbrahim) diye övüldü. (Necm 37)
Bu şekilde sözünde durmak büyük fazilettir. Kur’an-ı kerimde, sözünde duranlar övülmektedir:
(Müminler içinde Tanrı’a verdiği sözde duran nice erler var.) [Ahzab 23]
(Normal olarak İbrahim, sadık bir Peygamberdi.) [Meryem 41]
(İsmail, sözünde sadık resul bir nebi idi.) [Meryem 54]
Hadis-i şerifte ise buyuruldu ki:
(Doğruluk iyiliğe, iyilik Cennete götürür. İnsan doğruluk ile Tanrı indinde, sıddıklardan yazılır.) [Müslim]
Hazret-i İbrahim, Cenab-ı Hakkın gönderilmiş olduğu koçu kurban etti. Peygamber efendimiz, Eshab-ı kirama, (Kurban kesmek, babanız İbrahim’in sünnetidir) buyurdu. (Hakim)
Bir önceki yazımız olan Dilenmek ve istemek başlıklı makalemizde dilenmek ve istemek hakkında bilgiler verilmektedir.