Sual: Bir ateist, (Tanrı’nın, beni dünyaya getirirken bana sormadığı, benim görüşümü almadığı hâlde, yaptıklarımdan beni sorguya çekmesi adalete aykırı değil midir?) diyor.
CEVAP
Adaletin ne işe yaradığını bilmediği için ateist bu şekilde konuşuyor. Allahü teâlânın adaletiyle kulların arasındaki hakkaniyet oldukça farklıdır. Bu yanlışlıktan dolayı, ateist işin içinden çıkamıyor ve kendisinin sorguya çekilmesini adaletsizlik sanıyor.
İnsanlar arasındaki hakkaniyet, bir âmirin, ülkesini yönetim için koyduğu kanunlar içinde hareket etmesidir. Zulüm ise, bu kanunun dışına çıkmaktır. Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, hâkimler hâkimi, her şeyin aslolan sahibi ve tek yaratıcısıdır. Üstünde bir âmiri, sahibi yoktur ki, Onu bir kanun altında bulundursun. Bundan dolayı, (Tanrı’ın yapmış olduğu şu iş, adalete uymuyor) denmez.
Adaletin bir başka tarifi ise kendi mülkünde olanı kullanmak anlamına gelir. Zulüm ise, başkasının mülküne tecavüzdür. Allahü teâlâ, kâinat ve içinde bulunan her şeyin yaratıcısı olup, Ondan başka yaratıcı bulunmadığına, hiçbir kimse, hiçbir şeye haiz olmadığına bakılırsa, Rabbimizin yapmış olduğu işler, asla kimsenin malına, mülküne saldırı değildir. Ne yaparsa yapsın, Onun yapmış olduğu işler için, (Adalete uymuyor) denmez. Yasak etmiş olduğu bir şeyi, sonrasında özgür bırakabildiği şeklinde, evvelde özgür etmiş olduğu bir şeyi de sonrasında yasaklayabilir. Mülk Onundur, dilediği şeklinde kullanır. Kimsenin bir şey sormaya hakkı yoktur. Canlı, cansız, insan ve hayvan hepsi Onun mülküdür. Dilediği şeklinde tutum eder. Bizlere konuşma hususi durumunu ve ateiste, bu iş adalete uygun değil diye düşünme kabiliyetini veren de Odur. Mülk Onundur. Her şeyi ve herkesi yoktan var eden Odur. (Şu şekilde yapanı Cehenneme, şu şekilde yapanı Cennete koyarım) diyerek imtihana soktu. Kazananı Cennete, kaybedeni Cehenneme atar. Aslına bakarsak sınav yapmadan da, istediğini Cennete, istediğini de Cehenneme koyabilirdi. Mülk Onundur, başkasının malına mülküne saldırı yok ki, adalete aykırı densin! Allahü teâlâ, yarattıklarının hepsini Cehenneme atsa, gene adaletsizlik olmaz. Başka birinin malını atmıyor ki, adalete uymasın. Fakat O acıma etmiş, (Şunları yapanı Cennete koyarım) demiş, bu da Onun bir ihsanıdır. Cehenneme atsaydı, bir şey diyebilir miydik, itiraz edebilir miydik? Ateist şeklinde itiraz edilse de ele ne geçerdi?
Allahü teâlâ dileseydi onu, kedi, köpek, domuz olarak da yaratabilirdi. (Niye beni hayvan yarattın?) demeye hakkı olmazdı. Bakkaldan çay ve şekeri alırız, kimi onunla çay içer, kimi de helva yapar, yer. Şekerin bir şey demeye hakkı var mı? (Ne diye falanca bakkaldan aldığını çayla içtin de, beni helva yaptın?) demeye hakkı olmaz. Madem şeker benim malımdır, mülkümdür, onu dilediğim şeklinde kullanırım. Başkasının, (Bu şekerle niye helva yaptın?) demeye hakkı olması imkansız.
Bir insan domates alır, bununla salata yapar, tuzlu yada tuzsuz yer, domates buna müdahale edemez. Çöpe atılsa da bir şey diyemez. Tüm meyve ve sebzeler böyledir. Hayvanlar da böyledir. Bir kimse, bir kuzuyu keser, kızartır, yer, sucuk yapar, köpeğe verir. Kuzu ona, (Niye o şekilde yaptın?) diyemez, şu sebeple mal onundur. Kuzuya sorsak, normal olarak (Beni kesme!) der. Yılana sorsalar, (Ben yılan değil, aslan yada insan olmak arzu ederdim) diyebilir. Yılanın, (Beni niye inek yaratmadın, beni niye hanım yaratmadın?) demeye hakkı yoktur.
Kölelik dönemlerinde insan kölesini istediği şeklinde çalıştırırdı. Köleye asla sorulmazdı. Sorulsa, niye çalışmak istesin, normal olarak hür olmak isterdi. İşte tüm insanoğlu da, Allahü teâlânın kulu, kölesidir. Yoktan yaratılmıştır. Köle iyi mi denileni halletmeye mecbursa, biz köleler de bizi yoktan yaratan Rabbimizin emirlerini yapmak zorundayız. Yapmam diyen şiddetli azaba düçar kalır. Meydana getiren ise sonsuz nimete kavuşur.
Allahü teâlânın, insanları yaratmadan ilkin de, yarattıktan sonrasında buyruk verirken de, hiç kimseye bir şey sorması gerekmez. Sorulsa, insan niye kul, köle olsun ki, hepimiz, (Ben hükümdar, hattâ Tanrı olmak isterim) der.
Kadının, (Beni niye hanım yarattın?), adamın (Beni niye adam yarattın?) demeye hakkı olmadığı şeklinde, asla kimsenin de, (Bizi niye yaratıp dünyaya getirdin, niye bu tarz şeyleri emrettin, niye bu tarz şeyleri yasakladın?) demeye hakkı yoktur. Bir buğday tanesini yaratmaktan âciz olan insan, kâinattaki her şeyi yoktan yaratan Tanrı’a karşı iyi mi bu şekilde konuşabilir?
Tanrı’a inanmıyorum diyen ateist, bir arpa, bir üzüm bir karınca yaratabilir mi? Öyleki ise inanmam demesi oldukça yanlıştır, yarın cezasını da ağır şekilde çekecektir. Kendi vücudunun yaratılışına, aya, güneşe bir baksa, çok büyük güce haiz bir yaratıcının bulunduğunu görür. Hazret-i Ali bir ateiste diyor ki:
(Biz inanıyoruz. Diyelim ki, senin söylediğin şeklinde yeniden dirilmek olmasaydı bile, inanıp yakarma etmekle bizim asla zararımız olmazdı. Bizim inancımız doğru olduğundan, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın.)
Ateist, her ne kadar, ateistim, kısaca hiçbir şeye tapmıyorum dese de, kesinlikle bir şeye tapıyordur. Nefsine, şeytana, aklına, malına, ilmine, gücüne kuvvetine, güzelliğine tapıyordur. Kitaplarda, (Tanrı’tan başka şeylere tapan, onlarla birlikte Cehenneme atılır) buyuruluyor.
Ateist ölünce, kendi inancına bakılırsa, yok olacak. İslamiyet’e bakılırsa ise, o Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden normal olarak, ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, küçük bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder? Hâlbuki âhiret yaşamı, küçük bir ihtimal değil, binlerce Peygamberin haber verdiği, apaçık bir gerçektir. O halde, birazcık aklı ve bilimsel olanın, Tanrı’a ve ahirete inanması gerekir.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin, bir ateiste verdiği cevabın bir kısmı şöyledir:
1- Günah işleyeceğin süre, Onun rızkını yeme! Rızkını yiyip de, Ona isyan doğru olur mu?
2- Ona asi olmak istersen, Onun mülkünden çık! Mülkünde olup da, Ona isyan layık olur mu?
3- Ona isyan etmek istersen, görmüş olduğu yerde günah işleme! Onun mülkünde olup, rızkını yiyip, görmüş olduğu yerde günah işlemek, uygun olur mu?
4- Can alıcı melek erişince, tevbe edinceye kadar izin iste! O meleği kovamazsın. Kudretin var iken, o ulaşmadan önce tevbe et! O da, bu saattir. Zira, ölüm meleği ani gelir.
5- Kıyamette, (Günahkârlar Cehenneme gitsin) denince, ben gitmem diyebilir misin?
Siz, yokluk diyarından, bu varlık âlemine, kendi isteğinizle gelmediğiniz şeklinde, oraya da, kendi isteğinizle gidemezsiniz. Gözleriniz, kulaklarınız, öteki organlarınız, girip çıktığınız tüm mahaller, özetle, ruh ve cesedinize bağlı tüm aletler, sistemler, hepsi Allahü teâlânın mülk ve mahlûkudur. Siz Ondan hiçbir şey gasp edemezsiniz! O görür, bilir, işitir ve her mevcud şeyi, her an varlıkta durdurmaktadır. Hepsinin idaresinden bir an gafil olmaz. Mülkünü hiç kimseye çaldırmaz. Emirlerine uymayanların cezasını vermekten de, aciz kalmaz. Bir hadis-i kudsi meali şöyledir:
(Ilkin gelenleriniz, sonrasında gelenleriniz; küçüğünüz, büyüğünüz; dirileriniz, ölüleriniz; insanlarınız, cinleriniz; en itaatli kulum olsanız, büyüklüğüm artmaz. Aksine, hepiniz, bana karşı duran, Peygamberlerimi aşağı gören, düşmanım olsanız, ilahlığımdan bir şey eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganidir, Ona hiçbiriniz lazım değildir. Siz ise, var olmanız ve varlıkta kalabilmeniz için ve her şeyinizle, hep Ona muhtaçsınız.) [Müslim]
Allahü teâlâ, vücut makinenizi işletip maksada bakılırsa kullanmanız ve istifade etmeniz için elinize teslim ediyor. Tüm bu tarz şeyleri, size ve iradenize ve desteğinize muhtaç olduğundan değil, mahlûkları içinde size ayrı bir mevki vererek, mutlu olmanız için yapıyor. Ellerinizi, ayaklarınızı, kullanabildiğiniz her uzvunuzu, arzunuza bırakmayıp da, yüreğinizin atması, kanlarınızın dolaşması şeklinde, sizden habersiz kullansaydı, her işinizde, zorla, refleks hareketleri ile, çolak el, kuru ayak ile yuvarlasaydı, her hareketiniz bir titreme olsaydı ne yapabilirdiniz Doğmadan önceki, doğduğunuz zamanki halinizi düşünüyor musunuz? Üstünde yatıp kalktığınız, yiyip içtiğiniz, gezip gezdiğiniz, dertlerinize ilaç, korkulara, sıcağa, soğuğa, açlığa, susuzluğa, yırtıcı ve zehirli hayvanların ve düşmanların hücumlarına karşı koyacak vasıtaları bulduğunuz şu yer küresi yapılırken, taşları, toprakları hilkat fırınlarının ateşlerinde pişirilirken, suyu ve havası, kudret kimya hanesinde imbiklerden çekilirken, siz nerede idiniz, ne içinde idiniz, asla düşünüyor musunuz? Bugün, bizim dediğiniz karalar, denizlerden süzülüp ayrılmış olduğu, dağlar, dereler, ovalar, tepeler yerleştiği süre, acaba neredeydiniz? Denizlerin acı suları, Hakkın kudreti ile buharlaştırılıp, gökte bulutlar yapılırken, o bulutlardan yağan yağmurlar, çakan şimşeklerin ve güneşten gelen kudret, enerji dalgalarının hazırladığı besin maddelerini, yanmış, kurumuş toprakların zerrelerine işletip, o maddeler, ışık ve ısı şuaları tesiri ile oynayıp titreşerek yaşamın hücrelerini yetiştirirken, nerede idiniz ve nasıldınız?