Anasayfa » Genel » Yaratıcı var demek yetmez

Yaratıcı var demek yetmez

Sual: Biri, (Hiçbir şey kendiliğinden olamayacağı için, fen ve teknik fazlaca ilerlemesine karşın bir karınca, bir domates bile yaratılamadığına bakılırsa, bu çok önemli kâinatın bir yaratıcısı olduğuna inanıyorum, fakat dinlere, peygamberlere, kitaplara ve âhirete inanmıyorum. Ben bir deistim) diyor. Bu hiç kimseye dinsiz denir mi?
CEVAP
Ateist
de, deist de‎, İslamiyet’e inanmayan dinsiz kimsedir. Deist, bir yaratıcı var söylediği hâlde, hiçbir dine ve peygambere inanmayan kâfir anlamına gelir. Nasreddin Hoca’nın, (Doğduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun?) söylediği benzer biçimde, (Ben öğrenciyim, fakat öğretmene, derse, imtihana inanmam) denir mi? Talebe ise, öğretmene, derse inanması gerekir. (Ben kanuna inanırım, fakat savcıya, mahkemeye inanmam) denir mi? Ortada bir kanun var ise, bunu hazırlayanlar var, onları tatbik eden mahkemeler var anlamına gelir. Bir kimse, mahlûk şu demek oluyor ki kul olduğuna inanıyorsa, kendini yaratan bir varlığın olduğuna da inanması lazımdır. Yaratıcıya inananın da, normal olarak Onun komut ve yasaklarına inanması gerekir.

(Yaratıcı var) demekle, Tanrı’a inanmak fazlaca farklıdır. Yaratıcı diye, heykel benzer biçimde, hiçbir şeye karışmadığı tasarım edilen hayâli bir varlığa inanmanın, kâfirlik bakımından, ateistlikten asla farkı yoktur. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri çeşitli dinler, peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bu tarz şeyleri kabul etmeyen, Tanrı’a inanmış sayılmaz. Tanrı’a inanmak, kendi tasarım etmiş olduğu bir hayale değil, bildirilen vasıflarda bir ilaha inanmak anlamına gelir.

Her peygamber, zamanındaki en ileri ilimlerde mucize göstermiş, Allahü teâlânın birer elçisi bulunduğunu kanıtlama etmiştir. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Musa aleyhisselam zamanında sihir fazlaca ileriydi. Büyücüler, Musa aleyhisselamın asasının büyük yılan olup, kendi sihirleri olan ipten meydana getirilen yılanları yuttuğunu görünce, bunun sihrin haricinde ve insan gücünün üstünde bulunduğunu anlayıp, derhal inanç ettiler… İsa aleyhisselamın zamanında, tıp bilimsel fazlaca ileriydi. Fazlaca hastalığa deva bulunmuştu. Hazret-i İsa erişince, tıp uzmanlarının tedavi edemediği hastalıkları iyileştirdi. Allahü teâlânın izniyle anadan doğma körlerin gözünü açtı. Ölüleri diriltti… ‎Muhammed aleyhisselam zamanında da, edebiyat, şairlik ve belagat sanatı en yüksek derecesine varmıştı. Resulullah, Kur’an-ı kerimi getirince bir çok, onun belagatinin icazı karşısında, bunun Tanrı kelamı bulunduğunu anlayarak, Müslüman oldu. (İsbat-ün-nübüvve)

Tüm peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere inanç etmelerini istemişlerdir. Hepsi Allahü teâlânın var ve bir bulunduğunu, sıfatlarını, sonsuz ahiret yaşamının, Cennetin, Cehennemin var bulunduğunu bildirmiştir. İman mevzusunda hiçbir farklılık yoktur.

Tarih incelenirse insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderilmiş olduğu bir rehber olmadan, kendi başlarına gidince, hep yanlış yollara saptıkları görülür. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var bulunduğunu, aklı yardımıyla anlamış oldu, fakat ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri işitmeyenler, yaratıcıyı ilkin etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan Güneş’i yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonrasında, büyük doğa güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanar dağları ve benzerlerini gördükçe, bu tarz şeyleri yaratıcının yardımcıları zannettiler. Her biri için bir fotoğraf, alamet halletmeye kalktılar. Bundan da putlar hayata merhaba dedi. Böylece, çeşitli putlar ortaya çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hattâ insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni vaka karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet geldiği vakit Kâbe’de 360 put vardı. Kısacası insan, bir, ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile Güneş’e ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı, bundan dolayı rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. (H. L. O. İman)

Görüldüğü benzer biçimde, (Yaratıcı var) demekle doğru yol bulunmuş olmuyor. Robot benzer biçimde bir ilah düşünüp, (Hiçbir şeye karışmaz) demek, ne kadar yanlıştır. Her asırda peygamberler gelmiş, mucizeler göstermiş, Tanrı’ın emirlerini bildirmişlerdir. Mucize göstermeyen peygamber olmaz. Yalandan (Peygamberim), (Resulüm) diyen kimseler normal olarak çıkar, fakat bunlar mucize gösteremez. Yalanları kolayca anlaşılır. Körün gözünü açmak, ölüleri diriltmek, parmağından suların akıp bir ordunun içmesi, aniden Mekke’den Kudüs’e gitmesi sonrasında da gökleri gezip gelmesi, cansızların ve hayvanların hitabı, rahat vakalar değildir. Bu tarz şeyleri sadece Tanrı’ın gönderilmiş olduğu peygamber yapar. Hâşâ peygamber yalan söylese Tanrı müdahale etmez mi? Bir âyet-i kerimede mealen, (Eğer o [Resul] bizlere atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helâk ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdı) buyuruluyor. (Hakka 44-47)

Şu hâlde, (Tanrı’a inanıyorum) diyenin, kitaplara ve tüm peygamberlere de inanç etmesi ve ibadetlerini yapması, haramlardan kaçması gerekir. İmanın altı şartından birine bile inanmayan inanç sahibi olması imkansız. (Ben yalnız Tanrı’a inanıyorum) demesi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Tanrı’ın varlığına inanmayan kimselerle, (Tanrı’a inanıyorum fakat âhirete inanmıyorum) diyen kimse içinde, âhiretteki durumu bakımından fark yoktur. İkisi de sonsuz olarak cehennemliktir. (Ben yalnız Tanrı’a inanıyorum) demek kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. (Yaratıcıya inanıyorum) söylediği hâlde, ebedî azaptan korkmamak ne büyük ahmaklıktır.

Hazret-i Ali, bir ateiste diyor ki: Biz âhirete inanıyoruz. Diyelim ki, senin söylediğin benzer biçimde yeniden dirilmek olmasaydı, inanıp yakarma etmekle bizim asla zararımız olmazdı. Ya bizim dediğimiz gerçek meydana çıkarsa, ki normal olarak çıkacak, o vakit sen sonsuz olarak azaba maruz kalacaksın.

Dinsiz kimse ölünce, kendi inancına bakılırsa, yok olacak. İslamiyet’e bakılırsa ise, o Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden normal olarak, ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, küçük bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder? Hâlbuki âhiret yaşamı, küçük bir ihtimal değil, apaçık bir gerçektir. Dünya yaşamı rüya benzer biçimde, âhiret yaşamı uyanıklık gibidir. Bu sebeple hadis-i şerifte, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruluyor. O hâlde aklı, bilimsel olanın, Tanrı’a ve Onun bildirdiklerine inanması gerekir.

İslamiyet’in koyduğu kurallar, yalnız âhirette değil, dünyada da rahat içinde yaşamaya sebep olur. Bir ateist bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat ve rahatlık içinde olur. Örneğin, bir eczanede yüzlerce ilaç vardır. Her ilacın kutusunda tarifesi vardır. İlacı, tarifeye uygun kullanan, yararını; tarifeye uymayan zararını görür. Yeni bir makine, aygıt yapım edilince, içine kullanım kılavuzu konur. O aleti icra eden, aletin sıhhatli çalışabilmesi için nelere dikkat edilmesi icap ettiğini bilir. İnsanları yoktan yaratan da, onun sıhhatli çalışabilmesi için ne yapması icap ettiğini normal olarak bilir. Kur’an-ı kerimde, (Yaratan asla bilmez mi?) buyuruluyor. (Mülk 14)

Öldükten sonrasında başına gelecekleri düşünmeyene, kendisini sonsuz tehlikeye atana akıllı denebilir mi? Kur’an-ı kerimin fazlaca yerinde, (Düşünmüyor musunuz?) diye uyarı edilmektedir. Bir hadis-i şerifte, (Akıllı, Tanrı’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır) buyuruluyor. (İ. Muhber)

Her insanoğlunun yapmış olduğu ibadetin faydası kendisinedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kim, [ibadetlerini yapar ve günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir.) [Fatır 18]

Bir âyet-i kerimede mealen (Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) buyuruldu. (Müminun 115)

Başıboş yaratılmayan insanoğlunun, ne yapması icap ettiğini, peygamberleri vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Son peygamber olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur’an-ı kerimdir. Kur’an-ı kerim fazlaca veciz olduğundan, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır.

Hadis-i şerifler de, öteki insanların sözlerine bakılırsa veciz olduğundan, bizlerin kolayca anlayabilmesi için Ehl-i sünnet âlimleri bu tarz şeyleri açıklamıştır. Bu, hekim ve eczacının ilacı hastaya verirken, aç karnına tok karnına, sabah akşam birer tane, suyla iç, sütle içme benzer biçimde tarifine benzetilebilir. İnsan niçin yaratılmıştır? Bir âyette mealen, (Cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım) buyuruluyor. (Zariyat 56)

Allahü teâlâ, kendisine doğru inanç edip emrine uyanın Cennete, inanç etmeyenin ise Cehenneme gideceğini bildirmiştir. İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, her insanın kendinedir. Maaşla çalışan bir hekim, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora ne ziyanı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın Tanrı’a bir ziyanı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanoğlunun yapacağı iş değildir. Her insanın yapmış olduğu ibadetin faydası kendisinedir. Kur’an-ı kerimde mealen (Kim, [ibadetlerini yapar ve günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir) buyuruluyor. [Fâtır 18]

(Asla kimsenin ibadetine Tanrı’ın ihtiyacı yoktur. İbadet etsek de etmesek de Tanrı’a bir faydası ve ziyanı yoktur) diye, yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına hekim, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora asla ziyanı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. Evet, doktora ziyanı olmaz, fakat kendine zarar vermektedir. Hekim, kendine faydası olduğundan değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Doktorun bundan asla ziyanı olmaz. Bunun benzer biçimde, (Tanrı’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçanların da, Cehenneme gitmeleri yadırganmamalı.

Dinsiz felsefeciler
Sual:
Bir dost, (Ben deistim, ateiste bakılırsa dinsiz sayılmam) derken, bir başkası da, (Ben agnostik inanca sahibim, ben de ateiste bakılırsa dinsiz sayılmam) diyor. Bunlar da dinsiz değil mi?
CEVAP
Bunlar Fransızca kelime ve tâbirlerdir. Ilkin bunlar ne demek onu açıklayalım:
Athéisme = ateizm, bir yaratıcıya inanmayan felsefe akımıdır. Bu dinsizlere, athéiste = ateist denir. Bu çok önemli tertipli hâlde olan her şeyin, kendiliğinden tesadüfen yaratıldığını sanan ve korumak için çaba sarfeden ahmak kâfirlerdir.

Déisme = deizm, bu kâinatın bir yaratıcısının bulunduğunu kabul edip, bu kâinattaki insanlara karışmadığını, onları başıboş bıraktığını zanneden felsefe akımıdır. Hiçbir dine inanmayan bu kâfirlere déiste = deist diyorlar.

Agnosticisme = agnostisizm, bir yaratıcıya yok denilemeyeceği benzer biçimde, var da denemez, görülmediği için bilinemez diyen felsefe akımıdır. Bu bataklığa girenlere agnostique = agnostik diyorlar.

Théisme = teizm, bu akım deistler benzer biçimde bir yaratıcıya inanırlar. Bunlara théiste = teist diyorlar. Deistlerden farkı, yaratıcının insanlık için dinler gönderdiğini söylerler. Brahmanizmin kolu olan budizme ve ateşe tapan Mecusilik benzer biçimde semavî olmayan dinlere de inanıyorlar. Ateistler, bu teistlere dinci diyorlar.

Müslümanlığın haricindeki tüm yollar, tüm “…izm”ler dinsizliktir.

Bir önceki yazımız olan Aşırı dincilik başlıklı makalemizde dincilik hakkında bilgiler verilmektedir.

Kontrol Et

Şık ve güzel giyinmek

Sual: Zenginin eski elbise giymesi uygun mudur?CEVAP Resulullah efendimiz, eski elbiseli birine, (Malın yok mu?) …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.