CEVAP
İstisnalar hariç, tüm fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen, ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanların bir karıncayı, bir kuşu, bir balığı yaratması mümkün değildir. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, oldukca intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlamış olur.
Cisimlerin yok olduklarını, başka cisimlerin meydana geldiklerini görüyoruz. Dedelerimiz, eski milletler yok olmuşlar, binalar, şehirler yok olmuş. Bizlerden sonrasında da başkaları meydana gelecek. Fen bilgimize bakılırsa, bu çok büyük değişimleri icra eden kuvvetler vardır. Tanrı’a inanmayanlar, (Bu tarz şeyleri doğa yapıyor. Her şeyi doğa kuvvetleri yaratıyor) diyorlar. Bunlara deriz ki, bir otomobilin parçaları, doğa güçleriyle mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiriyle bir araya yığılan çöp kümesi şeklinde bir araya yığılmışlar mıdır? Otomobil doğa kuvvetlerinin çarpmalarıyla mı hareket etmektedir? Bizlere gülerek, asla bu şekilde şey olur mu? Otomobil, akılla, hesapla, planla, birçok kimselerin, titizlikle emek vererek yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, düşünce yorarak, hem de trafik kaidelerine uyarak, sürücü tarafınca yürütülmektedir demez mi?
O her şeyi en güzel, en yararlı olarak yarattı
Allahü teâlâ her şeyi en güzel ve en yararlı olarak yarattı. Örneğin, yer küresini güneşten yüz elli milyon kilometre uzakta yarattı. Daha uzakta yaratsaydı, asla sıcak mevsim olmaz, oldukca soğuktan ölürdük. Daha yakın yaratsaydı, oldukca sıcak olur, hiçbir canlı yaşayamazdı.
Etrafımızı saran hava, hacmen % 21 oksijen, % 78 azot ve on binde 3 karbondioksit gazlarının karışımıdır. Oksijen hücrelerimize kadar girip, oraya gelmiş olan besin maddelerini yakarak, bizlere kuvvet, kudret veriyor. Oksijenin havadaki miktarı daha oldukca olsaydı, hücrelerimizi de yakar, tamamımız kül olurduk. Miktarı 21 den azca olsaydı, gıdalarımızı yakamazdı. Gene, hiçbir canlı yaşayamazdı.
Yağmurlu, şimşekli havalarda, oksijen azotla birleşerek, havada nitrat tuzları hâsıl olup, yağmurla toprağa iniyor. Bunlar, nebatatı [bitkileri] besliyor. Nebatlar da [Bitkiler de], hayvanlara, hayvanlar da insanlara besin oluyor. Görülüyor ki, rızkımız semada hâsıl olmakta, göklerden yağmaktadır. Havadaki karbondioksit gazı, dimağçedeki [beyincikteki] kalb ve solunum merkezlerini tembih ediyor, çalıştırıyor. Havadaki karbondioksit miktarı azalırsa, kalbimiz durur ve nefes alamayız. Miktarı artarsa boğuluruz. Karbondioksit miktarının asla değişmemesi lazımdır. Bunun için de, denizleri yarattı. Karbondioksit miktarı artınca, kısmi tazyiki de [basıncı da] artıp, fazlası denizlerde eriyerek, sudaki karbonatla birleşerek, onu bi-karbonat haline çeviriyor. Bu da, dibe çökerek deryaların [denizlerin] dibinde balçık tabakası hâsıl oluyor. Havada azalınca, çamurdan ayrılıp suya ve sudan havaya geçiyor. Tüm canlılar havasız yaşayamaz. Bunun için, havayı, her yerde, her canlıya emek vermeden, parasız veriyor ve ciğere kadar gönderiyor. Susuz da yaşayamayız. Suyu da her yerde yarattı; fakat susuzluğa daha çok tahammül edilmiş olduğu için, bunu arayıp bulacak, taşıyacak şekilde yarattı. İnsanlar, bu tarz şeyleri yapmak şu şekilde dursun görebilenlere, anlayabilenlere ne mutlu!
On tane taş ve kâinattaki sayısız seviye
Allahü teâlânın, sayamayacağımız kadar oldukca düzen ve uyum içinde, halk etmiş olduğu [yarattığı] sayılamayacak kadar oldukca varlıklar tesadüfen olmuştur diyenlerin sözleri cahilcedir. Şöyleki ki: Üstü birden ona kadar numaralanmış on taşı bir torbaya koyalım. Bu tarz şeyleri elimizde torbadan birer birer çıkararak, sırayla, kısaca ilkin bir numaralı, sonrasında iki numaralı ve nihayet on numaralı olacak şekilde çıkarmaya çalışalım. Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya uymadığı görülürse, çıkarılmış olan taşların hepsi derhal torbaya atılacak ve tekrardan bir numaradan adım atmak suretiyle çıkarmaya çalışılacaktır. Böylece, on taşı numaraları sırasıyla ard arda çıkarabilmek ihtimali on milyarda birdir. On tane taşın bir sıra dâhilinde dizilme ihtimali bu kadar azca olursa, kâinattaki sayısız düzenin tesadüfen meydana gelmesine imkân ve olasılık yoktur.
Gelişigüzel tuşlara basarak kitap yazılır mı?
Klavye ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir klavyenin tuşlarına gelişigüzel örnek olarak beş kere bassa, elde edilmiş beş harfli kelimenin Türkçe yada başka bir dilde bir mana ifade etmesi acaba ne aşama mümkündür? Eğer gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, bir mana ifade eden bir cümle yazılabilecek mi idi? Kaldı ki, bir sayfa yazı yada kitap teşkil edilse, sayfanın ve kitabın, tesadüfen belli bir mevzusu bulunacağını sanan hiç kimseye akıllı denilebilir mi?
Maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır
Cisimler yok oluyor. Bunlardan, başka cisimler meydana geliyor ise de, bu işte, yüz beş madde asla yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor denilirse, radyoaktif bozulmalar, elementlerin ve hatta atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü haber vermektedir; hatta Einstein adındaki Alman fizikçisi, bu dönüşmenin matematiksel formülünü ortaya koymuştur.
Cisimlerin, maddelerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Şu demek oluyor ki, bu şekilde gelmiş bu şekilde gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır anlamına gelir. Şu demek oluyor ki hiçbir şey yok iken, hepsi yoktan yaratılmıştır anlamına gelir. İlk, kısaca birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lazımdı; şu sebeple âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu oluşturan maddelerin daha ilkin var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan ilkin var olmaları lazım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var eğer olmazsa, sonraki de var olmayacaktır.
Sonsuz ilkin demek, bir başlangıç yok anlamına gelir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, kısaca, başlangıç olan bir varlık yok anlamına gelir. İlk, kısaca birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olması imkansız. Her şeyin daima yok olması lazım gelir. Şu demek oluyor ki, her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lazım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olması imkansız. Hepsinin yok olmaları lazım olur.
Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yoktan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekte olduğu anlaşıldı. Âlemin yoktan var edilmiş bulunduğunu, o ilk âlemden hâsıl ola ola, bugünkü âlemin var bulunduğunu anladık.
Âlemi yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadim olması, kısaca hep var olması, asla değişmeden, sonsuz var olması lazım geldiğini, Şerh-i mevakıf kitabı, uzun kanıtlama etmektedir. Kısacası şöyledir ki, değişmek, başka şey olmak anlamına gelir. Yaratıcı değişince, başka olur. Yaratıcılığı bozulur. Yaratıcının değişmemesi, hep aynı kalması lazımdır. Âlemin sonsuz olamayacağını anlattığımız şeklinde düşünürsek, değişmeyen yaratıcının kadim olması, sonsuz var olması lazımdır. Bunun için, asla değişmeyen sonsuz mevcud bir yaratıcı vardır. Bu asla değişmeyen bir yaratıcının adı Tanrı’tır.
Varlıklardaki düzeni düşünerek
Tıp ve fen bilgilerini iyi bilen, mahlûklardaki sanat inceliklerini, aralarındaki muhteşem bağlantıları gören ve anlayabilen aklı başlangıcında bir kimsenin, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, ebatlarına, ilmine, kudretine inanmaması mümkün değildir. İnanmayanın bilgisiz olması veya inatçı olması gerekir. Peygamber efendimiz, (Varlıklardaki düzeni düşünerek Allahü teâlâya inanç edin!) buyurmaktadır. Astronomi okuyup da, yerküresinin, Ay’ın, Güneş’in ve tüm yıldızların boşlukta dönmelerinde ve birbirlerinden uzaklıklarında bulunan düzeni, hesapları anlayanın imanı kuvvetlenir.
Dağların, madenlerin, nehirlerin, denizlerin, hayvanların, bitkilerin, hatta mikropların yaratılmasında çeşitli faydalar vardır. Hiçbiri boş yere, gereksiz yaratılmamıştır.
Bulutlar, yağmurlar, şimşekler ve yıldırımlar, yeraltındaki sular ve enerji maddeleri ve hava, özetlemek gerekirse her varlık, belirli hizmetler yapmaktadır. İnsanlar, bu sayısız mahlûkların, sayılamayacak hizmetlerinden bugüne dek pek azını anlayabilmiştir. Yaratıkları kavrayamayan insan aklı, bunların yaratanını iyi mi kavrayabilir? Onun büyüklüğünü birazcık anlayabilen İslam âlimleri, şaşkına dönerek, (Onu idrak etmek, anlaşılamayacağını anlamaktır) demişlerdir.
Ölüler iyi mi dirilir?
Kendilerine ateist denilen bazı kimseler, tüm kâinatın yoktan meydana geldiğini kabul ettikleri halde, yok olanların, ölülerin yeniden dirileceğini akılları almıyor. Ateistlere eskiden müşrik deniyordu. Bir müşrik, eline bir insan kemiği alır, Resulullah efendimizin yanına gelir, kemiği ufalayıp üfledikten sonrasında, meydan okurcasına (Ölülerin, dirilip mahşere geleceğini söylüyorsun. Bu çürümüş kemik, iyi mi dirilir?) diye sorar. Resulullah efendimiz, (Elbet, kâinatı yaratan Allahü teâlâ, onu canlandırır ve seni de öldürüp, diriltir ve Cehenneme sokar) buyurur. Sonrasında şu âyetler nazil olur:
(İnsan bilmez mi ki, biz onu bir damla nutfeden yarattık. O, apaçık düşman kesilip kendi yaratılışını düşünmeden bizlere karşı örnek getirmeye kalkışarak “şu çürümüş kemikleri kim diriltir” der. Ey Resulüm, de ki, o çürümüş kemikleri, asla yokken var eden, onu diriltir.) [Yasin 77- 79]
Dirilişi bildiren üç âyet-i kerime meali:
(Öldükten sonrasında bizi kim diriltir derler. De ki, sizi ilk kez yaratan Tanrı, can verip, diriltir. Bunun üstüne onlar sana alaylı bir tarzda başlarını sallayıp “Ne süre” derler. De ki, yakındır.) [İsra 51]
(Tanrı, ölüleri diriltir ve her şeye hakkıyla kadirdir. Kıyamet vakti de gelir; bunda elbet kuşku yoktur. Tanrı kabirlerdekileri diriltip kaldırır.) [Hac 7]
(O gün yer yarılıp, halk kabirlerinden hızlıca çıkar. Bu tarz şeyleri diriltip haşretmek bizim için kolaydır.) [Kaf 44]
Kâinatta tesadüflere yer yoktur
Sual: Evrende her şeyin kendiliğinden, tesadüfen olması mümkün müdür?
CEVAP
Bu detayları şu anda bilgisayarla yazıyoruz. Bu aletin kendiliğinden bulunduğunu, bir ustasının olmadığını söylemek kadar anlam ifade etmeyen söz olmaz. Kâinattaki öteki şeyler de böyledir. Bu çok büyük kâinat, tesadüfen olabilir mi? Rahat bir örnek verelim:
Bilgisayarın klavyesindeki tuşlara rastgele bassak, acaba anlamlı bir cümle meydana gelebilir mi? Peki bir sayfa yazacak kadar tuşlara rastgele vursak yada bir kitap olacak kadar tuşlara bassak, anlamlı, mevzusu olan bir kitap meydana gelebilir mi? Bunu biz yaparsak, anlam ifade etmeyen da olsa bir kitap dolusu yazı meydana gelir. Peki, klavye hiçbir tesir olmadan kendi kendine çalışıp, anlamı ve mevzusu olan bir kitap yazabilir mi? Elbet mümkün değildir.
Bir kayık yapmış olup denize açılmak istesek, ilkin odun bulmamız, sonrasında bundan tahtalar çıkarmamız, bu tarz şeyleri belli birer seviyede keserek çivilerle çakmamız gerekir. Sonrasında küreklerle çekerek istediğimiz yere gidebiliriz. Acaba tahta, çivi, keser, usta şeklinde şeyler olmadan, kayık kendiliğinden meydana gelir mi? Kendiliğinden istenilen yere gider mi? Şu demek oluyor ki, bir ağaç kendiliğinden oldu, kendiliğinden kesildi, kalaslara bölündü. Bu kalaslar kendiliğinden çivilenip kayık oldu. Bu kayık, kendiliğinden bir deniz buldu. Kürekler kendi kendine çekiliyor, kayık kendi kendine yüzüyor, rotasını biliyor ve istenilen yere gidiyor. Bunun olması mümkün mü? Elbet mümkün değildir.
Bugün robotlar yapılıyor. Çok önemli işler yapıyorlar. Bu kayık örneğini bir robot yapabilir; fakat bu robotu da bir yapanın olması gerekiyor. Şu demek oluyor ki kendiliğinden robot meydana gelmiyor.
Kitabın, kayığın, bilgisayarın tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen kimse, baştanbaşa bir sanat eseri olan bu çok büyük âleme tesadüfen yaratıldı diyebilir mi? Veya şuursuz, cansız doğa yaratmıştır diyebilir mi? Elbet diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz güçlü bir yaratıcının yaptığına şeksiz, şüphesiz inanmaya zorunlu kalır.
Kâinata bakılınca, her şeyin bir seviye içinde olduğu, hiçbir şeyin başıboş olmadığı görülür. İnsanların uzayda saatte 1600 km. hızla dönmekte olan, içi ateş dolu bir gezegen olan Dünyanın üstünde, yalnız yer çekimi gücüyle kalmış olarak yaşaması ne büyük bir harikadır. Bu harikayı tesadüfe bağlamak ne kadar yanlıştır.
İnsan kendine bakmış olduğu süre, bir damla sudan, göz, baş, kan, sinir şeklinde vücudunun tüm organlarının, akıl ve ruhunun yaratılmış bulunduğunu görür. Bunu kendisinin yaratmadığını, bir yaratıcının bulunduğunu zaruri olarak bilir. Tesadüfen çok büyük bir vücudun meydana geldiğini düşünmek akla da uygun olmaz. Vücuttaki organların yerli yerinde yaratılışını, hiçbir organda eksiklik ve fazlalığın bulunmayışını görür ve bu tarz şeyleri yoktan yaratanın kudretini anlamış olur. Eğer anlamaktan aciz ise, o kişinin oldukca ahmak olduğu anlaşılır.
Işık saçan Güneş, en uygun ısıyla bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyasal değişimler yaparak un, şeker ve daha nice besin ve ilaç maddelerinin meydana gelmesini temin eder. Oysa, dünya kâinat içinde ufacık bir varlıktır.
Güneş çevresinde dönen gezegenlerden meydana gelen ve içinde dünyanın da bulunmuş olduğu güneş sistemi, kâinat içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek oldukca sistemlerden yalnız biridir. Güneşin ışınlarının, 150 milyon km uzağındaki dünyaya sadece milyarda biri gelmektedir. Bir tek bu kadar bile arz-atmosfer makinesini çalıştırmaya yetmektedir. Şu demek oluyor ki tüm canlıların hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri mümkün olabilmektedir.
Güneşin sıcaklığı, yüzeyinde 5500, merkezinde ise 20 milyon dereceyi bulur. Bu ısının asırlar geçmiş olduğu halde, zaman içinde azalmamasını tesadüfe bağlamak mümkün müdür?
Dünyanın güneşe olan mesafesi, bizim ihtiyacımız olan sıcaklığı alacak kadar ayarlıdır. Eğer dünyanın güneşe olan uzaklığı daha çok olsaydı, dünyaya daha azca ışık gelir, soğuktan hiçbir canlı var olamazdı. Dünya, güneşe daha yakın olsaydı, bu sefer de sıcaklıktan hiçbir canlı var olamazdı. Buna rastlantı denebilir mi? Rastlantı diyebilmek için süper ahmak olmak gerekir.
Atmosferde bulunan su buharı, ışınım kaybından dolayı geceleri yeryüzünün aşırı ısısının düşmesini, sebze ve meyvelerin donmasını da önler. Geceyle gündüz içinde oldukca aşırı ısı farkı da görülmez. Toprak üstündeki su, ya buharlaşarak havaya geçer veya toprak altına sızarak, yeraltı sularını meydana getirir. Suyun en mühim deposu okyanuslardır. Dünyanın dörtte üçü suyla kaplıdır. Su bu kadar geniş alana yayılmakla kafi buharlaşmayı sağlar, yağış rejimini düzenler. Eğer, okyanusların dağılımı şimdiki şeklinde yaygın olmasaydı, yağmurda mühim seviyede bir azalma görülür, sonuçta, şiddetli bir kuraklık yargı sürerdi. Okyanuslardan buharlaşan su, yalnız okyanuslar üstüne düşmez. Su buharı olarak havaya karışır ve üst atmosferdeki güçlü rüzgârlarla dünya üstüne dağılır, böylece gereksinim duyulan rutubet, değişik bölgelere kadar ulaşır. Her bölge, azca yada oldukca suya, rahmete kavuşur. Bunlara rastlantı denebilir mi?
Her madde, ısınınca hacmi büyür, soğuyunca küçülür. Fakat su, +4°C den itibaren soğursa hacmi genişler. Suda bu özellik olmasaydı, deniz ve göllerde buz haline gelen su tabakası dibe çöker ve bu vaka 0°C ve daha düşük sıcaklıkta tekrarlanarak neticede suların buz tabakaları yığını haline gelmesine sebep olur, böylece buradaki tüm canlılar ölürdü. Suyun bu şekilde bir özelliğe haiz olmasına da rastlantı denemez. Suyun bu hususi durumunun de bir amaç için olduğu görülür. Bir gayeye hizmet eden sebebe rastlantı demek ahmaklıktan başka şey değildir.
En büyük iplik fabrikalarının, çağıl makinelerle yapmış olduğu ipek, minik bir ipek böceğinin yapmış olduğu ipek randımanının oldukca altındadır. İpekböceği şeklinde hangi çağıl yapınak, ağaç yaprağından sağlam kumaş yapım edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek yapım etmesini kim öğretmiştir? Buna rastlantı denebilir mi? Başka böceklerin hiçbiri bunu niye yapamıyor? Dünya kurulalı asırlar olması durumunda, ipek icra eden başka bir böceğe niye rastlantı edilmedi ki? Böcek değil, insan bile bu şekilde ipek yapamıyor?
Bir karıncayı, hatta bir buğday tanesini meydana getirmekten aciz olan kimsenin, her şeyi yaratan Allahü teâlâyı inkâr etmesi şaşılacak bir şeydir. İnkârcının ne kadar ahmak bulunduğunu gösterir.
Aynı toprakta yetişen limon ekşi, portakal tatlı olur. Topraktan aynı besin ve aynı suyu almış olduğu halde soğan acı, karpuz tatlı oluyor. Rengârenk çiçeklere, örnek olarak menekşeye bakılınca, çeşitli renklerin bir yaprak üstüne işlendiği görülür. Bu şekilde akıl almaz derecede muhteşem ve çok büyük eserleri hikmetli bir halde sadece sonsuz bir kudret sahibi yaratabilir. O da elbet Allahü teâlâdır. Bunu sadece süper ahmak olanlar inkâr edebilir.
Hayvanların özellikleri
Allahü teâlâ, sayısız hayvan yarattı. Bir kısmının zararından güvenli olmak, bir kısmının da insanlara itaat etmesi için, onlara akıl vermedi. Örneğin bir çocuk, bir koyun sürüsünü güdebilir.
Et yiyen hayvanların kolay avlanabilmeleri için, onlara sıçrama kabiliyeti, parçalayıcı dişler ve pençe kayra etti. Av yada polis köpeğini insanların menfaatine uygun kabiliyette yarattı. Bazı hayvanları binmeye ve yük taşımaya elverişli, bazılarının etinden, sütünden, derisinden, yününden, yumurtasından, kemiğinden, dişlerinden istifade edilecek özellikte yarattı. Nesillerini devam ettirebilmeleri için her hayvanın cinsine bakılırsa en uygun şekilde üreme organlarını da yarattı.
Fil, hortumu yardımıyla yerden bir şey alıp ağzına götürür. Filin hortumu su içmeye mahsus bir kap, yiyeceklerini toplayıcı bir el, nefes alacak bir burun, sırtına yük yükleyecek bir kol, ağırlık kaldırıcı bir vinçtir. Allahü teâlâ, fili binicilerinin faydalanacağı bir araç olarak yaratmış, ek olarak özel anlayış kabiliyeti de vermiştir. Bu sayede ehlileştirilip yük taşır ve harpte kullanılır.
Zürafa, yüksek yaylalarda, kayalık, ağaçlık yerlerde yaşar. Cenab-ı Hakkın kendisine kayra etmiş olduğu uzun boynu yardımıyla öteki hayvanların yetişemediği, çıkamadığı yüksek yerlerdeki otlardan, ağaçların tepesinden rızkını temin eder.
Balık suda yaşar. Allahü teâlâ, balıkların suda kolayca gidebilmeleri için yüzgeçler yarattı. Suda boğulup ölmemeleri için akciğer yaratmadı. Su içindeki oksijeni alabilecek solungaçlar yarattı. Balığın ayağı olmadığı halde suda oldukca süratli hareket edebiliyor. Deniz üstünde uçan kanatlı balıklar da vardır. Mürekkep balığı tehlikeyi sezdiği süre, derhal bir boya salgı ederek, ortalığı karartır ve görünmez olur, nereye gittiği anlaşılması imkansız.
Bukalemun, hareket kabiliyeti azca olduğundan düşmanlarından kaçamaz; fakat Allahü teâlâ buna renk değişiklik yapma özelliği vermiştir. Çevreye kolaylıkla uyar. Kırmızı, yeşil yada sarı renge bürünebilir. Bulunmuş olduğu yerin rengine uyarak, kamufle olur, düşmanlarından korunabilir. Gözleri her tarafa dönebilecek şekilde yaratılmıştır. Bir gözüyle karşısına bakarken, diğeri gözüyle de arkasını görebilir. Öyleki ki, avını yada düşmanını başını çevirmeden görebilir. Vücudunun uzunluğu kadar dili vardır. Arkasındaki avına kolayca ulaşabilir, dilini bir ok şeklinde fırlatır. Dilinin ucu yapışkan olduğundan avını derhal yakalar. Dilin ucundaki yapışkan kısma isabet eden avın kurtulma ihtimali yoktur. Her hayvanın rızkını veren ve düşmanları için kendilerine uygun silahlar yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Bunu sadece süper ahmak olanlar inkâr edebilir.
Karınca, toplamış olduğu tanelerin yerdeki rutubet sebebiyle yeşerip bitmemesi için taneleri parçalar. Islanan tanelerin çürüyüp bozulmaması için de dışarı çıkarıp kurutur. Sellerin zarar vermemesi için yuvasını yüksek yere yapar. Allahü teâlâ, topluluk halinde yaşamayı, yardımlaşmayı, kış için azık toplamayı karıncaya esin etmiştir. Bu ilhamı veren cenab-ı Hakkın şanı oldukca yücedir.
Arı da topluluk halinde yaşar. Her grup kendisine bir başkan seçer. Eğer ikinci bir başkan çıkarsa onu öldürürler. Arı dışkılarını balın içine koymaz. Dışarıya bırakır. Uzak bölgelere gidip dolaştıktan sonrasında şaşırmadan kovanını bulur. Balın imalini, yapısını, faydalarını, bal mumunu, peteklerin altıgen şeklinde yapılışını anlatmak için kitap yazmak gerekir. Akılları durdurucu duyguları arıya esin eden Allahü teâlânın hikmetlerini idrak etmek ve anlatmak mümkün müdür?
Karasinek, altı ayaklı olarak yaratılmıştır. Dördüyle yürür, ikisi yedektir. Yürümüş olduğu ayakları çamurlanırsa yedek ayaklarıyla bu tarz şeyleri silip kurular.
Örümcek, yuvasını yapmak ve avına tuzak oluşturmak için ağ deposuyla yaratılmıştır. Kurduğu ağ, sineklerin ve bazı böceklerin ayaklarına takılır. Örümcek, tuzağa yakalanan haşereyi, sıvı bir maddeyle etrafını sararak, her an taze yiyebilmek için onu konserve haline getirir. Acıkınca birazcık yer, sonrasında yediği yeri mumyalar. Tüm bu işleri örümceğe esin eden Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
İpekböceği şeklinde hangi çağıl yapınak, ağaç yaprağından sağlam kumaş yapım edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek yapım etmesini esin eden Allahü teâlâ, insanların istifadeleri için neler yaratıyor. İpekböceği, zaman içinde kelebek olur. Eğer kurt [larva] halinde kalsalardı, üremeleri mümkün olmazdı. Bunlar rastlantı demek ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Ayaksız yürüyen yılan, su içer, inek de su içer. Aynı su, birinde zehir, birinde süt olur.
Kaplumbağa çekince görünce büzülüp taş haline gelir.
Kirpi keven dikeni şeklinde büzülür. Ateş böceği ışık saçar.
Tahtakurusu, kan emmek için duyargasının ısı ve koku alma yöntemiyle kan emeceği insanı tanır; şu sebeple böceğin duyargası kırılgan bir antendir. Bununla, hafifçe bir ısının yol açmış olduğu hava dalgasını farklıdır. Kanını sevilmiş olduğu bir insanoğlunun etrafına birkaç sıra kanını sevmediği kişilerden barikat kurulsa, tahtakurusu hepsini geçip kanını sevilmiş olduğu insana gelir. Kiminden kaçar bazısına koşar. Küçücük böceği bu şekilde bir hisle yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Yarasa, memeli hayvanlar içinde uçabilen tek hayvandır. Ses dalgalarına karşı çok büyük hassastır. 200 bin frekanslı sesleri rahatça duyar. Hâlbuki insan, azami 20 bin titreşimi ses olarak duyar. Karanlık gecede rahatça bir yere çarpmadan uçar. Uçarken, kanat çırparken insanların duyamayacağı yüksek frekanslı sesler çıkarır. Bu sesler bir cisme çarpınca derhal yarasaya geri akseder. Yarasa bu cisimlerin hareketli yada durağan(durgun) bulunduğunu anlamış olur. Ona bakılırsa konum alır. Bu sayede avını yakalar, düşmanından kaçar.
Yarasa, dinlenirken baş aşağı durur. Kanatlarıyla vücudunu öyleki örter ki, yağan yağmurlar kanatları üstünden aşağı akarak vücudu ıslatmaktan korur. Kapalı yerlerde de tavana yapışıp baş aşağı durur.
Yarasa, bazı hayvanlar şeklinde, kışlık yiyeceği koyacak yer bulamaz. Kışın aç kalmamak için Allahü teâlâ bu çeşit hayvanlara kış uykusu kayra etmiştir. Yarasa, kış uykusu esnasında vücudundaki yağı az az tüketir. Yağ tabakası bununla beraber hayvanın üşümemesini sağlar.
Yarasanın bir kısmı sivrisinek ve mahsule zarar veren böcekleri yer. Bir kısmının gübresinden istifade edilir. Gübresi ziraat haricinde, barut yapmak için güherçile imalinde kullanılır. Her hayvanın yaşaması için çeşitli imkânlar yaratan ve hayvanlardan çeşitli şekilde istifade elde eden hikmet sahibi Rabbimize hamd olsun!
Kendilerine mahsus silahları var
Her hayvan, neslini devam ettirecek şekilde yaratılmıştır. Düşmandan korunacak, avını yakalayacak silahı vardır. Örneğin bir tür çekirge, düşmanı saldırınca, oldukca fena kokulu ve zehirli köpük fışkırtır. Düşmanı saldırmaktan caymak zorunda kalır. Bir tür hamamböceği de, düşmanına karşı oldukca sıcak bir sıvı fışkırtır.
Kuşlardaki garip özellikler
Allahü teâlâ, her kuşun kolayca uçabilmesi, gıdasını toplayabilmesi, soğuktan, sıcaktan korunması, kendini savunması ve üremesi için muhtaç olduğu her şeyi en uygun şekilde yaratmıştır. Örneğin, yerde yürüyebilmesi, uçuş için yerden yukarıya yükselmesine ve yere konmasına destek olması için kuşları iki ayaklı yaratmıştır.
Fazla soğuk ve sıcaktan etkilenmemesi için kuşun vücudunu tüylerle kaplı olarak, ayak derilerini de kalınca ve dayanıklı olarak yaratmıştır. Kuşların ayak derileri de tüylü olarak yaratılsaydı, çamura girince balçık tüylere yapışıp uçuşa engel olurlardı. Uçuş esnasında tüylerin kolay kopup kuşların çıplak kalmamaları için deriye oldukca sağlam raptetmiştir. Bunun şeklinde, yağmurdan etkilenmeyecek şekilde tüyleri ıslak bir özellikte yaratmıştır.
Kuşlardaki kanatların hikmetini düşünmeye çalışmalıdır! Kalınca tüyleri tutan kemiğimsi çubuk olmasaydı, tüyleri tüm vücutta kıl şeklinde bitseydi, rüzgâra karşı mukabele edemezdi. Tüyleri tutan çubuk kalınca olması durumunda içi boş olduğundan uçuşa engel değildir. İlikleri olmayıp içi boş olduğundan uçmaları kolaylaşır ve kırılmaları da zorlaşır.
Leylek şeklinde uzun ayaklı kuşların suda kolayca gıdalarını almalarını sağlamak için boyun ve gagalarını da uzun yaratmıştır. Ayaklar uzun olması durumunda boynu kısa olsaydı yada ayakları kısa olması durumunda boynu uzun olsaydı gıdalanmaları mümkün olmayacak kadar zor olurdu. Örneğin gagası kısa olsaydı, su içinde boğulabilirdi.
Allahü teâlâ, her tür kuşa, beslenmelerine uygun şekilde gaga yaratmıştır. Gaga, keskin olduğundan bıçak vazifesini görür. Gagayla parçalanıp yenen şeyler, karındaki yüksek ısı yardımıyla oldukça küçük olarak öğütülür, böylece dişlere lüzum kalmaz.
Cenab-ı Hak, kuşların üremesini yumurtayla yarattı. Eğer yavrusunu karnında yaratmış olsaydı, bu hâl, kuşun uçmasına engel olurdu. Kuluçka müddeti süresince yumurtaların üstünde yatması kuşa esin olunmuştur. Güvercinler, kuluçkadaki yumurtalar soğuyup bozulmasın diye biri çıkmış olduğu süre diğeri ona vekâlet ederek kuluçka müddetince nöbetleşe yumurtalar üstünde yatıyorlar. Sanki bu önlem kalkınca yumurtaların bozulacağı kendilerine öğretilmiştir. Kuşlara bu tarz şeyleri kim öğretmiştir? Tüm bunlar tesadüfî şeyler değildir. Cenab-ı Hakkın kudretinin tezahürüdür.
Leylekler, Anadolu’dan kalkıp Afrika’ya göç ediyorlar. Göç yalnız leylekler içinde değil, başka kuşlar içinde da meydana gelmektedir. Turna ve kırlangıç şeklinde ABD’da ötleğen denilen kuşları, Kanada’daki yazlık yuvasını terk ederek, dağ, orman ve nehirler aşarak 4–5 bin km.lik bir seyahatten sonrasında Cenup ABD’daki kışlıklarına ulaşırlar. Üç gün, geceli gündüzlü asla durmadan kafile halinde uçarlar.
Göçmen kuşlar, uygun rüzgârlar bulabilmek için yerden 6 km yukarılara kadar çıkarlar. Yiyecek bulmak ve soğuktan korunmak için göç ederler. Seyahate çıkmadan ilkin vücutlarına yağ depo ederler. Yağın, aynı miktardaki protein ve karbonhidrata bakılırsa iki misli enerjiye haiz olması, kuşlar için en iyi bir yakıt olmasına sebeptir. Kuşlar, eski yuvalarını bulmak için gündüzleri Güneşi, geceleri ise yıldızları pusula olarak kullanırlar. Sisli ve bulutlu havalarda ise, pusula olarak yerin manyetik sahasını kullanırlar. İnsanlar frekansı 16000’den azca olan sesleri işitemediği halde, kuşlar rahatça işitebildikleri için yollarını kolayca bulabiliyorlar.
İnsanlar, mevcut olan yerçekimi kanununu 17. asırda öğrenmişken, kuşların, asırlardan beri yerin manyetik alanıyla çekim gücü arasındaki açıyı ölçerek yanlarını belirleme etmeleri bir rastlantı olması imkansız. Kâinatta tesadüflere yer yoktur. Her şey kudret sahibi Yüce Rabbimizin yaratmasıyla meydana gelmektedir.
Deve: Her hayvan ve her araç çöldeki kuma batmadan kolaylıkla gidemez. Çölde daima su bulmak güçtür. Kavurucu sıcaklar su yitirilmesine, terlemeye sebep olur. Allahü teâlâ, çölün şartlarına uygun bir hayvan yaratmıştır. Bu acaip hayvan devedir. Ayaklarının tabanı yastık şeklinde yumuşak olduğundan, öteki hayvanların aksine kuma batmaz.
Deve, uzun müddet yiyip içmeden yaşayabilen bir hayvandır. Çölde aç kalan deve, vücudundaki yağları yakarak lüzumlu gıdasını temin eder. Hörgücü yağ deposudur. Uzun çöl yolculuğunda yedek besin deposu olan hörgücünün yavaş yavaş azaldığı görülür. Böylece kendi kendini besleyebildiği için açlık deve için bir sorun sayılmaz.
Devenin, ikinci mühim özelliği de, susuz yaşayabilmesidir. Kızgın kumlar üstünde ağır yükün altında yedi gün su içmeden yol alabilir. Bu da şaşılacak bir özelliktir.
Devenin yağ deposu olan hörgücü bununla beraber bir su deposudur. Bilim adamlarının aklının alamadığı kimyevi hadiseler neticesinde, hörgüçteki yağ suya da dönmektedir. Yağ, hem besin, hem de su ihtiyacını karşılamaktadır.
Nemli bir yere çöken deve, gereksinim duyan suyu, yerin neminden alır. Tüyleri, güneşin sıcaklığını yansıtabildiğinden, sıcağın yakıcı tesirinden korunarak su ihtiyacı hissetmez. Devenin başka bir özelliği de, vücuttaki suyun kaybolmaması için neredeyse asla terlemeyecek şekilde, kum fırtınasında kumların burnuna kaçmaması için burnu derhal kapanacak şekilde yaratılmıştır.
Otlarken dilini çıkarmadığı için su kaybı daha azca olur. Azca idrar çıkarır. İdrardaki ürenin bir çok tekrardan protein yapılarak hem besin, hem de su kazanmak için karaciğerinden geçer. Tüm bu tarz şeyleri yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Hayvanların yavru sevgisi
Yırtıcı kuşlar ve bazı hayvanlar yavrularına hiçbir zarar vermeden uzak bölgelere götürürler. Yarasalar güvenli yer bulana kadar 2–3 gün yavrularını sırtlarında taşırlar. Aksilokop hayvanı yumurtladıktan derhal sonrasında ölür, yavrusunu asla görmez buna karşın yumurtadan çıkacak yavrusuna gösterdiği itina dikkate şayandır. Yavrusu bir yıl gıdasını temin etmeye muktedir değildir. Bundan dolayı anne, bir ağaç parçasında uzunca bir oyuk meydana getirir. Çiçek yapraklarını ve bazı yumuşak dalları buraya doldurmaya adım atar ve oraya bir yumurta bırakır. Sonrasında ağaçtan çıkardığı tozları hamur harcı haline getirip tavan yapar. Bundan sonrasında başka bir yuva hayata geçirmeye koyulur. Buraya bıraktığı yiyecekler, bu yavruya tam bir yıl yeter.
Eşek arısı toprakta kazmış olduğu çukura yumurtasını bırakmadan ilkin avladığı hayvanları da yumurtanın yanına bırakır. Sonrasında üstünü örter.
Bir serçenin yeni çıkmış bir yavrusu için günde 1217 kere besin aramak için sefere çıkmış olduğu tespit edilmiştir.
Yavrularını kaybeden hayvanların, üzüntülerinin insanlardan daha oldukca olduğu tespit edilmiştir.
At, yavrusu öldüğünde acı acı kişner, gözlerinden yaşlar akar, ölüsünün başına kimseyi yaklaştırmaz. Gömdükten sonrasında başlangıcında bekler. Yemeden içmeden kesilir. Bazılarında bu üzüntü, ölümle sonuçlanır.
Tavuk, kaz, köpek şeklinde hayvanların yavrularını vermemek için insanlara saldırmış olduğu, kedilerin, yavrularını ağızlarına alarak, onları incitmeden götürdükleri görülmüştür.
Yaban domuzu avında, domuzların, yavrularını bırakıp kaçmadığı, tersine, yavrularını burunlarıyla iterek kaçmalarını sağlamış olduğu oldukca görülmüştür.
Kanguru, çekince görünce yavrularını karnındaki torbaya doldurup kaçar.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, yüz rahmetinden birini mahlûkat içinde bölme etti. Bununla anne evladına şefkat eder, hayvanlar yavrularını sever ve tüm mahlûkat birbirine acıma eder.) [Ebu Ya’la]
Nesillerini devam ettirebilmeleri için hayvanlara da bu sevgiyi veren Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Su, ateş ve hava’nın önemi
Su: Her canlıyı sudan yaratan Allahü teâlâ yaşamın devamı için suyu insanların istifadesine vermekle en büyük nimetlerden birini kayra etmiştir. Susuz kalmayan, suyun kıymetini kolay anlamaz. Ek olarak Allahü teâlâ, kucak dolusu kayra etmiş olduğu için kıymeti herkesçe bilinmemektedir. Her meyve, sebze ve öteki bitkilerle, her canlının varlığı suya bağlıdır. Yenilen gıdaları suyla sindirme zarureti vardır. Su olmasaydı, sindirim gerçekleşmez, yaşamak da mümkün olmazdı. Suyun temizleme özelliği bile ne büyük nimettir. Suyla meydana getirilen gereksinim maddelerine bakmak, suyla pişirilen yiyecekleri düşünmek gerekir. Şiddetle muhtaç olduğumuz suyun kadrini biliyor muyuz? Su nimetindeki hikmetleri düşünebilen kimsenin, Yaratanın büyüklüğünü anlayıp teslim olmaması mümkün müdür?
Ateş: Allahü teâlâ, insanoğlu için en büyük nimetlerden önde gelen ateşi bir lütuf ve kayra olarak ihtiyaca kafi gelecek kadar yarattı. Her canlıda ısı mevcuttur. Ateş nimetinin de yararları sayılamayacak kadar çoktur. Ateş yardımıyla madenler eritilerek çeşitli sanayilerde kullanılmakta, yemekler pişirilmektedir. Kışın soğuktan ateş yardımıyla korunulur. Tüm aydınlatma cihazları gene ateş yardımıyla mümkün olmaktadır. Ateşi istediğimiz şeklinde çeşitli işlerde kullanmamızı kayra eden cenab-ı Hakka ne kadar şükretsek azdır.
Hava: Eğer bir süre hava nimeti yok olsa, tüm canlılar helak olur. Uçsuz bucaksız boşluk havayla dolu olduğundan, bu büyük nimetten habersiz yaşanıyor. Birkaç dakika nefes alıp veremesek ölürüz. Hava olmasaydı, uçaklar uçamazdı. Gemiler ve öteki vasıtalar da havaya muhtaçtır. Yağmur bile hava yardımıyla muntazam yağmaktadır; şu sebeple hava olmasaydı, yağmur kütle halinde düşer, ondan istifade zorlaşır, hatta yıkım olurdu. Hava ve rüzgâr olmasaydı, yağmurlar hep belli bölgelere düşer, birçok bölgelere de yağmaz, böylece yarar yerine ziyanı olurdu. Bazı yerlerde kuraklık yargı sürerken, bazı yerlerde sürekli seller meydana gelir, birçok şeyler harap olurdu. Hava olmasaydı kuraklık yargı devam eden yerlerde bitkiler kurur, pınarlarda su kalmazdı. Böylece havada istenilen rutubet bulunmayacağı için ziraat yapılamaz, hastalıklar baş gösterir, kıtlık ve yıkım meydana gelirdi.
Öteki maddeler:
Allahü teâlâ, insanoğlu için bunlar şeklinde daha nice sayısız nimetler yaratmıştır. Bu tarz şeyleri kullanabilmek için akıl kayra etmiştir. Bu ihsanlara karşı kulluk vazifesini yapmak gerekmez mi?
Toprak: Yeryüzünde toprak olmayıp hep kaya ve taş şeklinde sert maddeler bulunsaydı, ziraat yapılamaz, toprak nimetinden istifade edilemezdi.
Yer çekimi kuvvetinin yaratılması ne büyük nimettir. Yer çekimi olmasaydı yeryüzünde yaşamak mümkün olmazdı. Hiçbir şey konduğu yerde durmaz, hafifçe bir etkiyle göklere yükselirdi.
Dünyanın oval olması, mevsimlerin meydana gelmesine sebep olmaktadır. Gece ve gündüz ise, yer kürenin kendi ekseni çevresinde dönmesiyle meydana gelmektedir.
Denizdeki hayvanlar, karadaki hayvanlardan daha fazladır. Tüm bu hayvanların rızıklarını veren Allahü teâlâ, hayvanları su içinde nefes alacak şekilde yaratmıştır. Deniz içinde boyu 25 metreyi kabul eden Anber balıklarını yaratmış, istiridye cinsinin karnında yüksek kıymetli inciler ve kabuklarından düğme ve süs eşyası meydana getirilen sedefler yaratmıştır. Cenab-ı Hak, suya belli kaldırma kuvveti vermeseydi, denize giren suyun altına batar, tekrar çıkamaz, gemiler yüzemez, balıklar yaşayamazdı. Bunların her biri birer harikadır. Bu tarz şeyleri göremeyen gözler kördür.
Naturel felaketler: Sel, zelzele, kuraklık şeklinde felaketlerin ara sıra meydana gelmesi, Allahü teâlânın sonsuz nimetlerine, lütuf ve ihsanına karşı isyanda olanları uyarı mahiyetindedir. Hiçbir nimet ve yıkım sebepsiz değildir. Düşünenler için sayısız hikmetleri vardır.
Kâinat ve tertipli yaşam
Canlı cansız tüm varlıklar bir seviye içindedir. Her maddenin yapısında, her vakada, her reaksiyonda, asla değişmeyen bir seviye, bir matematik bağlantı vardır. Bunlara fizik, kimya, astronomi ve biyoloji kanunları diyoruz. Bu değişmez düzenden faydalanarak, insanoğlu fabrikalar kuruyor, ilaçlar yapım ediyor, radyolar, televizyonlar, elektronik beyinler yapıyor. Mahlûklarda, bu seviye olmasaydı, her şey rastgele olsaydı, bunların hiçbiri yapılamazdı. Her şey bozulur, yok olurdu.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Gökleri yedi kat ve birbirine uyumlu şekilde yaratan Rahmanın yarattığı her şeyde bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü çevir de ibretle bak, bir aksaklık, bir eksiklik var mı? Bir aksaklık var mı, diye gözünü yeniden çevir de bak, fakat umduğunu bulamayıp bitkin düşersin.) [Mülk 3–4]
Varlıkların tertipli, bağlantılı, kanunlu olmaları; bunların kendiliklerinden, rastgele var olmadıklarını; her şeyin bilgili, kudretli, gören, işiten, dilediğini icra eden bir yaratıcı tarafınca var edildiğini göstermektedir. O, dilediğini var yada yok eder. Bir şeyi var etmeye ve yok etmeye, başka şeyleri sebep yapmıştır. Bu sebepleri yaratmasaydı, varlıkların içinde bu seviye olmazdı. Her şey karmakarışık olurdu. Fen, uygarlık hâsıl olamazdı. Bir yaratıcının olduğu da bilinemezdi.
O, varlığını bu düzeniyle belli etmiş olduğu şeklinde, insanlara oldukca acıyarak, var bulunduğunu da ek olarak bildirmiştir.
Âdem aleyhisselamdan başlayarak, her asırda, dünyanın her yerindeki insanoğlu arasından en iyi, en üstün olarak yarattığı birine melekle haber vererek, kendini bildirmiş ve insanların dünyada ve ahirette rahat etmeleri, iyi yaşamaları için, ne yapmaları ve nelerden sakınmaları icap ettiğini açıklamıştır. Bu şekilde üstün insanlara Peygamber, bildirdiklerine de Din denir. İnsanlar eski şeyleri unuttukları için ve daima bulunan fena kimseler, peygamberlerin kitaplarını ve sözlerini değiştirdiklerinden, eski dinler unutulmuş, bozulmuştur. Fena insanoğlu, uydurma dinler de meydana getirmişlerdir.
Her şeyi yaratan yüce Tanrı, insanlara oldukca acıdığı için, kullarına son bir peygamber ve yeni bir din kısaca Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamla İslam dinini göndermiştir. Bu dini, kıyamete kadar koruyacağını, fena insanoğlu saldıracaklar, değiştirmeye, bozmaya kalkışacaklar ise de, kendisi bunu, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir.
Yaratıcıyı inkâr
Sual: Oldukca kimse, Tanrıdan, Cennetten, Cehennemden bahsediyor. Bugün bilim bunların hurafe bulunduğunu, bir yaratıcı olmadığını, her şeyin tesadüfen meydana geldiğini, ölünce her insanın toprak olacağını, kimsenin artık dirilemeyeceğini bildiriyor. Zaman içinde hepimiz ateist olacak, Tanrıya inanan kalmayacak. Niçin boşuna uğraşılır ki?
CEVAP
Her şeyin tesadüfen meydana geldiğini bilim değil, ateist söylüyor. Bilim ise aksini söylüyor. Bir ateist, bırakın bir karınca yaratmayı, bir buğday tanesi, bir arpa tanesi yapamadığı halde, çok büyük bir varlık olan insanoğlunun kendiliğinden tesadüfen yaratıldığını söylemesi mi hurafe, yoksa gerçek olan mı hurafe? Güneş, ay, yıldızlar, kâinattaki varlıklar kendiliğinden mi oldu?
Sonsuz Cehennem azabına müstahak olmayı düşünmek, ne kadar ahmaklık olur. Hazret-i Ali, dirilmeye inanmayan bir ateiste diyor ki:
(Biz inanıyoruz. Diyelim ki, senin söylediğin şeklinde yeniden dirilmek olmasaydı, inanıp yakarma etmekle bizim asla zararımız olmazdı. Bizim inancımız doğru olduğundan, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın.)
Ateist ölünce, kendi inancına bakılırsa, yok olacak. İslamiyet’e bakılırsa ise, o Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbet, ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, küçük bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder? Hâlbuki ahiret yaşamı, küçük bir ihtimal değil, apaçık bir gerçektir. Hangi şey tesadüfen yaratılmıştır ki? Kendiliğinden meydana gelmiş bir yaratı var mıdır? O halde aklı, bilimsel olanın, Tanrı’a ve ahirete inanması gerekir.
Heykelin büyük ustası
Sual: Ateist bir tanıdık, (Heykelin büyük ustası Rodin İstanbul’da aynen canlı şeklinde heykel yapıyor) diyerek Rodin’i övüp, ona olan hayranlığını belirtti. Bu ateiste ne denebilir?
CEVAP
Şöyleki denebilir: (Canlı şeklinde heykel yapana hayranlık duyuyorsunuz da, bizzat canlı olarak yaratana niye hayranlık duymuyorsunuz?)
Bırakın taşı yontmayı, etten vücut bile yapılsa ona iyi mi can verilebilir ki? Bu kadar aciz olan insan, her şeyi Yaratanı iyi mi inkâr eder ki? Bir heykel bile tesadüfen yapılmıyor, ustası var da, kâinattaki öteki şeyler ustasız iyi mi yapılır? Ateist, düşünmekten korkan ve inanmaktan yoksun kalan biridir.
Kâinatta rastlantı yoktur
Sual: Bir ateist, (Bugün teknik oldukca ilerledi, evrende görülen her şeyin tesadüfen meydana geldiği bilimsel olarak ispatlandı. Artık Tanrı’ya inanan kalmaz) diyor. Bilimsel olarak iyi mi ispatlandı ki?
CEVAP
Bu, yalandır. Teknik ilerledikçe, kâinatın muazzamlığı meydana çıkıyor, gerek vücudumuzda ve gerekse kâinatta tesadüflere yer olmadığı, her şeyin oldukca muhteşem olduğu daha iyi anlaşılıyor. Hiçbir şey rastgele ve gereksiz değildir. Her şey hikmetle ve bir yarar için yaratılmıştır. Ne vücudumuzda faydasız bir organ, ne de kâinatta faydasız bir madde vardır. Hepsi insanlığın hizmetine verilmiştir. Bir âyet meali: (Görmüyor musunuz ki, Tanrı, yerdeki [su, taş, toprak, ot, ağaç, meyve, sebze, tahıl, hayvan, maden, ateş, hava, gaz, tuz, petrol gibi] her şeyi ve emri [suyun kaldırma kuvveti ve yer çekimi gibi kanunları] uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. İzni olmadıkça, gökleri [yıldızları, galaksileri, gezegenleri birbirleriyle çarpışmaktan ve] yere düşmekten korur. Zira Tanrı, oldukca şefkatli ve oldukca merhametlidir.) [Hac 65 ; Beydavi, Celaleyn, Medarik ve Razi tefsirleri]
Tefsir âlimleri, Yerdeki her şey’den maksadı açıklamış ayraç içindeki ifadeleri bildirmiştir. Kâinattaki hiçbir şey, gereksiz değildir. İnsan vücudundaki organlar da böyledir. Hiçbir organımız gereksiz değildir. Yer çekimi kuvvetini yaratmasaydı, suya kaldırma özelliği vermeseydi, balıklar, gemiler iyi mi yüzecekti? Bunların yararları da gene insanoğlu içindir. Tanrı, insana akıl veriyor, fen adamı da buluyor ve insanlığa faydası oluyor. Mevcud şeyler bulunuyor, yoktan yaratılmıyor. Güneş çevresinde dönen gezegenler, Güneş’e ve Dünya’ya çarpsa, Dünya parçalanır. Tüm gezegenleri birbirine çarptırmadan ve Dünya’ya zarar vermeden döndüren çok büyük kudreti inkâr, ahmaklık değil mi? Tanrı, (Bu tarz şeyleri üstünüze düşürmüyoruz) buyuruyor. Güneş’in ısısı, ışığı asırlardır eksilmeden devam ediyor. Belli bir yörüngede dönüyor. Dünya’ya oldukca yakın olsa yanar kül oluruz. Dünya’ya oldukca uzak olsa soğuktan ölürüz. Havadaki oksijen ve karbondioksit oranları Güneş’in sebep olduğu botanik vakalarla durağan(durgun) kalmaktadır. Havadaki %21 oranındaki oksijen yükselse her tarafı alevler sarıyor. %21’in altına düşse bu kez da her tarafı buzlar kaplar. Karbondioksit oldukca yükselse her canlı zehirlenir. Bunlara rastlantı demek, ilme aykırı ve akılsızlıktır. Hiçbir ilim sahibi akıllı kimse, bu bilimsel gerçekleri inkâr edemez.
Ölümsüz canlı olmaz
Sual: Bir ateist, (Kur’anda her canlının öleceği bildiriliyorsa da, turritopsis nutricula adlı canlı ölümsüz bir hayvandır. Bu hayvanın varlığı Tanrı’ın yanılmış bulunduğunu göstermiyor mu?) diyor. Ölümsüz canlı olur mu?
CEVAP
Hâşâ Tanrı yanılır mı asla? Ateistin sözünü ciddi bir şeymiş şeklinde sormak da uygun değildir. Ölümsüz canlı olmaz. O canlıya ateistler kasten ölümsüz canlı diyorlar. Onlar ölümsüz dedi diye canlı ölmez mi asla? Adını yanlış koymuşlar. Her canlının, her bitkinin neslini devam ettirme şekli değişiktir. Kimi doğurarak, kimi yumurtlayarak, kimi amip şeklinde bölünerek çoğalır. Kimi tırtıldan çıkıp kelebek olur, kelebek yumurtlayarak tırtıl olur. (Tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan çıktı?) sorusuna benziyor bu. Turritopsis nutricula adlı ölümlü canlı hakkında ansiklopedilerde şu şekilde deniyor:
(Denizlerde yaşar. Çapı 4-5 mm uzunluğunda olup, gelişimi öteki denizanaları şeklinde iki temel aşamadan oluşur: polip ve medusa süreci. Hayatına polip olarak, zemine kök salmış bir bitkiye benzer şekilde adım atar ve sonrasında medusa dönemine girer. Medusa döneminde artık bir bitkiye değil, denizanasına benzer. Yaşamayacağını anlarsa, denizanasına dönüşmeden önceki evre olan polip aşamasına geri döner ve bir süre sonrasında şartlar uygun hâle ulaşınca tekrardan medusa, tekrardan polip… Bu böylece sürüp gider, kısaca dışarıdan bir tesir olmadığı takdirde ölmez. Bu canlı yaşlandığı için ölmez. Hastalandığında yada yaralandığında transdifferansiyasyon denilen kabiliyete başvurur. Önümüzde, ne süre uygun görürse yaşamını sıfırdan başlatma kabiliyetine haizdir. Sadece turritopsis nutricula da öteki tüm canlılar şeklinde av olmaya dirençli değil, başka bir canlının sindirim sistemine girince ölür. Ateşe atılırsa yanar. Biri ezerse ezilir. Şu demek oluyor ki bu canlının ölümü de, yaşlanmakla değil, başkaları tarafınca öldürülmekle oluyor.)
Görüldüğü şeklinde ölmeyen canlı olmaz. Kur’an-ı kerimde bildirildiği şeklinde her canlı ölecektir. Bir canlı asırlarca ölmese bile, Kıyamet kopunca hepsi ne olursa olsun ölecek, sonrasında hepsi diriltilecek, hakkı olan, hakkını alacak. İnsanların işlerine bakılırsa, kimi Cennete kimi de Cehenneme gidecektir.
Ateist, bir sineği, bir denizanasını, bir buğdayı yaratmaktan âciz iken, bu tarz şeyleri ve tüm kâinatı yoktan yaratan Tanrı’a dil uzatması ne kadar çirkindir.
Bir önceki yazımız olan Mutezile, cebriyeci ve ateist başlıklı makalemizde ateist, cebriyeci ve mutezile hakkında bilgiler verilmektedir.