Gayrimüslim oldukları halde, Müslümanlığa fanatik olan bazı meşhur kimselerin İslamiyet ile alakalı düşüncelerini özetlemek gerekirse naklediyoruz: 1- Tarihe meşhur bir kumandan, bununla beraber bir devlet adamı olarak geçen Fransa imparatoru birinci Napoléon (Napolyon) (1769–1821) Mısır’a girmiş olduğu 1798’de, İslamiyet’in ebatlarına, doğruluğuna fanatik kalmış, hatta bir ara Müslüman olmayı bile düşünmüştü. Kim bilir aforoz edilirim korkusuyla bundan vazgeçmiştir. Aşağıdaki satırlar Cherfils’in, (Bonaparte et İslam) ismindeki kitabından aynen alınmıştır:
(Napolyon şu şekilde diyordu:
Tanrı’ın varlığını ve birliğini, Musa peygamber kendi milletine, İsa peygamber Romalılara; fakat Muhammed peygamber tüm dünyaya bildirdi. Arabistan tamamıyla putperest olmuştu. İsa aleyhisselamdan altı yüzyıl sonrasında Muhammed peygamber kendisinden ilkin gelmiş olan İbrahim, İsmail, Musa ve İsa’nın Tanrı’ını Araplara tanıttı. Arapların yanına sokulan Aryenler, hakiki İsa dinini bozarak onlara Tanrı, Tanrı’ın oğlu, Ruhulkudüs şeklinde, kimsenin anlayamayacağı inançları yaymaya çalışıyor, doğunun sulh ve huzurunu tamamen bozuyorlardı. Muhammed peygamber onlara doğru yolu gösterdi. Araplara yalnız bir tek Tanrı bulunduğunu, Onun ne babası, ne de oğlu bulunmadığını, bu şekilde birkaç Tanrı’a tapmanın puta tapmaktan kalan saçma bir âdet bulunduğunu söyledi.)
Kitabın başka bir yerinde Napolyon’un, (O şekilde zannediyorum ki, yakında tüm dünyanın aklı başlangıcında kültürlü insanlarını bir araya biriktirerek bir hükümet oluşturmak ve bu hükümeti yönetmek imkânını bulacağım. Sadece Kur’anda yazılı olan esasların doğruluğuna inanıyorum. Bunlar, insanları bahtiyarlığa götürecektir) sözleri yazılıdır.
2- En büyük ilim adamlarından önde gelen İskoçyalı Thomas Carlyle (1795-1881), 14 yaşlarında üniversiteye girmiş, hukuk, edebiyat ve tarih okumuş, Almanca ve Doğu dillerini öğrenmiş, meşhur Alman edibi Goethe ile mektuplaşmış ve onu ziyaret ederek, ona İslamiyet ile alakalı düşüncelerini nakletmiştir.
Konferansından:
(Kur’anı okudukça, onun basit bir yazınsal yapıt olmadığını, derhal hissedersiniz. Kur’an-ı kerim, kalbden gelen ve öteki tüm kalblere derhal nüfuz eden bir eserdir. Öteki tüm eserler, bu çok büyük yapıt yanında, fazlaca sönük kalır. Kur’anın göze çarpan ilk karakteri, onun doğru ve muhteşem ve yol gösterici, dürüst bir rehber olmasıdır. Bence, Kur’anın en büyük meziyeti budur. Bu artam öteki birçok meziyetlere de yol açmaktadır.)
Gezi hatırasından:
(Almanya’da, dostum Goethe’ye, İslamiyet hakkında topladığım detayları ve bu husustaki düşüncelerimi anlatmıştım. Goethe beni dikkatle dinledi ve en sonunda bana, “Eğer İslam bu ise, tamamımız Müslüman olmalıyız” dedi.) 3- Mahatma Gandhi (1869–1948), Batı Hindistan’ın tanınmış Hristiyan bir ailesindendir. Babası, Porbtandar şehrinin başpapazı idi. Fazlaca zengindi. Hindistan’ın istiklale ulaşması için babasının ve kendi servetinin hepsini bu uğurda harcadı. Gandhi’nin gayretleri, ülkesinin bağımsızlığa kavuşmasıyla sonuçlandı. Hindistan, İngiliz sömürgesi olmaktan kurtuldu. Hindular ona (Kutsal) manasına gelen Mahatma adını verdiler.Gandhi, İslam dinini ve Kur’an-ı kerimi dikkatle incelemiş ve Müslümanlığa fanatik olmuştu. Bu hususta şu şekilde demektedir:
(Müslümanlar, en azametli ve muzaffer günlerinde bile, mutaassıp olmamıştır. İslamiyet, dünyayı yaratana ve Onun eserine fanatik olmayı emretmektedir. Batı, korkulu bir karanlık içindeyken, Doğuda parlayan göz kamaştırıcı İslam yıldızı, azap çeken dünyaya ışık, sulh ve rahatlık vermiştir. İslam dini, yalancı bir din değildir. Hindular bu dini dikkatle inceledikleri süre, onlar da, İslamiyet’i benim şeklinde seveceklerdir. Ben, İslam dininin Peygamberinin ve Onun yakınında bulunanların, iyi mi yaşadıklarını bildiren kitapları okudum. Bunlar, beni o denli etkilendirdi ki, kitaplar bittiği süre, bunlardan daha çok olmamasına üzüldüm. Ben şu kanaate vardım ki, İslamiyet’in hızlıca yayılması, kılıç sebebiyle olmamıştır. Aksine, her şeyden ilkin sadeliği, mantıki olması ve Peygamberinin büyük alçak gönüllülüğü, sözünü daima tutması, yakınlarına ve Müslüman olan her insana karşı sonsuz sadakati sebebiyle İslam dini birçok insanoğlu tarafınca seve seve kabul edilmiştir.
Müslümanlık, ruhbanlığı ortadan kaldırmıştır. İslamiyet, başından beri toplumsal adaleti emreden bir dindir. Hristiyanlığın birçok eksikleri olduğundan, türlü reformlar yapılmak zorunda kalındığı halde, Müslümanlığın ise ilk günündeki şeklinden, hiçbir şey değiştirilmemiştir.)4- Fransa’nın dünyaca tanınmış büyük ediplerinden ve devlet adamlarından önde gelen Lamartine, (1790-1869), vazifeyle tüm Avrupa’yı ve ABD’yı dolaşmış ve ayrıca, Sultan Abdülmecid han zamanında Türkiye’ye de gelmiştir.Lamartine, (Histoire de Turquie = Türkiye Zamanı) adlı eserinde diyor ki:
(Hazret-i Muhammed bir yalancı peygamber miydi? Onun eserlerini ve tarihini inceledikten sonrasında bunu düşünemeyiz; bundan dolayı yalancı peygamberlik iki yüzlülüktür. İki yüzlülükte inandırma kuvveti yoktur; iyi mi ki, yalanda da doğruluğun kudreti bulunmaz.
Mekanikte bir cisim atılmış olduğu süre onun varabileceği yer, fırlatma gücüyle orantılıdır. Bir tinsel ilhamın gücü de onun meydana getirmiş olduğu eserle orantılıdır. Bu kadar fazlaca şey taşıyan, bu kadar uzaklara kadar yayılan ve bu kadar uzun süre aynı kudrette devam eden İslamiyet yalan olması imkansız. Bunun fazlaca samimi ve fazlaca inandırıcı olması gerekir. Onun yaşamı, uğraşmaları, memleketinin hurafelerine ve putlarına kahramanca saldırıp onları parçalaması, puta tapan çoğunluğun hiddetlerine karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları halde, 13 yıl Mekke’de buna dayanması, hemşerileri içinde türlü hadiseler çıkartmak ve kendini adeta kurban yerine koymak şeklinde hallere tahammül etmesi, Medine’ye hicreti, durmadan yapmış olduğu teşvikler ve verdiği vaazlar, fazlaca üstün düşman güçleriyle yapmış olduğu savaşlar, kazanacağına olan itimatı, en büyük yıkım zamanında bile duyduğu insanüstü güvence, zaferde bile gösterdiği sabır ve tevekkül, dini bildiri etme azmi, sonsuz ibadeti, Tanrı ile mukaddes konuşmaları, ölümü, ölümünden sonrasında da devam eden şan ve şerefi, zaferleri, Onun hiçbir süre bir yalancı peygamber olmadığını, tam aksine büyük bir imana haiz bulunduğunu gösterir.
İşte bu imanı, Rabbine olan itimadı, Ona, ortaya iki yeni itikad, inanç koymasını sağlamış oldu: Biri, (Tek ve sonsuz varlık olan bir Tanrı’ın bulunmuş olduğu), ikincisi ise (Putların tanrı olmadığı) idi. Birincisiyle Araplara, o zamana kadar bilmedikleri, bir olan Allahı tanıtıyor, ikincisi ile de, o zamana kadar tanrı zan ettikleri putları onların elinden alıyordu. Özetlemek gerekirse, bir kılıç darbesi ile yalancı ilahları, putları kırıyor, bunun yerine onlara (Tek Tanrı) inancını yerleştiriyordu.
Hatip, peygamber, kanun koyucu, cenkçi, insan düşüncelerini etkisinde bırakan, yeni inanç esasları koyan ve yirmi büyük dünya imparatorluğu ile bir büyük İslam devleti kuran şahıs: İşte Muhammed peygamber budur! İnsanların büyüklüğü ölçmek için kullandıkları tüm ölçülerle ölçülsün; acaba Ondan daha büyük bir kişi var mıdır? Olması imkansız!)5- İslamiyet’ten ilkin Arabistan bir çöl ve orada oturan insanoğlu da yarı yırtıcı bedevilerdi. Putperesttiler. Birçok puta taparlardı. İlkel bir yaşam sürerlerdi. Kız çocuklarını diri diri gömmek şeklinde korkulu âdetleri vardı. İşte bu şekilde aciz, zavallı, yırtıcı olan bir kavim, onlara rehberlik eden Muhammed peygamber yardımıyla aniden değişmiş, tam bir medeniyete kavuşmuş, muhteşem bir gayretle 30 yıl içinde, doğuda Türkistan ve Hindistan, batıda İspanya olmak suretiyle akla şaşkınlık veren fazlaca kudretli bir İslam devleti meydana getirmiştir. İlimde, fende ve medeniyette son aşama ilerlemişler, o zamana kadar bilinmeyen birçok şeyler keşfetmişlerdir. İlim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o denli ileri gitmişlerdi ki, Papalar bile Endülüs Üniversitelerinde okuyor, dünyanın her tarafınca koşup gelenler, bu üniversitelerde fen ve tıp öğrenim ediyorlardı. O dönemin Avrupa’sından bahseden John W. Drapper şeklinde yansız bir tarihçi, (Avrupa’nın tinsel inkişafı) ismindeki eserinde şu şekilde demektedir:
(O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hristiyanlık onları barbarlıktan kurtaramamıştı. Hristiyan dininin başaramadığını, İslam dini başardı. İspanya’ya gelen Araplar, ilkin onlara yıkanmasını öğrettiler. Sonrasında, onların üstündeki parça parça olmuş, bitlenmiş hayvan postlarını çıkararak, temiz, güzel elbiseler giydirdiler. Evler, konaklar, saraylar yaptılar. Onları okuttular. Üniversiteler kurdular. Hristiyan tarihçiler, İslam’a karşı olan kinlerinden dolayı, bu hakikati gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette Müslümanlara ne kadar borçlu bulunduğunu bir türlü itiraf edemezler.)
6- Almanya’da Stuttgart şehrinde 1888’de yayınlanmış olan Kürschner ansiklopedisinin (Muhammed ve İslam dini) ile alakalı yazısından bir kısmı şu şekilde:
(Hazret-i Muhammed, oldukça güzel huylu, güler yüzlü, kibar tavırlı ve fazlaca dürüst bir zattı. Daima öfke ve şiddetten firar etmiş, hiçbir süre zulüm yapmamıştır. Müslümanların daima iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennete iyi davranış ve sabırla gidileceğini bildirmiştir. Doğru sözlülüğün, merhametin, fakirlere yardımın, misafirperverliğin, şefkatin, Müslümanlığın esas temelleri bulunduğunu beyan etmişti. Daima kanaat ile yaşamış, debdebe ve gösterişten kaçınmıştır. Müslümanlar içinde hiçbir derslik farkı tanımamış, en yoksul bir Müslümanın bile hatırını gözetmiştir. Büyük bir yoksulluk olmayınca, zora başvurmamış, tüm meseleleri tatlılıkla, anlaşmayla, tembih ve izahla halletmeye uğraşmış ve başarıya ulaşmış olmuştur. 630’da yeniden Mekke’ye dönerek, bu şehri kolayca fethetmiş ve fazlaca kısa süre içinde, yırtıcı Arapları, dünyanın en uygar insanları haline getirmiştir.)7- 1893–1898 seneleri içinde İstanbul’da İngiltere elçiliği birinci kâtibi olan Sir Charles Eliot 1900’da basılan (Turkey in Europe = Avrupa’da Türkiye) adlı eserinin (Müslümanlık dini) kısmında şu şekilde demektedir:
(İsa peygamberin mülkü, bu dünya değildi. Eğer Hristiyanlık, belli bir hükümet yada teşekküle bağlı olsaydı, bu din arada kaynar giderdi. Müslümanlıkta ise, bunun tamamen aksi olduğu görülür. Muhammed peygamber, yalnız bir din adamı değil, bununla beraber, fazlaca büyük bir liderdi. Kendisini ziyarete gelenler, Ona karşı, Papa’ya ve Sezar’a duyulan saygıların birleşimi halinde bir saygı duyarlardı. Muhammed peygamber, daima dikkatli bir devlet adamı olmuş, yapmış olduğu olağanüstü işlere ve tüm olağanüstü özelliklerine karşın, kendisinin tevazu sahibi bir insan bulunduğunu söylemiştir. Hayatında hiçbir hatası yoktur.)
Sir Eliot devam ederek diyor ki:
(Müslümanlığın en güzel bir tarafı da, vatandaşları ve yabancıları birbirinden ayırmayışıdır. İslamiyet’in insana verdiği ehemmiyet fazlaca büyüktür. Örneğin, İslamiyet’e inananların en güzel örneklerinden olan Türk askeri, son derecede komut dinler. Öteki milletlerde bu şekilde bir asker nerede ise yoktur. Türk askerinin disiplini, amirlerine itaat etmesi, cesareti, onun Müslüman oluşundan ileri gelmektedir. Bu güzel huyları ona Müslümanlık öğretmektedir. Müslümanlık bununla beraber, (Zekât vermek) yardımıyla, insanoğlu içinde (servet birliği)ni de kurmakta, birçok felaketlere sebep olan varlıklı yoksul farkını kaldırmaya çaba etmektedir. Bu haşmetli din, her insanın anlayacağı kadar basittir. Muhammed peygamberin yaşamı üstünde insaflı ve etraflı incelem yapmış olanlar, Ona karşı büyük bir muhabbet ve saygı duyarlar.)
8- Fransa’nın Touraine şehrinde dünyaya gelecek olan İtalyan asıllı Fransız devlet adamı Henri A. Ubicini, senelerce Türkiye’de kalmış olup, 1851 de Paris’te gösterilen (La Turquie Actuelle = Bugünkü Türkiye) eserinde, İslam dini hakkında şu şekilde demektedir:
(İslam dini, insanlara şefkat ve algı emreder. Avrupa’nın (dinsiz) diye sinesinden attığı bahtsız insanoğlu, padişahın misafiri oldular ve Müslüman Türk dünyasında, vatanlarında yoksun oldukları, özgürlük ve güvenlik içinde yaşadılar. Tüm din mensupları, burada aynı adaleti ve şefkati gördüler. Türklere ve Müslümanlara barbar diyen Avrupalı, onlardan misafirperverlik ve insanlık dersi aldı. 16. asırda yaşamış olan bir yazar, “Ne gariptir, ben İslam ülkelerini gezdim. Barbar dediğimiz Müslümanların şehirlerinde ne kaba kuvvet, ne de katliam gördüm. Her insanın hakkına saygı gösteriyorlar. Gariplere destek oluyorlar. Büyük ufak, Hristiyan, Yahudi yada Müslüman, hatta dinsiz olsun, aynı adaleti ve merhameti buluyor” demektedir. Ben de ona katılıyorum.)9- Dünyanın en büyük şirketlerinden HP‘nin yönetim kurulu başkanı Hanımefendi Carly Fiorina, ana konuşmacı olarak davet edilmiş olduğu, (Teknoloji, piyasalar ve yaşam tarzımız: Gelecekte neler olacak?) temalı konferansta yapmış olduğu konuşmasının sonunda özetle şu şekilde dedi:
(Bir zamanlar tarihte öyleki bir uygarlık vardı ki, o devrin en büyük medeniyetiydi. Bu uygarlık birçok kıtalara yayılmış, sınırları okyanustan okyanusa, şimal iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere kadar uzanmıştı. O medeniyetin tebaası olarak, değişik ırklardan, değişik dillerden, değişik kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı. Bu medeniyette konuşulan dillerden bir dil, dünyada fazlaca konuşulan bir dil haline gelmiş ve değişik kıtalardan insanoğlu içinde köprü olmuştu. Bu medeniyetin ordusundaki değişik milletlerden olan askerler, tebaasına ve dünyaya, dünyanın kim bilir hiçbir süre görmediği bir sulh sundu. Bu medeniyetin tacirleri, Latin ABD’dan Çin’e ve arada kalan tüm ülkelere ulaşmışlardı.
Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu medeniyetin mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar yapmışlar, matematik bilginleri, bilgisayarın temel algoritması olan algebrayı (cebiri) bulmuşlar ve kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları, hastalıklara yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay bilginleri gökyüzündeki yıldızları incelemişler ve onları isimlendirerek, bugünkü uzay çalışmalarının temellerini atmışlardı. Edipleri, hikâyeler yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin yazmadığı şekilde sevgi üzerine şiirler yazmışlardı.
Diğeri medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sıkıdüzen uygularken, bu uygarlık sürekli yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi, kültürü sürekli canlı tutmuştu. Sözünü ettiğim uygarlık, 800’den 1600 yılına kadar uzanan ve Osmanlı İmparatorluğu’nu da içine alan, Kanuni Sultan Süleyman’lar şeklinde hükümdarlar yetiştiren İslam medeniyetidir. Bu medeniyetin bizlere sunmuş olduğu miras, bugünkü Batı medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam matematikçilerinin yardımıyla vardır. Sufî yazar Mevlana şeklinde yazarlardan fazlaca şeyler aldık. Kanuni Sultan Süleyman şeklinde hükümdarlardan hoşgörü göstermeyi ve liderliği öğrendik. Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız.)
Netice:
Görülüyor ki, artık birçok batılı felsefeci, ilim ve politika adamları da, İslam dininin mükemmeliyetini kabul etmektedir. Peygamber efendimiz hakkında methiyeler söylemekte, Kur’an-ı kerimden, büyük bir saygı, büyük bir takdir, büyük bir hayranlıkla bahsetmektedirler; fakat bunlar, Kur’an-ı kerimi, Tanrı kitabı olarak değil, Muhammed aleyhisselamın yazdığı büyük ve kıymetli bir yapıt olarak kabul etmektedirler. Eğer bu şekilde olmasaydı, tüm bu hayranların Müslüman olmaları gerekirdi.Oysa Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kulumuza [Muhammed aleyhisselama] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz var ise, iddianızda doğru iseniz, Tanrı’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de desteğe çağırıp, haydi onun aynı bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.) [Bekara 23, 24](Kur’an, eşi aynı olmayan bir kitaptır. Ona önünden, arkasından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd etmiş olduğu yargı ve hikmet sahibi Tanrı tarafınca indirilmiştir.) [Fussilet 41-42](Tüm dinlerden üstün kılmak suretiyle, peygamberini, hidayet ve hak din İslam ile gönderen Odur. Şahid olarak Tanrı yeter.) [Feth 28]
(Napolyon şu şekilde diyordu:
Tanrı’ın varlığını ve birliğini, Musa peygamber kendi milletine, İsa peygamber Romalılara; fakat Muhammed peygamber tüm dünyaya bildirdi. Arabistan tamamıyla putperest olmuştu. İsa aleyhisselamdan altı yüzyıl sonrasında Muhammed peygamber kendisinden ilkin gelmiş olan İbrahim, İsmail, Musa ve İsa’nın Tanrı’ını Araplara tanıttı. Arapların yanına sokulan Aryenler, hakiki İsa dinini bozarak onlara Tanrı, Tanrı’ın oğlu, Ruhulkudüs şeklinde, kimsenin anlayamayacağı inançları yaymaya çalışıyor, doğunun sulh ve huzurunu tamamen bozuyorlardı. Muhammed peygamber onlara doğru yolu gösterdi. Araplara yalnız bir tek Tanrı bulunduğunu, Onun ne babası, ne de oğlu bulunmadığını, bu şekilde birkaç Tanrı’a tapmanın puta tapmaktan kalan saçma bir âdet bulunduğunu söyledi.)
Kitabın başka bir yerinde Napolyon’un, (O şekilde zannediyorum ki, yakında tüm dünyanın aklı başlangıcında kültürlü insanlarını bir araya biriktirerek bir hükümet oluşturmak ve bu hükümeti yönetmek imkânını bulacağım. Sadece Kur’anda yazılı olan esasların doğruluğuna inanıyorum. Bunlar, insanları bahtiyarlığa götürecektir) sözleri yazılıdır.
2- En büyük ilim adamlarından önde gelen İskoçyalı Thomas Carlyle (1795-1881), 14 yaşlarında üniversiteye girmiş, hukuk, edebiyat ve tarih okumuş, Almanca ve Doğu dillerini öğrenmiş, meşhur Alman edibi Goethe ile mektuplaşmış ve onu ziyaret ederek, ona İslamiyet ile alakalı düşüncelerini nakletmiştir.
Konferansından:
(Kur’anı okudukça, onun basit bir yazınsal yapıt olmadığını, derhal hissedersiniz. Kur’an-ı kerim, kalbden gelen ve öteki tüm kalblere derhal nüfuz eden bir eserdir. Öteki tüm eserler, bu çok büyük yapıt yanında, fazlaca sönük kalır. Kur’anın göze çarpan ilk karakteri, onun doğru ve muhteşem ve yol gösterici, dürüst bir rehber olmasıdır. Bence, Kur’anın en büyük meziyeti budur. Bu artam öteki birçok meziyetlere de yol açmaktadır.)
Gezi hatırasından:
(Almanya’da, dostum Goethe’ye, İslamiyet hakkında topladığım detayları ve bu husustaki düşüncelerimi anlatmıştım. Goethe beni dikkatle dinledi ve en sonunda bana, “Eğer İslam bu ise, tamamımız Müslüman olmalıyız” dedi.)
(Müslümanlar, en azametli ve muzaffer günlerinde bile, mutaassıp olmamıştır. İslamiyet, dünyayı yaratana ve Onun eserine fanatik olmayı emretmektedir. Batı, korkulu bir karanlık içindeyken, Doğuda parlayan göz kamaştırıcı İslam yıldızı, azap çeken dünyaya ışık, sulh ve rahatlık vermiştir. İslam dini, yalancı bir din değildir. Hindular bu dini dikkatle inceledikleri süre, onlar da, İslamiyet’i benim şeklinde seveceklerdir. Ben, İslam dininin Peygamberinin ve Onun yakınında bulunanların, iyi mi yaşadıklarını bildiren kitapları okudum. Bunlar, beni o denli etkilendirdi ki, kitaplar bittiği süre, bunlardan daha çok olmamasına üzüldüm. Ben şu kanaate vardım ki, İslamiyet’in hızlıca yayılması, kılıç sebebiyle olmamıştır. Aksine, her şeyden ilkin sadeliği, mantıki olması ve Peygamberinin büyük alçak gönüllülüğü, sözünü daima tutması, yakınlarına ve Müslüman olan her insana karşı sonsuz sadakati sebebiyle İslam dini birçok insanoğlu tarafınca seve seve kabul edilmiştir.
Müslümanlık, ruhbanlığı ortadan kaldırmıştır. İslamiyet, başından beri toplumsal adaleti emreden bir dindir. Hristiyanlığın birçok eksikleri olduğundan, türlü reformlar yapılmak zorunda kalındığı halde, Müslümanlığın ise ilk günündeki şeklinden, hiçbir şey değiştirilmemiştir.)4- Fransa’nın dünyaca tanınmış büyük ediplerinden ve devlet adamlarından önde gelen Lamartine, (1790-1869), vazifeyle tüm Avrupa’yı ve ABD’yı dolaşmış ve ayrıca, Sultan Abdülmecid han zamanında Türkiye’ye de gelmiştir.Lamartine, (Histoire de Turquie = Türkiye Zamanı) adlı eserinde diyor ki:
(Hazret-i Muhammed bir yalancı peygamber miydi? Onun eserlerini ve tarihini inceledikten sonrasında bunu düşünemeyiz; bundan dolayı yalancı peygamberlik iki yüzlülüktür. İki yüzlülükte inandırma kuvveti yoktur; iyi mi ki, yalanda da doğruluğun kudreti bulunmaz.
Mekanikte bir cisim atılmış olduğu süre onun varabileceği yer, fırlatma gücüyle orantılıdır. Bir tinsel ilhamın gücü de onun meydana getirmiş olduğu eserle orantılıdır. Bu kadar fazlaca şey taşıyan, bu kadar uzaklara kadar yayılan ve bu kadar uzun süre aynı kudrette devam eden İslamiyet yalan olması imkansız. Bunun fazlaca samimi ve fazlaca inandırıcı olması gerekir. Onun yaşamı, uğraşmaları, memleketinin hurafelerine ve putlarına kahramanca saldırıp onları parçalaması, puta tapan çoğunluğun hiddetlerine karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları halde, 13 yıl Mekke’de buna dayanması, hemşerileri içinde türlü hadiseler çıkartmak ve kendini adeta kurban yerine koymak şeklinde hallere tahammül etmesi, Medine’ye hicreti, durmadan yapmış olduğu teşvikler ve verdiği vaazlar, fazlaca üstün düşman güçleriyle yapmış olduğu savaşlar, kazanacağına olan itimatı, en büyük yıkım zamanında bile duyduğu insanüstü güvence, zaferde bile gösterdiği sabır ve tevekkül, dini bildiri etme azmi, sonsuz ibadeti, Tanrı ile mukaddes konuşmaları, ölümü, ölümünden sonrasında da devam eden şan ve şerefi, zaferleri, Onun hiçbir süre bir yalancı peygamber olmadığını, tam aksine büyük bir imana haiz bulunduğunu gösterir.
İşte bu imanı, Rabbine olan itimadı, Ona, ortaya iki yeni itikad, inanç koymasını sağlamış oldu: Biri, (Tek ve sonsuz varlık olan bir Tanrı’ın bulunmuş olduğu), ikincisi ise (Putların tanrı olmadığı) idi. Birincisiyle Araplara, o zamana kadar bilmedikleri, bir olan Allahı tanıtıyor, ikincisi ile de, o zamana kadar tanrı zan ettikleri putları onların elinden alıyordu. Özetlemek gerekirse, bir kılıç darbesi ile yalancı ilahları, putları kırıyor, bunun yerine onlara (Tek Tanrı) inancını yerleştiriyordu.
Hatip, peygamber, kanun koyucu, cenkçi, insan düşüncelerini etkisinde bırakan, yeni inanç esasları koyan ve yirmi büyük dünya imparatorluğu ile bir büyük İslam devleti kuran şahıs: İşte Muhammed peygamber budur! İnsanların büyüklüğü ölçmek için kullandıkları tüm ölçülerle ölçülsün; acaba Ondan daha büyük bir kişi var mıdır? Olması imkansız!)5- İslamiyet’ten ilkin Arabistan bir çöl ve orada oturan insanoğlu da yarı yırtıcı bedevilerdi. Putperesttiler. Birçok puta taparlardı. İlkel bir yaşam sürerlerdi. Kız çocuklarını diri diri gömmek şeklinde korkulu âdetleri vardı. İşte bu şekilde aciz, zavallı, yırtıcı olan bir kavim, onlara rehberlik eden Muhammed peygamber yardımıyla aniden değişmiş, tam bir medeniyete kavuşmuş, muhteşem bir gayretle 30 yıl içinde, doğuda Türkistan ve Hindistan, batıda İspanya olmak suretiyle akla şaşkınlık veren fazlaca kudretli bir İslam devleti meydana getirmiştir. İlimde, fende ve medeniyette son aşama ilerlemişler, o zamana kadar bilinmeyen birçok şeyler keşfetmişlerdir. İlim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o denli ileri gitmişlerdi ki, Papalar bile Endülüs Üniversitelerinde okuyor, dünyanın her tarafınca koşup gelenler, bu üniversitelerde fen ve tıp öğrenim ediyorlardı.
(O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hristiyanlık onları barbarlıktan kurtaramamıştı. Hristiyan dininin başaramadığını, İslam dini başardı. İspanya’ya gelen Araplar, ilkin onlara yıkanmasını öğrettiler. Sonrasında, onların üstündeki parça parça olmuş, bitlenmiş hayvan postlarını çıkararak, temiz, güzel elbiseler giydirdiler. Evler, konaklar, saraylar yaptılar. Onları okuttular. Üniversiteler kurdular. Hristiyan tarihçiler, İslam’a karşı olan kinlerinden dolayı, bu hakikati gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette Müslümanlara ne kadar borçlu bulunduğunu bir türlü itiraf edemezler.)
6- Almanya’da Stuttgart şehrinde 1888’de yayınlanmış olan Kürschner ansiklopedisinin (Muhammed ve İslam dini) ile alakalı yazısından bir kısmı şu şekilde:
(Hazret-i Muhammed, oldukça güzel huylu, güler yüzlü, kibar tavırlı ve fazlaca dürüst bir zattı. Daima öfke ve şiddetten firar etmiş, hiçbir süre zulüm yapmamıştır. Müslümanların daima iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennete iyi davranış ve sabırla gidileceğini bildirmiştir. Doğru sözlülüğün, merhametin, fakirlere yardımın, misafirperverliğin, şefkatin, Müslümanlığın esas temelleri bulunduğunu beyan etmişti. Daima kanaat ile yaşamış, debdebe ve gösterişten kaçınmıştır. Müslümanlar içinde hiçbir derslik farkı tanımamış, en yoksul bir Müslümanın bile hatırını gözetmiştir. Büyük bir yoksulluk olmayınca, zora başvurmamış, tüm meseleleri tatlılıkla, anlaşmayla, tembih ve izahla halletmeye uğraşmış ve başarıya ulaşmış olmuştur. 630’da yeniden Mekke’ye dönerek, bu şehri kolayca fethetmiş ve fazlaca kısa süre içinde, yırtıcı Arapları, dünyanın en uygar insanları haline getirmiştir.)7- 1893–1898 seneleri içinde İstanbul’da İngiltere elçiliği birinci kâtibi olan Sir Charles Eliot 1900’da basılan (Turkey in Europe = Avrupa’da Türkiye) adlı eserinin (Müslümanlık dini) kısmında şu şekilde demektedir:
(İsa peygamberin mülkü, bu dünya değildi. Eğer Hristiyanlık, belli bir hükümet yada teşekküle bağlı olsaydı, bu din arada kaynar giderdi. Müslümanlıkta ise, bunun tamamen aksi olduğu görülür. Muhammed peygamber, yalnız bir din adamı değil, bununla beraber, fazlaca büyük bir liderdi. Kendisini ziyarete gelenler, Ona karşı, Papa’ya ve Sezar’a duyulan saygıların birleşimi halinde bir saygı duyarlardı. Muhammed peygamber, daima dikkatli bir devlet adamı olmuş, yapmış olduğu olağanüstü işlere ve tüm olağanüstü özelliklerine karşın, kendisinin tevazu sahibi bir insan bulunduğunu söylemiştir. Hayatında hiçbir hatası yoktur.)
Sir Eliot devam ederek diyor ki:
(Müslümanlığın en güzel bir tarafı da, vatandaşları ve yabancıları birbirinden ayırmayışıdır. İslamiyet’in insana verdiği ehemmiyet fazlaca büyüktür. Örneğin, İslamiyet’e inananların en güzel örneklerinden olan Türk askeri, son derecede komut dinler. Öteki milletlerde bu şekilde bir asker nerede ise yoktur. Türk askerinin disiplini, amirlerine itaat etmesi, cesareti, onun Müslüman oluşundan ileri gelmektedir. Bu güzel huyları ona Müslümanlık öğretmektedir. Müslümanlık bununla beraber, (Zekât vermek) yardımıyla, insanoğlu içinde (servet birliği)ni de kurmakta, birçok felaketlere sebep olan varlıklı yoksul farkını kaldırmaya çaba etmektedir. Bu haşmetli din, her insanın anlayacağı kadar basittir. Muhammed peygamberin yaşamı üstünde insaflı ve etraflı incelem yapmış olanlar, Ona karşı büyük bir muhabbet ve saygı duyarlar.)
8- Fransa’nın Touraine şehrinde dünyaya gelecek olan İtalyan asıllı Fransız devlet adamı Henri A. Ubicini, senelerce Türkiye’de kalmış olup, 1851 de Paris’te gösterilen (La Turquie Actuelle = Bugünkü Türkiye) eserinde, İslam dini hakkında şu şekilde demektedir:
(İslam dini, insanlara şefkat ve algı emreder. Avrupa’nın (dinsiz) diye sinesinden attığı bahtsız insanoğlu, padişahın misafiri oldular ve Müslüman Türk dünyasında, vatanlarında yoksun oldukları, özgürlük ve güvenlik içinde yaşadılar. Tüm din mensupları, burada aynı adaleti ve şefkati gördüler. Türklere ve Müslümanlara barbar diyen Avrupalı, onlardan misafirperverlik ve insanlık dersi aldı. 16. asırda yaşamış olan bir yazar, “Ne gariptir, ben İslam ülkelerini gezdim. Barbar dediğimiz Müslümanların şehirlerinde ne kaba kuvvet, ne de katliam gördüm. Her insanın hakkına saygı gösteriyorlar. Gariplere destek oluyorlar. Büyük ufak, Hristiyan, Yahudi yada Müslüman, hatta dinsiz olsun, aynı adaleti ve merhameti buluyor” demektedir. Ben de ona katılıyorum.)9- Dünyanın en büyük şirketlerinden HP‘nin yönetim kurulu başkanı Hanımefendi Carly Fiorina, ana konuşmacı olarak davet edilmiş olduğu, (Teknoloji, piyasalar ve yaşam tarzımız: Gelecekte neler olacak?) temalı konferansta yapmış olduğu konuşmasının sonunda özetle şu şekilde dedi:
(Bir zamanlar tarihte öyleki bir uygarlık vardı ki, o devrin en büyük medeniyetiydi. Bu uygarlık birçok kıtalara yayılmış, sınırları okyanustan okyanusa, şimal iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere kadar uzanmıştı. O medeniyetin tebaası olarak, değişik ırklardan, değişik dillerden, değişik kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı. Bu medeniyette konuşulan dillerden bir dil, dünyada fazlaca konuşulan bir dil haline gelmiş ve değişik kıtalardan insanoğlu içinde köprü olmuştu. Bu medeniyetin ordusundaki değişik milletlerden olan askerler, tebaasına ve dünyaya, dünyanın kim bilir hiçbir süre görmediği bir sulh sundu. Bu medeniyetin tacirleri, Latin ABD’dan Çin’e ve arada kalan tüm ülkelere ulaşmışlardı.
Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu medeniyetin mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar yapmışlar, matematik bilginleri, bilgisayarın temel algoritması olan algebrayı (cebiri) bulmuşlar ve kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları, hastalıklara yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay bilginleri gökyüzündeki yıldızları incelemişler ve onları isimlendirerek, bugünkü uzay çalışmalarının temellerini atmışlardı. Edipleri, hikâyeler yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin yazmadığı şekilde sevgi üzerine şiirler yazmışlardı.
Diğeri medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sıkıdüzen uygularken, bu uygarlık sürekli yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi, kültürü sürekli canlı tutmuştu. Sözünü ettiğim uygarlık, 800’den 1600 yılına kadar uzanan ve Osmanlı İmparatorluğu’nu da içine alan, Kanuni Sultan Süleyman’lar şeklinde hükümdarlar yetiştiren İslam medeniyetidir. Bu medeniyetin bizlere sunmuş olduğu miras, bugünkü Batı medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam matematikçilerinin yardımıyla vardır. Sufî yazar Mevlana şeklinde yazarlardan fazlaca şeyler aldık. Kanuni Sultan Süleyman şeklinde hükümdarlardan hoşgörü göstermeyi ve liderliği öğrendik. Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız.)
Netice:
Görülüyor ki, artık birçok batılı felsefeci, ilim ve politika adamları da, İslam dininin mükemmeliyetini kabul etmektedir. Peygamber efendimiz hakkında methiyeler söylemekte, Kur’an-ı kerimden, büyük bir saygı, büyük bir takdir, büyük bir hayranlıkla bahsetmektedirler; fakat bunlar, Kur’an-ı kerimi, Tanrı kitabı olarak değil, Muhammed aleyhisselamın yazdığı büyük ve kıymetli bir yapıt olarak kabul etmektedirler. Eğer bu şekilde olmasaydı, tüm bu hayranların Müslüman olmaları gerekirdi.Oysa Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kulumuza [Muhammed aleyhisselama] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz var ise, iddianızda doğru iseniz, Tanrı’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de desteğe çağırıp, haydi onun aynı bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.) [Bekara 23, 24](Kur’an, eşi aynı olmayan bir kitaptır. Ona önünden, arkasından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd etmiş olduğu yargı ve hikmet sahibi Tanrı tarafınca indirilmiştir.) [Fussilet 41-42](Tüm dinlerden üstün kılmak suretiyle, peygamberini, hidayet ve hak din İslam ile gönderen Odur. Şahid olarak Tanrı yeter.) [Feth 28]
Bir önceki yazımız olan Dinde zorlama yoktur başlıklı makalemizde dinde, yoktur ve zorlama hakkında bilgiler verilmektedir.