CEVAP
Musa Carullah reformcudur, dini değişiklik yapmak istiyor. Onun sözünün asla önemi olmaz.
İbadetlerin dünyevi faydalarını, hikmetlerini, Allahü teâlâ kasten bildirmedi. O süre yararını anlayıp emri yapınca, Tanrı’ın emri için değil, o ibadetin faydası için yapılmış olur. Bu da yakarma olmaz.
Yalnız yakarma değil, inanç bile böyledir. İslam âlimleri imanı şöyleki tanım ediyorlar:
İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan onaylama etmek şu demek oluyor ki kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğundan onaylama etmek, aklı onaylama etmek olur, Resulü onaylama etmek olmaz. Ya da Resulü ve aklı beraber onaylama etmek olur ki, o süre Peygambere güven tam olmaz. Tam olmayınca, inanç olmaz. Allahü teâlâ mealen buyuruyor ki:
(O muttakiler gayba [görmeden Resulümün bildirdiği her şeye] inanç ederler.) [Bekara 3]
Allahü teâlânın Resulü de buyuruyor ki:
(Dini [dinin emir ve yasaklarını] aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur.) [Taberani]
Nazara şu demek oluyor ki göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen şuaların iş yaptığını açıklıyor. Sözgelişi bir kumanda ile TV’yi, radyoyu yada arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Zira bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Ya da şua ile beraber Peygambere inanıyor. Şu demek oluyor ki fen kabul etmiş olduğu için, şuaların tesirini gözü ile görmüş olduğu için inanıyor ki bu inanç olmaz. Dinde bildirilen her şeyi, fen kanıtlama edemese de, yarar yada zararını gözü ile görmese de, gene inanmak lazımdır. Hakiki inanç gayba inanmaktır şu demek oluyor ki görmeden inanmaktır. Gördükten sonrasında artık o inanç olmaz. Gördüğünü itiraf etmek olur.
İslamiyet’e uymaya, tapınmak denir. Müslümanlar, Allahü teâlâ emrettiği için, vazifeleri olduğundan yakarma eder. İslamiyet’in emirlerinde ve yasaklarında, kulların dünyaları ve ahiretleri için nice faydalar bulunmakla birlikte, yakarma ederken, Allahü teâlânın emri bulunduğunu, kulluk vazifesi bulunduğunu niyet etmek, düşünmek lazımdır. Bu şekilde düşünmeden meydana getirilen iş, yakarma olmaz. Din ile ilişiği olmayan rahat bir iş olur. Sözgelişi, namaz kılan kimse, Allahü teâlânın emrini yerine getirmeyi ve kulluk vazifesini yapmayı niyet etmeyip, namazın bir jimnastik, gövde terbiyesi bulunduğunu düşünerek kılarsa, namazı sahih olmaz. İbadet yapmış olmaz. Spor yapmış olur.
Oruç tutanın da, yalnız mideyi dinlendirmeyi, perhiz yapmayı düşünmesi, orucun sahih ve makbul olmamasına sebep olur. Muharebe eden, canını tehlikeye koyan bir Müslüman da, Tanrı’ın dinini kuvvetlendirmek, İslamiyet’i yeryüzüne yaymak ve İslam düşmanlarını kırmak için değil de, şan ve onur, mal ve aşama için dövüşürse, yakarma yapmış olmaz. Cihad sevabı kazanmaz. Ölürse şehit olmaz. Haram olduğundan değil de, bedenine zarar verdiği için alkollü içkileri bırakan adam sarhoşluk günahından kurtulamaz. Frengi, belsoğukluğu ve AIDS benzer biçimde hastalıklara yakalanmamak için, zinadan sakınan kimse de, İslamiyet’te, afif, temiz sayılmaz. Zira bunlar haram için tevbe etmemişlerdir.
İbadetleri âdetten ayırmak için, dünya menfaatlerini şu demek oluyor ki ibadetlerin ne benzer biçimde bizlere dünya faydası getireceğini düşünmemek şarttır. Tanrı için ve ahiret menfaati için meydana getirilen şeyler, yakarma olur. Dünya menfaati için meydana getirilen şeyler, âdet sayılır.
İbadet etmek, dünya menfaatleri üstüne kurulmaz. Üç ayet-i kerime meali:
(Ahiret için çalışanların kazançlarını arttırırız. Dünya menfaati için çalışanlara da, [sağlık, para,şöhret gibi] dünya nimetlerini veririz. Fakat, ahirette bunların eline bir şey geçmez.) [Şura 20]
(Menfaatleri ve lezzetleri acele geçen, tükenen dünyayı isteyenlerden, dilediğimize, istediğimizi veririz. Ahiret menfaatleri için çalışan müminlerin mükafatları boldur.) [İsra 18,19]
(Yalnız dünya için yaşamak, eğlenmek isteyenlerin çalışmalarının karşılığını, hiçbir şey esirgemeden [sağlık, para, makam, şöhret gibi] kucak kucak veririz. Bunlara ahirette yalnız Cehennem ateşi vardır. Emekleri hep boşa gider. Yalnız dünya için yaptıkları işlerine, ahirette bir karşılık verilmez.) [Hud15, 16]
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Her iyilik, niyetine nazaran değerlendirilir.) [Buhari](Tanrı’tan başkası için kim ne işledi ise, karşılığını git ondan iste denilecektir.) [İbni Mace]
(Allahü teâlâ, ahiret için meydana getirilen iyiliklere dünyada da mükafat verir. Fakat, yalnız dünya için meydana getirilen işlere ahirette asla mükafat vermez.) [Faideli Bilgiler]
Dinin buyruk ve yasaklarının ahiretteki faydalarıyla beraber dünyadaki faydalarını, toplumsal iyiliklerini de düşünmek yasak değildir. Hatta, bu yararları, dönemin yeni detayları ile açıklayarak anlatmak, din adamlarının vazifesidir. Fakat, bu işin yeri, fıkıh kitapları değildir. Zira fıkıh bilimsel, Müslümanlara dini vazifelerini öğretir. Usul-i fıkıh da, bu vazifelerin dört ana kaynaktan iyi mi çıkarıldığını gösterir. İslamiyet üstüne yürütülecek toplumsal düşüncelerin ise Müslümanlardan ziyade, din düşmanlarına karşı müdafa silahı ve yarış aracı olarak hazırlanması gerekir. İslamiyet’in buyruk ve yasaklarının, dünyada olan faydalarını ve iyiliklerini Müslümanların da bilmesi elbet faydalıdır. Sadece, Müslümanların yalnız bilmekte kalması lazım olup, ibadetleri dünya yararları üstüne bina etmek derecesine gelmemelidir. Bu şekilde olursa, ibadetler bozulur. İslamiyet’in istediği vazifelerde dünya için ne kadar yarar bulunursa bulunsun, bu tarz şeyleri yalnız Allahü teâlânın emri olduğundan ve ahirette, azaptan kurtulmak için yapmak lazımdır. Bu şekilde niyet olunca, dünya faydalarının ek olarak düşünülmesi de, zarar vermez.Dinin buyruk ve yasaklarının dünyadaki yararları, iyilikleri pek açık olmasına karşın, Aden ve Cehenneme inanan, dünya menfaatlerini hatırına bile getirmez. Ahiretteki sonsuz saadetler ve sonsuz felaketler karşısında dünyanın gelip geçici zevk ve acılarının aslına bakarsanız asla kıymeti yoktur.
İnsanların, sağlam ve rahat, neşeli yaşamaları ve ahirette sonsuz mutluluğa kavuşmaları için Allahü teâlâ, insanlara lüzumlu tüm nimetleri yarattı. Bunlardan iyi mi yararlanacağımızı, iyi mi kullanacağımızı, Peygamberleri aracılığı ile gönderilmiş olduğu kitaplarında bildirdi. Bu bilgilere Din denir.
İslamiyet’in koyduğu kurallar, yalnız ahirette değil, dünyada da rahat içinde yaşamaya sebep olur. Bir ateist bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat ve rahatlık içinde olur. Sözgelişi, bir eczanede yüzlerce ilaç vardır. Her ilacın kutusunda tarifesi vardır. İlacı, tarifeye uygun kullanan, yararını, tarifeye uymayan zararını görür. Yeni bir makine, aygıt yapım edilince, içine prospektüsü [tanıtım yazısı, tarifesi] konur. O aleti meydana getiren, aletin sıhhatli çalışabilmesi için nelere dikkat edilmesi icap ettiğini bilir. İnsanları yoktan yaratan da, onun sıhhatli çalışabilmesi için ne yapması icap ettiğini elbet bilir. Kur’an-ı kerimde, (Yaratan asla bilmez mi?) buyuruluyor. (Mülk 14)
İşte İslam ahlakına uygun yaşayan insan, inanmasa bile Tanrı’ın yarattığı nimetlerden yarar görür. Branşında uzman olan bilim adamı, incelemiş olduğu süre İslamiyet’in o hususta bildirdiği kuralın faydalarını bulur. Yabancı bir bilim adamı diyor ki: (Namazdaki hareketler gövde için oldukça yararlı jimnastik hareketleridir. Gün gelecek, doktorlar bunu reçetelerine yazacaklardır.)
Oruç, zekat, sadaka [yardımlaşma], sünnet olmak, temizlik, azca yiyip azca içmek, azca uyumak, istişare, kanaat, tevekkül, sabır, kul hakkı, hakkaniyet için yazılıp çizilenleri oldukça şahıs biliyor. Bunların tam ve en iyi şekli İslam ahlakında vardır. Bir ateist bile bu tarz şeyleri uygulasa dünyada yararını görür. Müslüman olarak uygularsa, o süre kalbinde sevgiden hasıl olan Tanrı korkusu da olacağı için, asla kimse olmasa bile, asla kimse anlamasa bile, asla kimse yakalayamasa bile, bu kurallar dışına çıkmaz, başkasına zarar vermez. Veriyorsa, sevgisinde, kusur var anlama gelir. Bunun suçu da kurallarda değil, kendisindedir.
İbadet kul için dünyada ve ahirette yarar, haram da zarar anlama gelir. Buna karşın buyruk ve yasakları yarar ve zarar üstüne bina etmeye çalışmak, Tanrı’a ve Resulüne şu demek oluyor ki dine inanmamak hastalığından ileri gelmektedir. Aslına bakarsan sınav burdadır. Kim Tanrı için meydana getirecek, kim nefsi için meydana getirecek?
Bir önceki yazımız olan İki kat sevap alanlar başlıklı makalemizde alanlar ve sevap hakkında bilgiler verilmektedir.