Sual: Ef’âl-i mükellefîn ne anlamına gelir?
CEVAP
Müslümanın yapması ve sakınması ihtiyaç duyulan, İslam dininin bildirdiği komut ve yasakların hepsine Ef’âl-i mükellefîn denir. Buna İslamî hükümler de denir.
Bir müslümanın dinde yapması ve sakınması ihtiyaç duyulan işler sekiz çeşittir: Bunlar:
Farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh, müfsid.
1- FARZ
Yapılması açıkça ve kati olarak bildirilen dinin emirlerine farz denir. Farzları terk etmek haramdır, kısaca büyük günahtır.
Farz iki çeşittir:
Farzı Ayn: Her Müslümanın bizzat kendisinin yapması lazım olan farzdır. Örneğin, inanç etmek, beş zaman namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, varlıklı ise zekat vermek ve hacca gitmek, farzı ayndır. [32 farz ve 54 farz meşhurdur.]
Farzı Kifaye: Bir yada birkaç Müslümanın yapması ile diğerlerinin sorumluluktan kurtulmuş olduğu farzlardır. Verilen selamı almak, cenazeyi yıkamak, cenaze namazı kılmak, sanatına, ticaretine lazım olandan fazla din ve fen bilgilerini öğrenmek şeklinde farzlar böyledir.
2- VACİP
Yapılması farz şeklinde kati olan emirlere denir. Bunların delilleri farz şeklinde açık ve kati değildir. Vitir namazını ve Bayram namazlarını kılmak, varlıklı olunca kurban kesmek, sadaka-i fıtr vermek vaciptir. Vacibin hükmü farz gibidir. Vacibi terk etmek, tahrimen mekruhtur. Vacip olduğuna inanmayan kâfir olmaz. Fakat, yapmayan azaba layık olur.
3- SÜNNET
Peygamber efendimizin yapılmasını övdüğü, ya da devam suretiyle kendisinin yapmış olduğu veyahut yapılırken görüp de engel olmadığı şeylere “Sünnet” denir. Sünneti beğenmemek küfürdür. Beğenip de yapmayana azap olmaz.
Sünnet iki çeşittir:
Sünnet-i Müekkede: Peygamber efendimizin sürekli yaptıkları, pek azca terk ettikleri güçlü sünnetlerdir. Sabah namazının sünneti, öğlenin ilk ve son sünnetleri, akşam namazının sünneti, yatsı namazının son iki rekat sünneti böyledir. Bu sünnetler, asla özürsüz terk olunmaz.
Sünnet-i gayri müekkede: Peygamber efendimizin, yakarma maksadı ile ara sıra yaptıklarıdır. İkindi ve yatsı namazlarının dört rekatlık ilk sünnetleri böyledir. Bunlar oldukça kere terk olunursa, bir şey lazım gelmez. Beş-on kimseden biri işlese, öteki Müslümanlardan sakıt olan sünnetlere de “Sünnet-i alel-kifaye” denir. Slm vermek, ezan okumak şeklinde.
4- MÜSTEHAP
Peygamber efendimizin sevilmiş olduğu, beğenmiş olduğu hususlardır. Doğan çocuk için akika hayvanı kesmek, güzel giyinmek, güzel koku sürünmek müstehaptır. Bu tarz şeyleri yapana sevap verilir, yapmayan günaha girmez.
5- MUBAH
Yapılması komut olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere mubah denir. İyi niyetle işlenmesinde sevap, fena niyetle işlenmesinde azap vardır. Uyumak, helalinden çeşitli şeyler yiyip içmek, helalinden çeşitli elbiseler giyinmek şeklinde işler, mubahtır. Bunlar, İslamiyet’e uymak, emirlere sarılmak niyetiyle yapılırsa sevap olur. Sağlıklı olup, yakarma hayata geçirmeye niyet ederek, yiyecek içmek böyledir.
6- HARAM
Dinimizde “yapmayınız” diye açıkça yasak edilen şeylerdir. Haramların yapılması ve kullanılması kesinlikle yasaklanmıştır. Haram olan şeyleri terk etmek, onlardan sakınmak farzdır ve oldukça sevaptır.
Haram iki çeşittir:
Haram li-aynihi: Adam öldürmek, kumar oynamak, şarap ve her türlü alkollü içki içmek, yalan söylemek, hırsızlık yapmak, domuz eti, kan ve leş yiyecek şeklinde şeyler haram olup, büyük günahtır.
Haram li-gayrihi: Bunlar asılları itibariyle helal olup, başkasının haklarından dolayı haram olan şeylerdir. Örneğin bir kişinin bağına girip, sahibinin izni yok iken meyvesini koparıp yiyecek, ev eşyasını ve parasını çalıp kullanmak, emanete hıyanet etmek, rüşvet, faiz ve kumar ile mal, para kazanmak şeklinde. Haramlardan kaçınmak, yakarma yapmaktan daha oldukça sevaptır. Onun için haramları öğrenip, kaçınmak lazımdır.
7- MEKRUH
İbadetlerin sevabını gideren şeylere mekruh denir.
Mekruh iki çeşittir:
Tahrimen mekruh: Vacibin terkidir. Harama yakın olan mekruhlardır. Bu tarz şeyleri yapmak azabı gerektirir. Güneş doğarken, tam tepede iken ve batarken namaz kılmak şeklinde. Bu tarz şeyleri kasıtla işleyen asi ve günahkâr olur. Cehennem azabına layık olur. Namazda vacipleri terk edenin, tahrimen mekruhları işleyenin, o namazı geri vermesi vaciptir. Eğer unutarak işlerse, secde-i sehv, kısaca unutma secdesi gerekir.
Tenzihen mekruh: Mubah, kısaca helal olan işlere yakın olan, ya da, yapılmaması yapılmasından daha iyi olan işlerdir. Gayri müekked sünnetleri yada müstehapları yapmamak şeklinde.
8- MÜFSİD
Dinimizde, meşru olan bir işi yada başlanmış olan bir ibadeti bozan şeylerdir. İmanı ve namazı, nikahı ve haccı, zekatı, alış ve satışı bozmak şeklinde. Örneğin, dine imana sövmek sövgü olup, imanı bozar. Namazda gülmek, abdesti ve namazı bozar. Oruçlu iken bilerek yiyecek, içmek orucu bozar.
Farzları, vacipleri ve sünnetleri yapana ve haramdan, mekruhtan sakınana sevap verilir. Haramları, mekruhları icra eden ve farzları, vacipleri yapmayana günah yazılır. Bir haramdan sakınmanın sevabı, bir farzı yapmanın sevabından kat kat çoktur. Bir farzın sevabı, bir mekruhtan sakınmanın sevabından çoktur. Mekruhtan sakınmanın sevabı da, sünnetin sevabından çoktur.
Dinin delilleri
Sual: Ef’âl-i mükellefin, kısaca, farz, vacib, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh, müfsid olan hükümler, âyet ve hadisten iyi mi çıkartılıyor?
CEVAP
Ahkam-ı İslamiye’yi bildiren deliller dörttür:
1- Sübutu [sabit olması] ve delaleti [işareti] kati [kesin] olanlar. Açık anlaşılan âyetler ve tevatürle [sözbirliği ile] bildirilmiş açıkça anlaşılan hadis-i şerifler böyledir. Bunlar farz ile haramları bildirir. Örneğin namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hac etmek şeklinde farzlar, âyet-i kerimelerde açıkça bildirilmiştir. Namazın beş zaman olduğu ve iyi mi kılınacağı da, mütevatir hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Leş, domuz, kan, şarap şeklinde haramlar âyet-i kerimelerde açıkça bildirilmektedir. Köpek, aslan şeklinde hayvanların haram olması da, mütevatir hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.
2- Sübutu kati olup, delaleti zanni olanlar. Açıkça anlaşılamayan âyetler böyledir. Bunlar vacib ile tahrimen mekruhu bildirirler. Örneğin (Kurban kes) âyet-i kerimesinin sübutu katidir, fakat delaleti [herkesin kurban kesmesi gerektiğinin bildirilmesi] zannidir. Bunun için kurban kesmek vaciptir.
3- Sübutu zanni, delaleti kati olanlar. Bir sahabinin bildirdiği açık hadisler böyledir. Bunlar da vacib ile tahrimen mekruhu bildirirler.
4- Sübutu de, delaleti de zannidir. Bir sahabinin bildirdiği, açık anlaşılamayan hadisler böyledir. Sünnet ile müstehabı ve tenzihi mekruhu bildirir. (Tam İlmihal)
Bülüğ çağı
Sual: Adam evlatları için büluğ çağına girmenin minimum ve maksimum yaşı var mıdır?
CEVAP
Maksimum yaş 15 tir, 15 ini doldurmuş olduğu halde, büluğa ermese de ermiş kabul edilir, dini emirlerini yapmakla yükümlüdür. Eğer daha aşağı yaşlarda büluğa ermişse, büluğa ermiş anlamına gelir. Bu iklime ve beslenmeye bağlıdır. Bu yaş genel anlamda 12 dir. Erkeklerde daha aşağısında olmaz. 12 yaşlarında olan oğlan ve 9 yaşlarında olan kız, bâlig bulunduğunu söyleyince kabul edilir.
Gençlik ve yaşlılık
Sual: Gençlik ve ihtiyarlık süreci hangi yaşlar arasındadır?
CEVAP
Otuz yaşından ufak olana genç,
otuz ile elli içinde olana erişkin,
elli yaşından yukarı olana yaşlanmış,
yetmişten sonrasında ise pir-i fâni denir.
Hepimiz aklı nispetinde görevli olur
Sual: İslam dininin emirleri her insana hitap ediyor; fakat her insanın aklı aynı olmadığına, kimi akılsız olduğuna bakılırsa, her insanın aynı şeylerden görevli tutulması doğru olur mu?
CEVAP
Hepimiz aklı nispetinde görevli olur. Aklı asla yoksa kısaca deliyse, asla görevli olmaz. Aklı azsa, anladığı kadar görevli olur. Allahü teâlâ asla hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını görevli tutmaz. İki âyet-i kerime meali:
(Tanrı sizin için kolaylık ister, güçlük istemez.) [Bekara 185]
(Ey Rabbimiz, bizlere gücümüzün yetmediği işleri yükleme!) [Bekara 286]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(İnsanların yaptıkları hayırların mükâfatı, akılları nispetinde verilir.) [Ebu-ş-şeyh]
Sual: Sağır ve dilsiz kimse yükümlü midir?
CEVAP
Yükümlü değildir. Eğer anlamış olur ise ve öğrenirse yükümlü olur. Şimdi okulları var, öğrenmeleri mümkün olabilir. Idrak etmek öğrenmek esastır.
Büluğa ermeyen çocuk
Sual: Büluğa ermemiş bir çocuk, yapmış olduğu ibadetlerin sevabına kavuşur mu ve işlediği günahlar yazılır mı?
CEVAP
Çocuğa hiçbir yakarma farz değildir. Hiçbir şey haram değildir. İbadetlerinin sevablarına kavuşur. Bir kimse, bir çocuğa imam olunca, cemaat sevabı hâsıl olur. (Uyun-ül-besair)
Evlatların işledikleri sevabların babalarına yazılacağını bildiren âlimler de vardır.
Sual: Haramın, helalin tarifleri, din kitaplarında vardır fakat özetlemek gerekirse bu tarz şeyleri iyi mi anlamalıyız, ifade etmeliyiz?
Yanıt: Haram demek, her şeyin Sahibi ve Hâlıkı, Yaratıcısı olan Allahü teâlânın, bir şeyi kullanmaya izin vermemesi, yasak etmesi anlamına gelir. Helal ise, o yasak düğümünün çözülmesi, izin verilmesi anlamına gelir
İbadetlerin önemine bakılırsa sıralaması
Sual: Dinimizin yakarma olarak emrettikleri nedir, bunların önemine bakılırsa sıralaması nasıldır?
Yanıt: Bu mevzuda İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Meşrû’ât, kısaca ibadetler, Müslümanlara yapılması emrolunan şeyler, dört kısımdır: Farz, vacib, sünnet, nafile. Allahü teâlânın açık olarak bildirdiği emirlerine Farz; açık olmayıp, zan ederek anlaşılan emirlerine Vacib denir. Farz yada vacib olmayıp, Resûlullah Efendimizin kendiliğinden emrettiği yada yapmış olduğu ibadetlere Sünnet denir. Bu tarz şeyleri sürekli yaparak, nadiren terk etmiş ve terk edenlere bir şey dememiş ise, Sünnet-i hüdâ yada Müekked sünnet denir. Bunlar, İslâm dininin şiârıdır kısaca, bu dine mahsusturlar. Başka dinlerde yoktur. Vacipleri terk edeni görünce, terk etmesine mâni olurdu. Kendisi ara sıra terk etmiş ise, Sünnet-i gayr-ı müekkede denir. Müekked sünneti, özürsüz olarak sürekli terk etmek mekruh, ufak günah olur. Allahü teâlâ, tüm ibadetlere sevap vereceğini vadetti, yemin etti. Fakat, ibadete sevap verilmesi için, niyet etmek lazımdır. Niyet, emre itaat ve Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek anlamına gelir.
Bu üç kısım ibadeti belli zamanlarda hayata geçirmeye Eda etmek denir. Zamanında yapmayıp, vakit geçtikten sonrasında hayata geçirmeye Kaza etmek denir. Eda yada kaza ettikten sonrasında, kendiliğinden yine hayata geçirmeye Nafile yakarma denir. Farzları ve vacibleri nafile olarak yapmak, müekked sünnetleri yapmaktan daha oldukça sevap olur.
Resûlullah Efendimizin yakarma olarak değil de, âdet olarak, sürekli yapmış olduğu şeylere Sünnet-i zevaid denir. Elbiseleri, oturması, kalkması, iyi şeyleri hayata geçirmeye sağdan başlaması böyledir. Bu tarz şeyleri yapanlara da sevap verilir. Bunlara sevap verilmesi için, niyet etmek lazım değildir. Niyet edilirse, sevapları çoğalır. Zevaid sünnetleri ve nafile ibadetleri terk etmek mekruh olmaz.”
Bunlarla birlikte, âdete bağlı şeylerde de Resûlullah Efendimize doğal olarak olmak, dünyada ve ahirette, insana oldukça şey kazandırır ve çeşitli saadetlere neden olur.
Resûlullah efendimizin yaptıkları
Sual: Peygamber efendimizin her yapmış olduğu şeyler de yakarma midir, bir Müslümanın bunların hepsini yapması gerekir mi?
Yanıt: Resûlullah efendimizin yapmış olduğu ve kaçındığı şeyler iki kısımdır:
Birisi, yakarma olarak yapmış olduğu ve kaçındığı, yapmadığı şeylerdir. Her Müslümanın bunlara doğal olarak olması lazımdır. Bunlara uymayan şeyler bidattir.
İkincisi, tane olarak kısaca bulundukları şehrin ve o memleketlerdeki insanların yapmakta oldukları şeylerdir. Bu tarz şeyleri da beğenmeyen, çirkin diyen, kâfir olur. Fakat, bu tarz şeyleri yapmak, mecburi değildir. Bunlara uymayan şey, bidat değildir. Bu tarz şeyleri yapmış olup yapmamak, memleketlerin ve insanların âdetlerine bağlıdır. Mubah kısmındandırlar, din ile bağlılıkları yoktur. Her memleketin âdeti, başka başkadır. Hatta, bir memleketin âdeti, zaman içinde değişmiş olur. Tüm bunlarla birlikte, âdete bağlı şeylerde de Resûlullah efendimize doğal olarak olmak, dünyada ve ahirette insana oldukça şey kazandırır ve çeşitli saadetlere neden olur.
Farz ile vacip arasındaki fark
Sual: Farz ve vacip içinde ne şeklinde bir fark vardır?
Yanıt: Bu mevzuda Redd-ül-muhtârda vitir namazı anlatılırken deniyor ki:
“İnanması, yapması farz olan emirlere Farz denir. Farz olduğuna inanmayan, kâfir olur. Yapmayan, tevbe etmezse, Cehennem azabı çeker. İnanması farz olmayıp, vacip olan, yapması farz olan emirlere Vacip denir. Vacib olduğuna inanmayan kâfir olmaz. Vacibi yapmayan da, tevbe etmezse, Cehennemde azap çeker. Vacibin, yakarma ve yapılması lazım olduğuna inanmayan kâfir olur. Bu sebeple, vacip olduğu, söz birliği ile, zaruri olarak bildirilmiştir. Kur’ân-ı kerimde kati kanıt kısaca açıkça bildirilmiş ve söz birliği ile anlaşılmış emirlere farz denir. Kur’ân-ı kerimde şüpheli kanıt kısaca açık olmayarak bildirilmiş yada bir sahabinin bildirmesi ile anlaşılmış olan emirlere vacip denir.”
Bir önceki yazımız olan Emr-i marufla ilgili çeşitli sorular başlıklı makalemizde ilgili, marufla ve sorular hakkında bilgiler verilmektedir.