Sual: Bazı yazarlar, “Din budur”, “Gerçek İslam”, “Kur’andaki İslam” şeklinde ifadelerle âyetleri kendi kafasına nazaran açıklayarak İslam âlimlerinin yanlış yolda bulunduğunu söylüyorlar. Bunların doğru olup olmadığı hepimiz tarafınca iyi mi anlaşılır?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
(Bir hükmün doğru yada yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Şu sebeple Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana, her buluş kıymetsizdir, yanlıştır. Şu sebeple her sapık kimse, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kur’an-ı kerimde bildirilen misaller, çoğunu küfre sürüklediği şeklinde, çoğunu da hidayete ulaştırır.) [Bekara 26]
Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara uymayanlar yanlıştır.) [Müjdeci Mektublar 286]
Her işte uzman
Sual: Dinde yetkili olmayan bir kimsenin din hakkında görüş beyan etmesi doğru mudur?
CEVAP
Kesinlikle oldukça yanlıştır. Dindeki mesuliyeti bilseler, bilmedikleri mevzuda konuşmazlar.
Elbet her işi, o işin ehli, uzmanı daha iyi bilir. Bir hekim avukatın, avukat da doktorun işine karışmadığı şeklinde, din âlimlerinin işine de, başkaları karışamaz. Karışmak, haddini bilmemek olur, en hafifçe tâbirle terbiyesizlik, edepsizlik olur.
Bir işte uzman olmak demek mezuniyet belgesi sahibi olmak demek değildir. Dinde söz sahibi olmak, yetkili bir âlimden icazet almak anlamına gelir. Günümüzdeki diplomalı ilahiyatçılarının da, İmam-ı a’zam, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Rabbani şeklinde yetkili Ehl-i sünnet âlimlerini eleştiri etmeleri büyük felakettir. Hepimiz haddini bilmelidir!
Cahillerden din öğrenilmez
Sual: Rastgele her kitabından din öğrenilir mi?
Yanıt: Bu hususta İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
“Din cahilleri nefsine uyar, hazzı ardında koşar. Dini işine geldiği şeklinde söyler. Karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır. Şu sebeple din cahilleri din dersi verirken [din kitabı yazarken], İslamiyete uygun olmayanı uygun olandan ayıramaz. Gençlere neleri ve iyi mi anlatmak lazım geldiğini bilmesi imkansız. Kendi şeklinde talebesini de bilgisiz yetiştirir. Birçok şeyler okuyup ezberlemekle [başka ilim kollarında söz sahibi olmakla, fen bilgilerinde ihtisas kazanmakla] insan din adamı olması imkansız, [din kitabı yazamaz] ve din bilgisi veremez.
Bir din alimi gençlere din öğreteceği vakit, bunlara ilkin dinsizler, İslam düşmanları [ve cahil din adamları] tarafınca şırınga edilen yanlış propagandaları, iftiraları anlayıp, anlatıp, onların temiz ve körpe kafalarını bu zehirlerden temizler. Zehirlenen ruhlarını tedavi eder. Sonrasında yaşlarına, anlayışlarına nazaran İslamiyeti ve faydalarını, emirlerindeki ve yasaklarındaki hikmetleri, incelikleri ve insanlığı saadete ulaştırdığını onlara anlatır. Böylece gençlerin ruh bahçelerinde dertlere ilaç, ruhlara besin olan nefis çiçekler yetişir. Bu şekilde bir din alimini ele geçirmek en büyük kazançtır. Onun bakışları ruhlara işler. Sözleri kalblere etki eder. Din-i İslamı, hazır lokma şeklinde yutmak, susuz kalmış iken, soğuk şerbet içip ciğerlerine kadar serinleyebilmek, sadece bu şekilde bir Tanrı adamının sunması ile mümkündür.” (Mektubat Tercümesi s.40)
Sizin bu nimete kavuşmanız, İslamiyet bilgilerini öğretmekle ve fıkıh hükümlerini yaymakla olmuştur. Oralara bilgisizlik yerleşmişti ve bidatler yayılmıştı. Allahü teâlâ sevdiklerinin sevgisini size kayra etti. İslamiyet’i yaymaya sizi vesile eyledi. Öyleki ise din bilgilerini öğretmeye ve fıkıh ahkâmını yaymaya elinizden geldiği kadar çalışınız. Bu ikisi tüm saadetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. Fazlaca uğraşınız! Din adamı olarak ortaya çıkınız! Oradakilere emr-i maruf ve nehy-i münker yaparak doğru yolu gösteriniz! Müzzemmil suresinin 19. âyetinde mealen, (Rabbinin rızasına kavuşmak isteyen için bu normal olarak bir nasihattir) buyuruldu. Sevdiklerinizin halleri, sizin yüksekliğinizin aynalarıdır. Sizin halleriniz onlara ışık salmakta ve görünmektedir. [Gece karanlıkta taşların aydınlanması ışık kaynağı sayesinde olur. Işık kaynağı olmazsa taşlarda hiçbir şey görünmez.] (Mektubat Tercümesi s.402)
Her tercümeye saygınlık edilir mi?
Sual: Kendini yetkili görüp, her âyet, hadis ve din kitabı tercümesi yapanların, bu yaptıkları tercümelere saygınlık edilebilir mi?
Yanıt: Birçok kelimeler, her ilimde, başka mana ile kullanılır. Örnek olarak, zalimler kelimesi tefsir ilminde kâfirler anlamında, fıkıh ilminde ise, başkasının hakkına hücum eden kimseler anlamında kullanılır. Tasavvufta ise, ayrı manası vardır. O hâlde, bir ilme ilişkin bir kitabı okuyup anlayabilmek için, ilkin kelimelerin bu ilimdeki hususi manalarını bilmek lazımdır. Birkaç yıl Mısır’da, Bağdat’ta bulunup da argo lisanı Arapça öğrenenlerin ve eline bir cep lügati alıp, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri çeviri etmeye kalkışanların, para kazanmak için yaptıkları çeviri ve tefsirler, bozuk ve zararı dokunan olmaktadır. Bir tasavvuf aliminin huzurunda, senelerce dirsek çürütüp, emek verip, pişmeden, olgunlaşmadan, Mesnevî okutan, Tasavvuf kitapları tercümesine kalkışanların sözleri ve yazıları da, yanlış ve oldukça zararı dokunan olmaktadır. Zira herhangi bir kitabından çeviri yapanın, o kitaptaki bilimsel, muradı, maksadı iyi anlayıp aktarması esastır.
Sual: Her Arapça bilen, dinî mevzularda yazılmış olan Arapça kitapları anlayabilir ve bu tarz şeyleri çeviri edebilir mi?
Yanıt: Arapçayı bilmek, Arapça yazılmış bir kitabı çeviri etmek ve idrak etmek için lüzumlu ise de kafi değildir. Şu sebeple birçok kelimeler, her ilimde, başka manaya kullanılır. Örnek olarak, zalimler kelimesi tefsir ilminde, kâfirler anlamına gelir. Fıkıh ilminde, başkasının hakkına hücum eden kimselere denir. Tasavvufta ise, ayrı manası vardır. O hâlde, bir ilme ilişkin bir kitabı okuyup anlayabilmek için, ilkin kelimelerin bu ilimdeki hususi manalarını bilmek lazımdır. Birkaç yıl Mısır’da, Bağdat’ta bulunup da argo lisanı Arapça öğrenenlerin ve eline bir cep lügati alıp da, Kur’ân-ı kerimi ve hadis-i şerifleri tercümeye teşebbüs eden yeni din âlimlerinin, para kazanmak için yaptıkları çeviri ve tefsirler, bozuk ve zararı dokunan olmaktadır. Bir tasavvuf âliminin huzurunda, senelerce dirsek çürütüp, emek verip, pişmeden, olgunlaşmadan, Mesnevî okutan, tasavvuf kitapları tercümesine teşebbüs eden tarikatçıların sözleri ve yazıları da, yanlış ve oldukça zararı dokunan olmaktadır ve bu zararlar da görülmektedir.
Bidat ehlinin kitaplarını okumak
Sual: Sırf merak için, ne yazmışlar diyerek, bidat ehlinin kitaplarını okumakta bir sakınca var mıdır?
Yanıt: Mevzu ile ilgili olarak Fetâvâ-i Hindiyyede deniyor ki:
“İman edilecek ve yapılacak, kaçınılacak şeyleri ve geçinecek sanat bilgilerini öğrenmek her insana farzdır. Bundan fazlasını öğrenmek farz değil ise de, sevaptır, öğrenmezse günah olmaz. Farz olan bilgilere destek olanları, örneğin astronomi öğrenmek de sevaptır. Fıkıh öğrenmeyip, yalnız hadis öğrenen, batkı eder. Kelam ilmini, doğrusu inanç bilgilerini, ihtiyaçtan fazla öğrenmek caiz değildir. Bidatlerin, fitnelerin yayılmasına sebep olur. Sadrül-islâm Ebül-Yüsr buyuruyor ki:
‘Kelâm, tevhid kitaplarının birkaçında felsefi bilgiler gördüm. İbni İshak Kindî Bağdâdînin ve İstikrârînin kitapları böyledir. Bunlar, İslâmın bildirdiği doğru yoldan ayrılmış sapık kimselerdir.’
Ehl-i sünnet bilgilerini öğrenmeden ilkin bu şekilde sapık kitapları okumak caiz değildir. Abdül-Cebbâr Râzî ve Ebû Ali Cübbâî ve Kâ’bî ve Nazzâm İbrahim bin Yesâr Basrî ve talebelerinden Amr Câhız Mu’tezilî sapıklarının kitapları da, eski Yunan felsefecilerinin bozuk fikirleri ile doludur. Bu şekilde kitapları okumak gençlere zararlıdır. Muhammed bin Hîsûm şeklinde Mücessime fırkasındakilerin kitapları da böyledir. Bunlar bidat fırkalarının en kötüsüdür. Ebül-Hasen-i Eş’arî de, önceleri Mutezile inancını yaymak için oldukça kitap yazdı. Allahü teâlâ, kendisine hidayet verdikten sonrasında, eski fikirlerini kötüleyici kitaplarını yaydı. Yanlışlarını görebilenlerin, bu kitapları okuması zararı dokunan olmaz. Şafii âlimleri, inanç bilgilerini Ebül-Hasen-i Eş’arînin kitaplarından aldılar. Ebû Muhammed Abdullah bin Sa’îdin bu kitapları açıklayan eserleri tamamen zararsız hâldedir. Sözün kısası, eski felsefecilerin yazdığı din kitaplarını gençlere okutmamalıdır. Ehl-i sünnet bilgilerini öğrendikten sonrasında okumaları caiz olur.”
Mısırlı mezhepsiz, Hasen el-Bennânın ihtilalci yazıları, Seyyit Kutub’un Fîzılâl-il-Kur’ân ismindeki bozuk tefsiri ve başka kitapları, Hindistan’daki Vehhabilerden Muhammed Sıddîk Hân’ın bazı kitapları, Mevdûdî, Hamîdullah ve Cezâyirli îbni Bâdis şeklinde dinde reformcuların kitapları da böyledir. Dinini öğrenmek isteyenler, bunların bozuk kitaplarını okumamalıdır.
Doğru yol, Ehl-i sünnettir
Sual: İslâm dinini, doğru olarak nereden, hangi âlimlerin kitaplarından öğrenebiliriz?
Yanıt: İslâm dininin bildirdiği din detayları, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan bilgilerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri inanç ve İslâm detayları içinde, manaları açık olan nasslardan doğrusu âyet-i kerimelerden, hadîs-i şeriflerden birine inanmayan Kâfir olur. İnanmadığını gizlerse, buna Münafık denir. Hem gizler, hem de, Müslüman görünerek Müslümanları aldatmaya çalışırsa, buna Zındık denir. Manası açık olmayan nassları yanlış tevil ederek, yanlış inanırsa, kâfir olmaz. Fakat, Ehl-i sünnetin doğru yolundan ayrılmış olduğu için, Cehenneme girecektir. Bu kimse, manası açık olan nasslara inanılmış olduğu için, azapta sonsuz kalmayacaktır. Bunlara Bidat ehli yada Dalâlet fırkaları denir. Yetmişiki dalâlet fırkası vardır. Bunların, kâfirlerin, mürtedlerin yaptıkları ibadetlerin ve insanlara yaptıkları iyiliklerin hiçbiri kabul edilmez, ahirette işe yaramaz. İtikadı doğru olan Müslümanlara Ehl-i sünnet vel-cemâ’at yada Sünnî denir. Sünnî olanlar, yakarma yapmakta dört mezhebe ayrılmışlardır. Bu dört mezhepte bulunanlar, birbirlerinin Ehl-i sünnet olduklarını bilirler ve birbirlerini severler. Dört mezhepten birinde bulunmayan kimse, Ehl-i sünnet olmaz. Ehl-i sünnet olmayanın da, kâfir yada bidat ehli olacağı, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbâtında, Dürr-ül-muhtârın Tahtâvî hâşiyesinde, El-besâir li-münkîr-it-tevessül-i bi-ehl-il-mekâbir kitabında vesikaları ile yazılıdır.