CEVAP
Evet. Resulullah efendimiz günümüzde de tüm dünya milletlerinin, ilim adamlarının, devlet, politika ve düşünce adamlarının, ediplerin, tarihçi ve askeri şahsiyetlerin ilgisini çekmekte, bunların her biri Onu birazcık inceledikten sonrasında hayranlık ve şaşkınlıklarını, dile getirmektedirler.
Müslüman olmayanlar, Resulullah efendimizin bir tek idareciliği, dehası, askeri, toplumsal ve öteki taraflarını görmekte, yalnız bunlara bakarak Onu tanımaya çalışmaktadırlar. Gördükleri muhteşem ve hiçbir insanda görülmemiş üstünlükler karşısında acze düşmekle birlikte, Ona peygamber gözüyle bakmadıkları için, Onu tanımaktan ve anlamaktan oldukça uzak kalmaktadırlar.
Dünyanın medeniyete ulaşması
Sual: Dünyanın medeniyete ulaşması Resulullah efendimiz yardımıyla olmadı mı?
CEVAP
Normal olarak. Bakın, üstelik Müslüman olmakla şereflenemeyen yabancıların da itiraf etmeye zorunlu kaldıkları şeklinde, dünya medeniyete iyi mi kavuşuyor:
İslamiyet’ten evvel Arabistan bir çöl ve orada oturan insanoğlu da yarı yırtıcı bedevilerdi. Putperest idiler. Birçok putlara taparlardı. İptidai bir yaşam sürerlerdi. Kız çocuklarını diri diri gömmek şeklinde korkulu âdetleri vardı. Bu yarımada, bir yol üstünde olmadığı için, ne büyük İskenderler, ne Persler, ne Romalılar, Araplarla asla uğraşmamış, birçok kavimlerle savaştıkları halde, Arapların yanından geçmemişlerdi. Bu sebepten, İranlıların, Romalıların ahlaksızlıkları, zulümleri, hilekârlıkları Araplara bulaşmadı.
İşte bu şekilde aciz, zavallı, yarı yırtıcı olan bir kavim, onlara rehberlik eden Muhammed aleyhisselam yardımıyla aniden değişmiş, tam bir medeniyete kavuşmuş, muhteşem bir çaba ile 30 yıl içinde, doğuda Türkistan ve Hindistan, batıda İspanya olmak suretiyle akla şaşkınlık veren oldukça kudretli bir İslam devleti meydana getirmiştir. İlimde, fende ve medeniyette son aşama ilerlemişler, o zamana kadar bilinmeyen birçok şeyler keşf etmişlerdir. İlim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o denli ileri gitmişlerdi ki, Papalar bile Endülüs Üniversitelerinde okuyor, dünyanın her tarafınca koşup gelenler, bu üniversitelerde fen ve tıp öğrenim ediyorlardı.
O dönemin Avrupa’sından bahseden John W. Drapper şeklinde yansız bir tarihçi, (Avrupa’nın içsel inkişafı) ismindeki eserinde şu şekilde demektedir:
“O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hristiyanlık onları barbarlıktan kurtaramamıştı. Hristiyan dininin başaramadığını, İslam dini başardı. İspanya’ya gelen Araplar, öncelikle onlara yıkanmasını öğrettiler. Sonrasında, onların üstündeki parça parça olmuş, bitlenmiş hayvan postlarını çıkararak, temiz, güzel elbiseler giydirdiler. Evler, konaklar, saraylar yaptılar. Onları okuttular. Üniversiteler kurdular. Hristiyan tarihçiler, İslam’a karşı olan kinlerinden dolayı, bu hakikati gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette Müslümanlara ne kadar borçlu bulunduğunu bir türlü itiraf edememektedirler.”
Tarihe dünyanın en büyük askeri dehalarından biri, hem de kıymetli bir devlet adamı olarak geçen Fransız İmparatoru Napoléon şu şekilde diyor:
“Tanrı’ın varlığını ve birliğini, Musa [aleyhisselam] kendi milletine, İsa [aleyhisselam] Romalılara, fakat Muhammed [aleyhisselam] tüm eski dünyaya bildirdi. Arabistan tamamiyle putperest olmuştu. İsa [aleyhisselam]’dan altı yüzyıl sonrasında Muhammed [aleyhisselam] kendisinden evvel gelmiş olan İbrahim, İsmail, Musa ve İsa’nın [aleyhimüsselam] Tanrı’ını Araplara tanıttı. Arapların yanına sokulan Aryenler, hakiki İsa dinini bozarak onlara Tanrı, Tanrı’ın oğlu, Ruhulkudüs şeklinde, kimsenin anlayamayacağı inançları yaymaya çalışıyor, doğunun sulh ve huzurunu tamamen bozuyorlardı. Muhammed [aleyhisselam] onlara doğru yolu gösterdi. Araplara yalnız bir tek Tanrı bulunduğunu, Onun ne babası ne de oğlu bulunmadığını, bu şekilde birkaç Tanrı’a tapmanın puta tapmaktan kalan saçma bir âdet bulunduğunu söyledi.”
Dünyanın tanımış olduğu en büyük ilim adamlarından kabul edilen İskoçyalı Thomas Carlyle diyor ki:
“Muhammed [aleyhisselam] gelmeden evvel Arapların bulundukları bölgelere devasa bir ateş parçası sıçramış olsaydı kuru kum üstünde kaybolup gidecek ve asla iz bırakmayacaktı. Fakat Muhammed [aleyhisselam] ulaşınca bu kuru kum dolu çöl, sanki bir barut fıçısına döndü. Delhi’den Granada’ya kadar her taraf aniden semaya yükselen alevler hâline geldi. Bu büyük zat sanki bir şimşekti. Onun etrafındaki tüm insanoğlu, Ondan ateş alan parlayıcı maddeler hâline dönüştüler.”
Hindistan’ı İngiliz sömürgesi olmaktan kurtaran Hintli önder Mahatma Gandhi, İslam dinini ve Kur’an-ı kerimi inceledikten sonrasında şunları söylemiştir:
“İslam dini yalancı bir din değildir. Hintlilerin bu dini saygı ile incelemelerini isterim. Onlar da İslamiyet’i benim şeklinde seveceklerdir. Ben, İslam dininin Peygamberinin ve Onun yakınında bulunanların iyi mi yaşam sürdüklerini bildiren kitapları okudum. Bunlar beni o denli ilgilendirdi ki, kitaplar bittiği vakit bunlardan daha çok olmamasına üzüldüm. Ben şu kanaate vardım ki, İslamiyet’in hızlıca yayılması, kılıç yüzünden olmamıştır. Aksine her şeyden evvel sadeliği, mantıki olması ve Peygamberinin büyük tevazuu [alçak gönüllülüğü], sözünü daima tutması, yakınlarına ve Müslüman olan her insana karşı sonsuz bağlılığı yüzünden İslam dini birçok insanoğlu tarafınca seve seve kabul edilmiştir.”
Dünyaca tanınmış büyük Fransız edibi ve devlet adamı Lamartine ise, Türkiye Zamanı adlı eserinde şu şekilde diyor:
“Hazret-i Muhammed [aleyhisselam] bir yalancı peygamber miydi? Onun eserlerini ve tarihini inceledikten sonrasında bunu düşünemeyiz. Bundan dolayı yalancı peygamberlik iki yüzlülüktür. İki yüzlülükte inandırma kuvveti yoktur; iyi mi ki, yalanda da doğruluğun kudreti bulunmaz.
Mekanikte bir cisim atılmış olduğu vakit onun varabileceği yer, fırlatma gücü ile orantılıdır. Bir içsel ilhamın gücü de onun meydana getirmiş olduğu yaratı ile orantılıdır. Bu kadar oldukça şey taşıyan, bu kadar uzaklara kadar yayılan ve bu kadar uzun vakit aynı kudrette devam eden bir “düşünce” doğrusu İslamiyet yalan olması imkansız. Bunun oldukça samimi ve oldukça inandırıcı olması gerekir. Onun yaşamı, uğraşmaları, memleketinin hurafelerine ve putlarına kahramanca saldırıp onları parçalaması, puta tapan çoğunluğun hiddetlerine karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları halde, 13 yıl Mekke’de buna dayanması, hemşerileri içinde türlü hadiseler çıkartmak ve kendini adeta kurban yerine koymak şeklinde hallere tahammül etmesi, Medine’ye hicreti, durmadan yapmış olduğu teşvikler ve verdiği vaazlar, oldukça üstün düşman güçleriyle yapmış olduğu savaşlar, kazanacağına olan itimatı, en büyük yıkım zamanında bile duyduğu insanüstü güvence, zaferde bile gösterdiği sabır ve tevekkül, dini bildiri etme azmi, sonsuz ibadeti, Tanrı ile mukaddes konuşmaları, ölümü, ölümünden sonrasında da devam eden şân ve şerefi, zaferleri Onun hiçbir vakit bir yalancı peygamber olmadığını, tam aksine büyük bir imana haiz bulunduğunu gösterir.
Felsefeci, hatip, peygamber, kanun koyucu, cenkçi, insan düşüncelerini etkisi altına alan, yeni inanç esasları koyan ve yirmi büyük dünya imparatorluğu ile bir büyük İslam devleti kuran şahıs: İşte Muhammed [sallallahü aleyhi ve sellem] budur! İnsanların büyüklüğü ölçmek için kullandıkları tüm mikyaslarla [ölçülerle] ölçülsün; acaba Ondan daha büyük bir kişi var mıdır? Olması imkansız!”
Almanya’da Stuttgart şehrinde 1888 [h. 1305] senesinde, yayınlanmış olan Kürschner ansiklopedisinin (Muhammed ve İslam dini) hakkında yazısından bir kısmı şu şekilde:
“Muhammed [aleyhisselam], oldukça güzel huylu, güler yüzlü, kibar tavırlı ve oldukça dürüst bir zat idi. Daima öfke ve şiddetten firar etmiş, hiçbir vakit zulüm yapmamıştır. Müslümanların daima iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennete iyi alışkanlık ve sabır ile gidileceğini bildirmiştir. Doğru sözlülüğü, merhameti, fakirlere yardımı, misafirperverliği, şefkati, daima Müslümanlığın esas temelleri bulunduğunu beyan etmişti. Daima kanaat ile yaşamış, debdebe ve gösterişten kaçınmıştır. Müslümanlar içinde hiçbir derslik farkı tanımamış, en fukara bir Müslümanın bile hatırını gözetmiştir. Büyük bir yoksulluk olmayınca, zora başvurmamış, tüm meseleleri tatlılık ile, antak kalma ile, tembih ve izah ile hâl etmeye uğraşmış ve oldukça kereler bunda muvaffak olmuştur. 630 tarihinde yine Mekke’ye dönerek, bu şehri kolayca feth etmiş ve oldukça kısa vakit içinde, yarı yırtıcı Arapları, dünyanın en çağdaş insanları hâline getirmiştir.)”
Başka bir batılının itirafı
Hanımefendi Carly Fiorina, dünyanın en büyük şirketlerinden HP‘nin yönetim kurulu başkanı. Bu şirket, Microsoft şeklinde, Linux şeklinde dünya devlerinden biri olup esas iştigal alanı Bilişim Teknolojileri. Hanımefendi Fiorina Temmuz 1999’dan beri bu şirkette. Bundan ilkin 20 yıl ABD’nin telefon şirketi AT&T ‘de üst düzey görevlerde bulunmuş ve AT&T ile ilgili bir firmada başkan olarak çalışmış. Stanford Üniversitesi’nin “Ortaçağ zamanı ve felsefesi” bölümünü bitirmiş ve çeşitli dallarda master yapmış.
Minneapolis, Minnesota’da 26 Eylül 2001 “Teknoloji, piyasalar ve yaşam tarzımız: Gelecekte neler olacak?” temalı bir konferansa, Carly Fiorina, ana konuşmacı olarak çağrı edildi. Konuşmasının son dakikalarında tarihten örnekler vererek değerlendirmeler yapmış olup şu şekilde dedi:
“Konuşmamı tarihten bir örnek ile bitirmek isterim:
Bir zamanlar tarihte o şekilde bir medeniyet vardı ki, o devrin en büyük uygarlığı idi. Bu medeniyet birçok kıtalara yayılmış, sınırları okyanustan okyanusa, şimal iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere kadar uzanmıştı. O medeniyetin tebaası olarak, değişik ırklardan, değişik dillerden, değişik kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı.
Bu medeniyette konuşulan dillerden bir dil, dünyada oldukça konuşulan bir dil haline gelmiş ve değişik kıtalardan insanoğlu içinde köprü olmuştu. Bu medeniyetin ordusundaki değişik milletlerden olan askerler, dünyanın kim bilir hiçbir vakit görmediği bir sulh sundu, tebaasına ve dünyaya. Bu medeniyetin tacirleri, Latin ABD’dan Çin’e ve arada kalan tüm ülkelere ulaşmışlardı.
Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu medeniyetin mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar yapmışlar, matematik bilginleri, bilgisayarın temel algoritması olan algebrayı (cebiri) bulmuşlar ve kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları, hastalıklara yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay bilginleri gökyüzündeki yıldızları incelemişler ve onları isimlendirerek, bugünkü uzay çalışmalarının temellerini atmışlardı. Edipleri, binlerce duygusal ve büyülü hikâyeler yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin yazmadığı şekilde sevgi üzerine şiirler yazmışlardı.
Diğeri medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sıkıdüzen uygularken, bu medeniyet sürekli yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi, kültürü sürekli canlı tutmuştu.
Günümüz Batı uygarlığı de bu özelliklerin bir çoğuna haiz, fakat benim sözünü ettiğim medeniyet, 800’den 1600 yılına kadar uzanan ve Osmanlı İmparatorluğu’nu da içine alan, Kanuni Sultan Süleyman’lar şeklinde hükümdarlar yetiştiren İslam medeniyetidir.
Bu medeniyetin bizlere sunmuş olduğu miras, bugünkü Batı medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam matematikçilerinin yardımıyla vardır. Sufî yazar Mevlana şeklinde yazarlardan oldukça şeyler aldık. Kanuni Sultan Süleyman şeklinde hükümdarlardan hoşgörü göstermeyi ve liderliği öğrendik.
Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız. Bu medeniyetin sunmuş olduğu liderlik mirasa değil, yeniliklere dayanmış, Hristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudilik şeklinde değişik değişik din ve kültürler mozaiğini esas almıştı. Esasen bu şekilde de 800 yıl ayakta kaldı.
Şu anki şeklinde tehlikeli sonuç zamanlarda, ikimiz de tarihteki bu medeniyetten ders almalı ve onun şeklinde toplumsal yapı ve liderler yetiştirmeliyiz. Özetle, bu mevzuya, liderlik mevzuundaki münakaşaya ve düşünce teatisine dikkatlerinizi çekmek isterim. ”
Amerikan astronomi mütehassısı Michael H. Hart, Âdem aleyhisselamdan bugüne dek gelen tüm büyük insanları birer birer incelem ederek, bunların içinden yalnız 100 tanesini ayırmakta, bu 100 şahıs içinde en büyüğü olarak, Muhammed aleyhisselamı göstermektedir. (Onun kudreti, kendisine Tanrı tarafınca vahiy edildiğine inanılmış olduğu, çok büyük yaratı Kur’an-ı kerimden gelmektedir) demiştir.
ABD Chicago Üniversitesi profesörlerinden meşhur ruhiyat mütehassısı yahudi Jules Massermann, 1974 senesinin 15 Temmuzunda gösterilen Time mecmuasının hususi nüshasında (Büyük liderler nerede?) başlığı altında, tarihte şimdiye kadar gelip geçmiş olan rehberleri incelem etmekte, bunların hayatlarını tahlil etmekte ve (Bunların en büyüğü Muhammed aleyhisselamdır) demekte ve şu neticeye varmaktadır: (Muhammed aleyhisselamdan sonrasında, Musa aleyhisselam gelir. İsa [aleyhisselam] ve Buda önder olmaya layık kimseler değildi.) Oysa kendisi, yahudi olduğundan, Musa aleyhisselamı Muhammed aleyhisselama tercih etmesi beklenirdi. O, bunu yapmamış, hakikatten ayrılmamıştır.
30 yıl içinde bir yırtıcı kavmi, hem de ufak bir insan topluluğunu, dünyanın en çok büyük, en çağdaş, en yüksek ahlaklı, en yüksek seciyeli, en kahraman, en bilgili bir millet hâline getirmek, her hangi bir insanoğlunun, bir liderin, bir kumandanın yapacağı iş değildir. Bu, sadece Allahü teâlânın resulünün, doğrusu Muhammed aleyhisselamın bir mucizesidir.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyurdu ki:
(Her Peygamber, kendi zamanında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselam ise, her zamanda, her memlekette, doğrusu dünya yaratıldığı günden, kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, tüm varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Asla kimse, hiçbir bakımdan Onun üstünde değildir. Bu güç bir şey değildir. Dilediğini meydana getiren, her istediğini yaratan, Onu bu şekilde yaratmıştır. Hiçbir insanoğlunun Onu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanoğlunun, Onu eleştiri edecek iktidarı yoktur.)
Bir önceki yazımız olan Resulullah efendimizi anmak ibadettir başlıklı makalemizde anmak, efendimizi ve ibadettir hakkında bilgiler verilmektedir.