CEVAP
Başka âyet-i kerimelerde bunun açıklaması var. Hadis-i şerifler, Kur’an-ı kerimi açıklamış olduğu benzer biçimde, bazı âyetler de, öteki âyetleri açıklar. Bazı mezhepsizler de, imanın altı şartından dördünü inkâr etmek için, bir âyeti ele alıp, (Bak, imanın şartı burada iki deniyor) diyorlar. Örneğin Bekara sûresi 62. âyetini ele alıp, bir tek Tanrı’a ve âhirete inanan Yahudi ve Hristiyanların Cennete gideceğini söylüyorlar. Galiba işbölümü yapıyorlar, kimi Hristiyanlığı, kimileri de Yahudiliği şirin göstermeye çalışıyorlar. Hâlbuki tefsir kitaplarında bildirildiğine gore, bu âyette Cennete gideceği bildirilenler, Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Musevîler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan İsevîlerdir. Günümüzde Musevî ve İsevî yok, Yahudi ve Hristiyan var. Bir tek bir âyeti ele alıp, kitapların ve peygamberlerin hepsine imanı bildiren âyetleri âdeta gizliyorlar. Kur’an-ı kerime inanmayan ve son peygamberi kabul etmeyen, Cennete giremez.
Cebriye denilen bid’at fırkası da, sualdeki âyeti ele alıp, (Tanrı istediğine hidayet verir, istediğini de kâfir yapar, sevab işleten de, günah işleten de Odur, insanoğlunun hiçbir görevi yoktur) diyor. Mutezile fırkası da, tam aksini korumak için çaba sarfediyor. (Tanrı hiç kimseye hidayet vermez, Tanrı bu işlere karışmaz. İnsan işini kendisi yaratır) diyor. İkisi de yanlış söylüyor. Sualdeki âyet, Mutezile’nin yanlış bulunduğunu açıkça beyan ediyor. Şu mealdeki âyet-i kerimeler de, Cebriyenin yanlış bulunduğunu bildiriyor:
(Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7, 8]
(İsteyen inanç etsin, dileyen inkâr etsin!) [Kehf 29]
Allahü teâlâ, hayrı ve şerri zorla işletseydi, (Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür) buyurmazdı. İman, hidayet mevzusunda da, imanı zorla veren, zorla dini inkâr ettiren hâşâ Allahü teâlâ olsaydı, (Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin) buyurmazdı. (Kula bela gelmez Hak yazmadıkça/Tanrı bela vermez kul azmadıkça) beytindeki birinci mısra, Mutezile’ye cevaptır. Tanrı dilemedikçe hiçbir şey olmaz. İkinci mısra ise, Cebriye’ye cevaptır. Kul, hak etmedikçe, ona ceza vermez.
(Tanrı, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) mealindeki âyeti kerime, tüm işleri yapanın Allahü teâlâ bulunduğunu bildiriyor. Buradaki sapıklığını dilemek; o kişinin sapıklığına razı olmak, onu beğenmek değildir. Hepimiz sevabı da, günahı da, kendi iradesiyle işliyor. Fakat ona bu kuvveti veren Allahü teâlâdır. Bunu bir örnekle açıklayalım:
Hepimiz âhiret yolcusudur. Allahü teâlâ, dünyada her insanın görmüş olduğu bölgelere, Cennete ve Cehenneme giden iki tayyare koymuştur. Birinin üstünde, (Bu tayyare Cennete gider), diğerinde ise, (Bu tayyare Cehenneme gider) yazılıdır. Bu uçakları Cennete ve Cehenneme götürmüş olan Allahü teâlâdır, fakat insanoğlu, kendi iradeleriyle bu uçaklara biniyorlar. Asla kimse zorla bindirilmiyor. Üstelik, (Bu tayyare Cehenneme gidiyor, buna binmeyin) diye sürekli ikâz ediliyor. Dolayısıyla, asla kimsenin, Allahü teâlâya, (Cehenneme tayyare kaldırmasaydın, ikimiz de binmezdik) demeye hakkı olmadığı benzer biçimde, (Biz kâfirleri Cehenneme sokarken, sâlih Müslümanları niye Cennete soktun?) demeye hakkı olmaz.
(Zerre kadar hayır ve şer işleyen karşılığını görür) mealindeki âyeti kerime, (İman edip, hayır işleyeni Cennete, inanmayıp fenalık işleyeni de Cehenneme koyarım) anlamına gelir. Şahıs kendi iradesiyle inanç edip çeşitli hayırlar işliyor, fakat bu kuvveti veren Allahü teâlâdır. Onun imanını ve ibadetini kabul ediyor. Kendi iradesiyle inkâr edene de, çeşitli haramları işleyene de, inkâr ve haram işleme kuvvetini veren, gene Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, hangi işleri yapanların Cennete yada Cehenneme gideceğini açıkça bildirmiş, asla hiç kimseye özür, bahane kalmamıştır. İnkâr eden kimse, (Ben bilseydim, Tanrı’ı, Cenneti, Cehennemi inkâr etmezdim, haramlardan kaçıp hep iyilik işlerdim) diyemeyecektir.