Sual: Eğer kimin Cehenneme gideceğini Tanrı biliyorsa, niye emirler ve yasaklar bildirdi? Hayrı ve şerri Tanrı yaratıyorsa, şer işlerimizden niçin görevli oluyoruz?
CEVAP
Hayır ve şer, Allahü teâlânın yaratması iledir. Sevap ve günah insanoğlunun irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Tanrı’tandır. Bir âyet-i kerime meali:
(Zerre kadar iyilik ve fenalık icra eden, karşılığını görecektir.) [Zilzal 7,8]
Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Diyelim ki, önümüzde iki tren var. Garda şunlar yazılıdır:
(Sağ yoldaki trene binen, sonsuz mutluluk diyarı olan Cennete gider. Soldaki trene binen sonsuz azap diyarı olan Cehenneme gider. Sağ yoldan gidenin bazı şeyler yapması ve bazı şeylerden kaçması gerekir. Sözgelişi namaz, oruç benzer biçimde dinin emirlerine uyması ve günahlardan sakınması gerekir. Soldan giden ise, yol boyu sorun görmez. Onun için hiçbir yasak yoktur. Hiçbir şey halletmeye da zorunlu değildir. Fakat yol bitince sonsuz sıkıntılara maruz kalacaktır.)
Yolcu, hür iradesiyle, gideceği yerin biletini alır. İstediği trene biner. Son istasyona varmadan, düşünce değiştirebilir, dönüş yapabilir. Sağ yoldan giden trenden inip, sol yoldan giden trene binenler çıkabildiği benzer biçimde, sol yoldan giden trenden inip, sağ yoldan giden trene binenler de çıkabilir.
Görüldüğü benzer biçimde, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği diyara gidebilir. Fakat onu götürmüş olan bir vasıta var. Tren götürüyor onu. Treni yürüten de biri var. İnsanları mutluluk diyarına da, azap diyarına da götürmüş olan trendir. İşte tüm işleri, doğrusu hayrı ve şerri Tanrı yaratır demek, kula o işi işleme enerjisini veren Tanrı anlamına gelir. Örneğimizdeki tren olmasaydı, insan oldukca uzun olan bu yolculuğa çıkamazdı. Kendi irade-i cüziyyesi ile azap diyarına giden kimsenin, (Bu diyara tren seferi düzenlemeseydiniz, ikimiz de buraya gelmezdik) diyerek, tren işletmesini suçlaması doğru olmaz. Zira bu trene asla kimse zorla bindirilmediği benzer biçimde, üstelik binerken de, yolda da, son ana kadar lüzumlu ikazlar yapılmaktadır. Hepimiz, kendi arzusu ile işlediği hayır yada şerrin karşılığını görecektir.
(Tanrı, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir) mealindeki âyetleri gösterip, “Bizim sapıklıkta kalmamız Tanrı’ın dilemesiyle olduğuna bakılırsa, Tanrı’ın bizleri, sapık diye suçlamaya hakkı olmaz” ve “Hayrı ve şerri Tanrı yarattığına bakılırsa, yaptığımız fena işlerden görevli olmayız” diyenler çıkıyor. Suçlarını Tanrı’a yüklemeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimi idrak etmek o şekilde kolay değildir. Öyleki olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla) diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Bir âyet meali şöyledir:
(Tanrı, inanç edenleri dünya ve ahirette sapasağlam meblağ, zalimleri ise saptırır.) [İbrahim 27]
Demek ki, iflah olmayanlar doğrusu kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler ve bunun benzer biçimde fena kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene de engel olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme enerjisini veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise asla sapıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Fakat genel anlamda bir günah işleyene bir ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır. Hâşâ Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Zorla günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı asla?
Allahü teâlâ onlara zulmetmez
Sual: Bazı kimseler, her şeyi bizlere Tanrı işletiyor. Bizim bunda suçumuz yok. Alnımıza ne yazılmışsa onu görüyoruz diyorlar. Bu düşünce doğru mudur?
CEVAP
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Hayır ve şerrin yaratılmasında, insanoğlunun iradesinin ve ihtiyarının da tesiri vardır. İnsan bir şey yapmak ister, Allahü teâlâ da dilerse, o şeyi yaratır. İnsanın iradesine, dilemesine (kesb) denir. Demek ki, insanların yapmış olduğu her hareket, her iş insanoğlunun kesbi ve Allahü teâlânın yaratması iledir. Adam öldürene kıyamette azap yapılması, onu kesb etmiş olduğu içindir. Cebriyye denilen kimseler ise, insanoğlunun kesbini, iradesini inkâr ederek, (İnsan istese de, istemese de her hareketini, her işini Tanrı yaratır. İnsanın her işi, ağaç yapraklarının rüzgârdan sallanması gibidir. Her şeyi Tanrı zorla yaptırıyor. İnsan hiçbir şey yapması imkansız) dediler. Bu şekilde söylemek küfürdür. Elin, ayağın titremesi ile, irade ederek hareket ettirilmesi, bir olur mu? Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, onların yaptıklarının hepsini soracaktır.) [Hicr 92, 93]
(İsteyen inanç etsin, dileyen inkâr etsin. İnkâr edenlere Cehennem ateşini hazırladık.) [Kehf 29]
(Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendilerine zulmediyorlar.) [Nahl 33]
Allahü teâlâ kerimdir, merhameti sonsuzdur. İnsanlara hep yararlı olan şeyleri, yapabilecekleri kadar emretmiştir. Zararı dokunan olanları yasak etmiştir.
Bekara suresinin 286. âyetinde mealen, (Allahü teâlâ insanlara kolay yapacakları şeyleri emretti) buyuruluyor. İnsanda irade bulunmadığını söyleyenler, kendilerine itaat etmeyenlere, sorun verenlere niçin kızıyorlar? Oğullarını ve kızlarını niçin terbiye etmeye uğraşıyorlar? Fena yola düşerlerse onlara, niçin kızıyorlar? Niçin, bunların iradesi yoktur, mecburdurlar diyerek, hoş görmüyorlar?
Hepimiz, yapmış olduğu kötülüğün cezasını görecektir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Rabbin normal olarak azap yapmış olacaktır. Ondan kurtuluş yoktur) buyuruldu. (Tur 7, 8)
Kaderim bu şekilde imiş demek
Sual: Kimisi, fena biri ile evleniyor, o fena de fenalık yapınca, “Ne yapayım kaderim bu şekilde imiş” diyor. Kimisi gaza basıyor son sürat giderken kaza yapıyor. “Ben ne yapayım alnımın yazısı bu şekilde imiş” diyor. Kimisi hırsızlık ediyor, mahkûm oluyor. “Ne yapayım benim kaderim bu şekilde fena imiş” diyor. Kimisi, zararı olan şeyler yiyip içiyor, hastalanıp nüzul oluyor. “Nasıl yapsak kaderin önüne geçilmez” diyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Bu insanların suçu kadere yüklemeleri doğru mudur?
CEVAP
Normal olarak yanlıştır. Evet, kaderinde bunlar vardı; fakat bunlara kendisi sebep olmuştur. Zira alınyazısı, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı ulaşınca yaratmasıdır. Buna üç örnek verelim:
1- Bir film onlarca kere gösterilse, bunu evvel seyretmiş biri, ikinci, üçüncü kez seyrederken, (Baş roldeki oyuncu, attan düşüp ölecek) dese, o söylediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa, söyleyen daha ilkin seyrettiği için mi biliyor? Allahü teâlâ da öncesiz bilimsel ile kimin nerede iyi mi öleceğini ve Cennete mi Cehenneme mi gideceğini normal olarak bilir.
2- Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne süre doğup, ne süre batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime o şekilde yazıldı diye malum saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasını ve batmasını etkilemez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne geleceğini bilmiş olduğu için, bu tarz şeyleri levh-i mahfuza yazmıştır.
3- Bir öğretmen, daha önceki birçok tecrübesine dayanarak, oldukca tembel bir talebesi için, (Bu talebe bu imtihanı kazanamaz) diye bir deftere yazsa, yazılan yazı, o öğrencinin imtihanını etkilemez. Talebe imtihanı kazanamayınca, (Sen deftere yazdığın için ben imtihanı kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemesi yanlış olur.
Allahü teâlâ yanlış iş yapmaz. Hepimiz yaptığından mesuldür.
Ebüssüud efendi buyuruyor ki:
Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanoğlunun iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bir kimse, tüm ömrü süresince Cehenneme götürecek günahlar işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buhari]
Belli bir kâfirin sonsuz kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir. Bunun muhakkak kâfir kalacağını, kimse söylemesi imkansız. İlim, maluma tâbidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur’an-ı kerimde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam o şekilde yapmış olduğu için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur’an-ı kerimde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile sövgü suretiyle kalmayı niyet edip, inanç etmek istemedikleri içindir. Yoksa bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bu tarz şeyleri kâfir bilmiş olduğu ve haber verdiği için değildir.
İbadete lüzum var
Sual: Yaptığım ve yapacağım işler evvel takdir edilip yazıldığına bakılırsa, iş yapmanın ne önemi var?
CEVAP
Eshab-ı kiramdan bir zat da aynı suali sormuştu. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Hepimiz, kendi işine hazırlanmış olur.) [Müslim, Tirmizi]
Aynı suali soran Hazret-i Ömer’e de buyurdu ki:
(Hepimiz evvel takdir edilmiş olan işlere hazırlanmış olur. Mutluluk ehlinden olan, mutluluk için çalışır; şekavet ehlinden olan da şekavet için çalışır.) [Tirmizi]
Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şu şekilde:
(Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [veya taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana yaşlanmış [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 8-10 Beydavi]
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, zorunlu değildir. Kısaca irade-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik yaratır, kötülüğe kullanılırsa, fenalık yaratır. Kul irade-i cüziyyesini kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. (İrade-i cüziyye risalesi M.Akkermani)
Zalimler iflah olmaz
Sual: İbrahim suresinin, (Tanrı, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir) mealindeki 4. âyeti ile aynı anlamda âyetler vardır. Bizim sapıklıkta kalmamız Tanrı’ın dilemesiyle olduğuna bakılırsa, Tanrı’ın bizleri, sapık, kâfir diye suçlaması uygun olur mu? Bir de hayrı ve şerri Tanrı yarattığına bakılırsa, yaptığımız fena işlerden niçin sorumlu oluyoruz?
CEVAP
Kur’an-ı kerimi idrak etmek o şekilde kolay değildir. Öyleki olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’an-ı kerimi insanlara açıkla) diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Sözgelişi buyuruluyor ki:
(Tanrı, dilediğini saptırır, hakka yöneleni de doğru yola eriştirir.) [Rad 27]
(Normal olarak zalimler iflah olmaz.) [Kasas 37]
Demek ki, iflah olmayanlar doğrusu kurtuluşa ermeyenler, zalimler, hainler ve bunun benzer biçimde fena kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana da, hırsızlık edene de engel olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık etme enerjisini veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir kimseyi layık olmadığı halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise asla sapıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir iyilik yapana on katı, yüz katı, bin katı sevap verebilir. Fakat genel anlamda bir günah işleyene bir ceza verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Tanrı’tandır. Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Hâşâ zorla günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı asla? Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(İnsan, evvel ne hazırladığını görecektir.) [Tekvir 14]
(Kıyamet günü hakkaniyet terazileri kurarız. Asla kimse haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar iyilik eden, karşılığına kavuşur.) [Enbiya 47]
Allahü teala dilerse
Sual: Bir dost, (Allahü teala, kullarını cehennemde yakmak istemez, kullar layık olduğundan cehenneme atıyor) dedi. Öteki bir dost da, (Allahü teâlânın istemediği olmaz, Onu hâşâ zorunlu eden mi var? İstemezse asla birini yakmaz. Demek ki istiyor) dedi. Hangisi doğru?
CEVAP
Bu, kaza alınyazısı mevzusudur. Birkaç kelimeyle izah edilmez. Bir kul, bir şey yapmak isteyince, Allahü teâlâ da dilerse o işi yaratır. Kul dilemezse, Allahü teâlâ da dilemez ve o şeyi yaratmaz. Cehenneme gidenler, kendileri istedikleri için gidiyorlar. Hâşâ Tanrı onlara zulmetmiyor. Bir ayet-i kerime meali:
(Allahü teâlâ onlara zulmetmedi. Onlar [küfre girerek] kendilerine zulmettiler.) [Nahl 33]
İnsanlarda yaşlanmış, doğrusu seçmek kuvveti bulunmasaydı, Allahü teâlâ bu âyet-i kerimede, (Onlar, kendilerine zulmettiler) demezdi. (Mektubat-ı Rabbani)
Hâşâ zulmetmez kuluna Hudası,
Her insanın çekmiş olduğu kendi cezası…
Ecel ve takdir
Sual: Her insanın ecelini Tanrı takdir ettiğine bakılırsa, başkasını öldüren yada intihar eden kimse niye suçlu oluyor?
CEVAP
Allahü teâlâ normal olarak kimin ne süre ve iyi mi öleceğini, intihar edip etmeyeceğini, kimin kimi öldüreceğini bilir. Bilmeyen de esasen ilah olması imkansız. Allahü teâlâ, kimin Cennete, kimin Cehenneme gideceğini de biliyor. Tanrı’ın bilmesi demek, o işi zorla yaptırması demek değildir. Sözgelişi, takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne süre doğup, ne süre batacağı, hesaplanarak yazılır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime o şekilde yazıldı diye malum saatlerde doğup batmaz. Aksine, güneş o saatte doğacağı için, takvime yazılır. Bir kimsenin ne yapacağını, ne süre ve iyi mi öleceğini, cennetlik mi, cehennemlik mi bulunduğunu Allahü teâlâ normal olarak bilir. Bu, kaderine yazılır. İnsan kaderine yazıldığı için o işi işlemiyor. Ne iş işleyeceği bilinmiş olduğu için, kaderine o iş yazılıyor. Falanca intihar edecek, falanca falancayı öldürecek, falanca şu günahı işleyecek diye bilinmiş olduğu için yazılıyor. Onun için, günah işleyen, günahından görevli oluyor. Adam öldüren, katilliğinden görevli oluyor. İntihar eden, intiharından görevli oluyor.
Alınyazısı nedir?
Sual: Alnımıza yazılan alınyazısı, bizim iyi yada fena iş yapmamızı engeller mi?
CEVAP
Hayır engellemez. Alınyazısı, bizim kendi isteğimizle işleyeceğimiz işlerin yada başımıza gelecek olayların Allahü teâlâ tarafınca bilinmesi anlamına gelir. Allahü teâlâ, (Şu kul, kendi isteğiyle şu işleri yapmış olacaktır yada falanca yerde şu vakalar başına gelecek ya da şu sebeple ölecektir) diye kaderine yazıyor. Kısaca iyi yada fena işi kendi irademizle yapıyoruz, ya da amelimizle o işe maruz kalıyoruz. Herhangi bir sebeplerle trafik kazasında öleceksek, maganda kurşununa maruz kalacaksak, depremde hayatımızı kaybedeceksek, bunlar da evvel kaderimize yazılmıştır. Kaderimizde olduğundan ölmüyoruz, öleceğimiz bilinmiş olduğu için kaderimize yazılıyor. Gene bunun benzer biçimde, fena bir kimse, kaderinde yazılı olduğundan o fena işleri yapmıyor. Aksine, o fena işleri yapacağı bilinmiş olduğu için, kaderine yazılıyor. Bu inceliği iyi anlamalıdır. Bunu bilmeyen ve fena işler çeviren kimseler, (Nasıl yapsak, alın yazımız böyleymiş) diyerek kendilerini temize çıkarmak için kaderi suçlamaya çalışıyorlar. Kaderin suçu olmaz. Alınyazısı, olacak her şeyin Allahü teâlâ tarafınca bilinmesi ve takdir edilmesidir. Zamanı ulaşınca bu şeylerin meydana çıkmasına da kaza deniyor. Hayır yada şer de, normal olarak Allahü teâlâ tarafınca yaratılıyor. Fena şeyleri o yaratmaz demek yanlıştır. Tek yaratıcı Tanrı’tır, başka yaratıcı yoktur.
İnsana, tercih hakkı verilmiştir
Sual: İnsan yapmış olduğu işlerde zorunlu mudur; eğer zorunlu ise yaptıklarından niçin hesaba çekilecektir?
Yanıt: İnsanlar, yaratık, yaratılmış olduğu benzer biçimde, tüm işleri, hareketleri de, Allahü teâlânın mahlukudur. Zira Ondan başka, kimse bir şey yapması imkansız, yaratamaz. Kendi yaratılmış olan, başkasını iyi mi yaratabilir? Yaratılmak damgası, kudretin azca olduğuna alamettir ve ilmin noksan olduğuna işarettir. Bilgisi, kuvveti azca olan, yaratamaz. İnsanın işinde, kendine düşen hisse, kendi kesbidir. Kısaca o iş, kendi kudreti ve iradesi ile olmuştur. O işi, yaratan, icra eden, Allahü teâlâdır, kesb eden, kuldur. Görülüyor ki, insanların isteyerek yaptıkları şeyler, insanoğlunun kesbi ile Allahü teâlânın yaratmasından meydana gelmektedir. İnsanın yapmış olduğu işte, kendi kesbi, ihtiyarı doğrusu beğenmesi olmasa, o iş, titreme şeklini alır. Midenin, kalbin hareketi benzer biçimde olur. Oysa, istemli, istekli hareketlerin, bunlar benzer biçimde olmadığı meydandadır. Her ikisini de, Allahü teâlâ yarattığı hâlde, istemli, istekli hareketle, titreme hareketi içinde görülen bu fark, kesbden ileri gelmektedir. Allahü teâlâ, kullarına acıma ederek, onların işlerinin yaratılmasını, onların arzularına doğal olarak kılmıştır. Kul isteyince, kulun işini yaratmaktadır. Bunun için de, kul sorumlu olur. İşin sevabı ve cezası, kula olur. Allahü teâlânın kullarına verdiği talep ve tercih, işi yapmış olup yapmamakta eşittir. Her işi yapmanın ve yapmamanın iyi yada fena bulunduğunu, Peygamberleri ile kullarına açıkça bildirmiştir. Kul, her işinde, yapmış olup yapmamakta özgür olup, ikisinden birini normal olarak seçecek, tercih edecek, iş, iyi yada fena olacak, günah yada sevap kazanacaktır. Allahü teâlâ kullarına, emirlerini ve yasaklarını yerine getirecek kadar kudret doğrusu enerji ve beğenmek, seçmek hakkı vermiştir. Daha oldukca vermesine, lüzum yoktur ve esasen lüzumu kadar vermiştir. Buna inanmayan, kolay şeyleri anlayamayan kimsedir. Kalbi hasta olduğundan, İslâmiyetin hükümlerine uymamaya bahane aramaktadır.
İnsan, iş yapmakta serbesttir
Sual: İnsan, dünyada yapmış olduğu tüm işleri, kendi isteği ile mi yapıyor yoksa kendisine zorla mı yaptırılıyor? İnsanda irade, seçme hakkı olduğundan her şeyi isteyebilir ve yapabilir mi?
Yanıt: Allahü teâlâ, insanlara irade denilen kuvveti vermeyi ve insanların, istediklerini yapmakta, istemediklerini yapmamakta özgür olmalarını ezelde irade etmiş, dilemiştir. Hiçbir şeyi zorla yaptırmamaktadır. İnsanların irade sahibi olmaları, Allahü teâlâ bu şekilde istediği içindir. İnsanın, dilediğini yapabilmesi, insanoğlunun irade sahibi bulunduğunu gösterdiği benzer biçimde, Allahü teâlânın da ezelde bu iradeyi irade etmiş bulunduğunu göstermektedir. Allahü teâlâ, insanda irade olmasını ezelde irade etmeseydi, insanda irade yaratmasaydı, insan bir işi yapmakta özgür olması imkansız, zorunlu olurdu. Bu şekilde olmakla birlikte, insan bir şey yapmayı irade edince, Allahü teâlâ da irade ediyor ve yaratıyor. İnsanların irade ettiklerini yaratan, Allahü teâlâdır. İnsan, hiçbir dileğini yaratamaz, yapması imkansız. Her şeyi icra eden, yaratan, Allahü teâlâdır. Ondan başka yaratıcı yoktur. Ondan başkasına yaratıcı, yarattı demek, hem yanlıştır, hem de, Allahü teâlâya başkasını ortak yapmak olur ki, en oldukca yasak etmiş olduğu ve sonsuz azap yapacağını bildirdiği bir şeydir.
İnsanda tercih hürriyeti vardır
Sual: İnsanlar, dünyada, yaptıkları yada söylediklerini, yapmak ve söylemek mecburiyetinde midirler?
Yanıt: İnsan bir şey yapacağı süre, ilkin bunu seçer, irade edip ister, sonrasında yapar. Bundan dolayı, kullar, iş yapmakta zorunlu değildir. İster yapar, istemezse yapmaz.
İnsanın bir işi yapmak istemesi için, ilkin bu işi görerek, işiterek, düşünerek hatırlaması, kalbine gelmesi lazımdır. İnsan, kalbine gelen bir şeyi ister yada istemez. Birisi bir şeyi yararlı bulur, yapmak ister, diğeri de gereksiz görür, yapmak istemez. İşlerinde hür bulunduğunu söyleyen insanların iş yapmayı evvel kalplerine getiren, yararlı, lüzumlu olup olmadığını bildiren kimdir? Birindeki fikir, diğerinde niçin hasıl olmaz yada niçin lüzumlu görülmez? İşte bu çeşitli sebepler, insanoğlunun elinde değildir. Bunun için, Ehl-i sünnet âlimlerinden bazıları;
“İnsanlar iradeli işlerinde hür iseler de, irade ve ihtiyarlarında hür değil, mecburdur” demişlerdir.
Dehr sûresindeki âyet-i kerimeye, Ebül-Hasen-i Eş’arî hazretleri;
(Siz, sadece Allahü teâlânın dilediğini istersiniz!) manasını vermiştir. En’âm sûresinin 125. âyetinde mealen;
(Allahü teâlâ kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslâmiyet için genişletir. Dalalette bırakmak istediğinin göğsünü de, o aşama dar ve sıkı bulundurur ki, oraya hakikatin girebilmesi, sahibinin göğe çıkması benzer biçimde mümkün değildir) Hûd sûresinin 34. âyetinde mealen;
(Ben size tembih etmek istesem bile, Cenâb-ı Hak dalalette kalmanızı dilemiş ise, size faydası olmaz) buyurulmuştur.
Kaza ve kadere inanmayan mutezile ve bunların izinde gidenler, bu âyet-i kerimeler karşısında şaşırıp kalmaktadırlar.
İnsan iradesinin, cebre doğru sürüklendiğini gösteren bu şekilde vesikalar yanında, insanı işlerinde görevli tutacak bir hürriyete malik olduğu da meydandadır. Mahkemeler, hatta her insanoğlunun vicdanı, bir can yakanın, bir zalimin affedilmesini istemez. Cebriyye mezhebindekiler bile, kendisine haksız olarak saldırana kızmakta, hatta ona karşılık yapmakta kendilerini haklı bulurlar. Şairin biri diyor ki:
“Kaza ve kaderin işkencelerine bile razı bulunduğunu söyleyen cebriyye fırkasındaki birinin ensesine bir tokat vur! Ne yapıyorsun diyecek olursa, kaza ve alınyazısı bu şekilde imiş de! Bakalım sana hak verir mi?”
İman ve inkâr, insanoğlunun tercihine bağlıdır
Sual: İman etmek yada reddetmek, insanoğlunun kendi tercihine mi bağlıdır?
Yanıt: Allahü teâlâ, insanları mümin, Müslüman halletmeye zorunlu değildir. Onun merhameti sonsuz olduğu benzer biçimde, azabı da, adaleti de sonsuzdur. Dilediği kuluna sebepsiz olarak ve o istemeden, inanç kayra eder, verir. Akl-ı selimine uyarak, ahlakı ve işleri iyi olanlara da, doğru, makbul olan imanı vermektedir.
Bir insanoğlunun imanlı olarak ölüp ölmeyeceği son nefeste belli olur. Tüm ömrü inanç ile geçip, son günlerinde imanı giden, imansız ölen kimse, kıyamette imansızlar içinde olur.
Allahü teâlâ, sonsuz merhametinden dolayı, Peygamberler göndererek, var ve bir bulunduğunu ve inanılması lazım olan şeyleri, kullarına bildirdi. İman, Peygamberin bildirdiklerini onay etmek anlamına gelir. Peygamberi onay etmeyen, inkâr eden, kâfir olur. Kâfirler ise, Cehennemde sonsuz olarak azap göreceklerdir.
Peygamberi işitmeyen kimse, Allahü teâlânın var bulunduğunu düşünüp, yalnız buna inanç eder ve Peygamberi işitmeden ölürse, bu da Cennete girecektir. Bunu düşünmeyip, inanç etmezse, Cennete girmeyecek. Peygamberi inkâr etmediği için, Cehenneme de girmeyecektir. Kıyamet günü, hesaptan sonrasında, yeniden yok edilecektir. Cehennemde sonsuz yanmak, Peygamberi işitip de, inkâr etmenin cezasıdır. Âlimler içinde; “Allahü teâlânın varlığını düşünmeyip inanç etmeyen Cehenneme girecektir” diyenler var ise da, bu söz Peygamberi işittikten sonrasında düşünmeyen anlamına gelir.
Aklı olan kimse, Peygamberi inkâr etmez, derhal inanç eder. Aklına uymayıp, nefsine, şehvetlerine uyar, başkasına aldanır ise, inkâr eder. Muhammed aleyhisselamın amcası olan Ebû Tâlib, Onu, kendi öz evlatlarından daha oldukca sevdiğini, her vesile ile izhar etmiş ve Onu öven kasideler yazmıştır. Muhammed aleyhisselâmın, onun ölüm döşeği yanına gelip, inanç etmesi için, oldukca yalvardığı hâlde, ananesinden ayrılmamak için, inanç etmekten yoksun kalmış olduğu, tarihlerde uzun yazılıdır. Modaya uymak hastalığı, nefislerimizin tuzaklarından biridir. Fazlaca kimse, kendi nefislerinin bu tuzaklarına düşerek, büyük kazançlardan yoksun kalmışlardır. Bunun içindir ki, bir hadîs-i kudside, Allahü teâlâ;
(Nefislerinizi, kendinize düşman biliniz! Zira, nefisleriniz, bana düşmandırlar!) buyurdu.
“Ne hepsiniz, ne de hiçsiniz”
Sual: İnsanın yapmış olduğu işlerde tercih, seçme hakkı yok mudur?
Yanıt: Bu mevzuda Seyyid Abdülhakim efendi, bir üniversiteliye verdiği cevapta buyuruyor ki:
“Etrafın, arzu ve emellerine uyduğu süre, her şeyi, aklınla, ilminle, gücünle yaratarak yaptığına, tüm başarıları buluş ettiğine inanıyorsun. Hakkın sana verdiği vazifeyi unutuyor, o yüksek memurluktan çekilme ediyor ve emanete haiz çıkmaya kalkıyorsun. Kendini malik, başat tanımak ve tanıttırmak istiyorsun. Öte taraftan, etrafın, arzularına uymaz, dış kuvvetler seni yenik etmeye başlarsa, o süre da, kendinde ümitsizlikten başka bir şey görmüyorsun. Hiçbir seçme hakkına haiz olmadığını iddia ediyorsun. Kaderi bir İlm-i mütekaddim değil, bir cebr-i mütehakkim manasında anlıyorsun.
Sofrana, sevdiğin yemekler gelmediği süre eline geçirebileceğin kuru ekmeği yemekle, yemeyip açlıktan ölmek içinde özgür bulunduğun ve kuru lokmalar, ağzına zorla tıkılmadığı hâlde, onları yersin. Hem yersin, hem de bir şey yapmadığına hükmedersin. Düşünmezsin ki, elin ve ağzın, gene arzunla oynamış ve bu bir sıtma, bir titreme olmamıştır. İradene malik olduğun hâlde, seni aciz bırakan dış kuvvetler karşısında kendini zorunlu, hasılı bir asla bilirsin.
İşin yolunda olunca (Hep), işlerin ters olduğu zamanında ise, kaderin baskısı altında oyuncak bir (Asla) diye iddia ettiğin o sen, bunlardan hangisisin? Hep misin, asla misin?
Siz, ne hepsiniz, ne de hiçsiniz, ikisi arası bir şeysiniz. Evet siz, buluş etmekten, her şeye başat olmaktan, şüphesiz uzaksınız. Fakat, inkâr olunamayan bir seçme, tercih hakkınız vardır. Siz, eşi ortağı bulunmayan bir başat ve mutlak, başlı başına bir malik olan, Hak teâlânın emri altında, ayrı ayrı ve ortaklaşa vazifeler alan, birer memursunuz! Onun koyduğu yargı ve düzen ile, Onun atama etmiş olduğu mevkileriniz ve yaratıp emanet olarak verdiği salahiyet ve vasıtalarınız nispetinde vazife yaparsınız. Amir, başat, malik Odur. Kazandığınız başarılar, Onun için olmadıkça, hep yalan, hep boştur. O hâlde kalplerinizde, niçin yalana yer veriyorsunuz? Niçin, Hak teâlâyı mabud tanımıyorsunuz da, binlerce, hayal olan, mabudlar arkasında koşuyor, hepiniz sıkıntılar içinde boğuluyorsunuz? Niçin o emeli Haktan başkasında aramıştınız?”
Sual: İnsandaki iradeyi de yaratanın Allahü teâlâ bulunduğunu gören insan, iyi mi bir tercih sahibi olabilir ki?
Yanıt: İrade ile meydana getirilen işleri yapmak arzusunu, Allahü teâlânın yaratması, cebir, zorlama olmaz. O arzuyu Allahü teâlâ yaratır ise de, insan kesb doğrusu tercih etmektedir. Allahü teâlânın iradesi, bir şeyi yalnız yaratmaya yada yalnız yaratmamaya mahsus olmayıp, her ikisine de şamil olduğu benzer biçimde, insanoğlunun iradesi de böyledir. İşi yapmayı da, yapmamayı da irade edebilir. Kısaca, yapmayı istediğimiz anda, yapmamayı da isteyebiliriz. Bir işi yaparken, asla kimse, bu işi yapmamak elimde değildi diyemez. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerinin buyurduğu benzer biçimde:
“Kaza ve alınyazısı, bir cebr-i mütehakkim değildir. Bir ilm-i mütekaddimdir.” Kısaca alınyazısı; Allahü teâlânın zorla yaptırması değil, sonsuz öncelerdeki ilmidir, bilmesidir.
İnsan, yaptıklarında zorunlu değildir
Sual: “İnsan günah işlemeye zorunlu ve işledikleri kötülüklerden de mazurdur. İbadetlere sevap, günahlara azap olmaz” diyen bir hiç kimseye iyi mi bir yanıt vermelidir?
Yanıt: Bu şekilde bir kimse, sözlerinden anlaşıldığı benzer biçimde inanıyorsa, zındıktır. Eğer ibadetlere sevap, günahlara azap vardır amma, insan bu tarz şeyleri halletmeye mecburdur. Hepimiz kaza ve alınyazısı elinde esirdir diye, günahlarına üzülüyorsa, bu bozuk itikadını düzeltmesi, kendisine bildirilir.
Yapılacak günahları, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanoğlunun iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
(Bir kimse, tüm ömrünce Cehennem ateşine götürecek günahlar yapar. Bu kimse, ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.)
Günah işleyen kimse, bu hâl suretiyle yaşayıp ömrünün bu hâlde biteceğini Allahü teâlânın bildiğini nereden anlamış oldu ki kendini, son nefese kadar, günah işlemeye zorunlu sanıp, iyi olmaktan ümitsiz bulunuyor. Birçok inatçı kâfirlerin, son günlerinde, imana geldiği oldukca görülmüştür. Kendinin de, bu şekilde düzeleceğine niçin olasılık vermiyor, niçin iyiliğe dönmüyor? Ölünceye kadar günah işleyeceği, kendisine bildirildi mi? Belli bir kâfirin sonsuz kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir. Kur’ân-ı kerimde haber verilen kâfirlerin, küfre zorunlu olmaları ve bunların imana çağrılmaları, ellerinden gelmeyen bir işi istemek demek olacağı da, yanlış sözdür. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur’ân-ı kerimde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor.
Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam o şekilde yapmış olduğu için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur’ân-ı kerimde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile sövgü suretiyle kalmayı niyet edip, inanç etmek istemedikleri içindir. Yoksa, bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bu tarz şeyleri kâfir bilmiş olduğu ve haber verdiği için değildir. İmana çağırılmaları da, olmayacak şeyi istemek değildir. Kur’ân-ı kerime topluca inanç etmek yetişir. Her yerine ayrı ayrı inanç etmek istenmiyor ki, Kur’ân-ı kerimde yazılı kâfirlerin, kendi imansızlıklarına da, inanç etmeleri lazım gelsin.