CEVAP
Bazı felsefeciler (İnsanda tapma ihtiyacı vardır. Bunun için de, ateşe, güneşe, puta tapanlar olmuştur) diyorlar. İşin aslı ise şu şekilde:
Allahü teâlâ, insana, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırması için akıl vermiştir. Akıl, bir şeyin kendiliğinden bulunduğunu kabul etmez. Her şeyi bir sebebe bağlar. İnsanın ve insandaki organların ve tabiattaki düzenin yerli yerince yaratılmasını rastlantı olarak kabul edemez. Bunun şeklinde tabiatta bulunan canlı cansız her şeyin, bir yaratıcı tarafınca yaratıldığını ister istemez kabul eder.
İnsanın kendi başına Tanrı’ı tanıması zor, hatta imkânsızdır. Tarih süresince, Allahü teâlânın gönderilmiş olduğu bir rehber olmadan, insan; kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var bulunduğunu, aklı ile anlamış oldu. Fakat Ona giden yolu bulamadı.
İnsanlar, yaratıcıyı ilkin etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sanıp, ona tapmaya başladılar. Sonrasında büyük doğa güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe, bu tarz şeyleri yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret, alamet halletmeye kalktılar. Bundan da putlar hayata merhaba dedi. Böylece, çeşitli putlar çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni vaka karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet’in başlangıcında Kâbe’de 360 put vardı.
Kısacası insan; Bir, öncesiz ve sonsuz olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı! Bundan dolayı rehbersiz karanlıkta doğru yol bulunamaz.
Kur’an-ı kerimde, (Biz, peygamber göndermeden ilkin azap yapıcı değiliz) buyuruldu.(İsra 15)
Allahü teâlâ; kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin iyi mi kullanılacağını onlara öğretmek, kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri fena, zararı olan işlerden ayırmak için, dünyaya peygamberler gönderdi. Peygamberler en büyük rehberlerdir. Ruh-ul beyan’da, Zümer suresinin, (Tanrı’tan başkasını dost edinenler, “Biz bunlara bizi Tanrı’a yaklaştırmaları için, bizlere şefaat etmeleri için tapınıyoruz” derler) mealindeki 3. âyetinin tefsirinde deniyor ki:
(İnsan, kendisinin ve her şeyin yaratıcısını tanımaya elverişli olarak, yaratılmıştır. Yaratıcısına tapınmak ve Ona yaklaşmak arzusu, her insanda vardır. Fakat bu şekilde elverişli olmanın ve bu isteğin kıymeti yoktur. Bundan dolayı, nefs, şeytan ve fena dost, insanı aldatarak [yaratana ve kıyamete inanmayan birer dinsiz veya] müşrik yaparlar. Müşrik, Allahü teâlâya yaklaşamaz. Onu tanıyamaz. Şirkten uzaklaşıp, tevhide sarılarak hasıl olan tanımak, kıymetlidir. Bunun alameti, peygamberlere ve kitaplarına inanmak ve bunlara uymaktır. İnsan, Allahü teâlâya sadece bu şekilde yaklaşabilir.)
Zâriyat suresinin, (İnsanları ve cinni, bana yakarma etmeleri için yarattım) mealindeki 56. âyet-i kerimesindeki (yakarma etmeleri için) ifadesi, (beni tanımaları için) anlama gelir. Doğrusu, Allahü teâlâyı tanımak, inanmak için yaratıldık. Hadis-i kudside, (Tanınmak için her şeyi yarattım) buyurması, (Onların beni tanımakla şereflenmesi için) anlama gelir.
Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini soran bedeviye, (İlmin başını öğrendin mi?) diye sordu. O da, (İlmin başı ne ki?) dedi. Bedeviye, (İlmin başı, Tanrı’ı tanımaktır. Bu da Onun; misli, aynı, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vâhid, evvel, ahir, zâhir ve bâtın bulunduğunu bilmektir) buyurdu.
Huzura kavuşmak için
Yalnız maddiyata inanan kimselerin fazlaca kere dertlerine umar bulamadıklarını, intihara kadar gittiklerini görüyor ve okuyoruz. Yalnız maddeye inanan kimseler, fazlaca kereler dertlerine umar bulamayıp, ümitsizliğe kapılmaktadır. Bu, onların ruhlarının boş kalmasından ileri gelmektedir. İnsanın ruhu da, bedeni şeklinde gıdaya muhtaçtır. Bu da, sadece inanç etmekle mümkündür ve Allahü teâlânın yolunu sadece din gösterir. Allahü teâlâyı inkâr edenler bile, muhakkak bigün bu ihtiyacı duyarlar.
Meşhur Rus yazarı Soljenitsin, ABD’ya yerleştiği süre, kendisinin büyük sıkıntılardan, ruhi bunalımlardan kurtulacağını zannetmişti. Bigün bir üniversitede ABD gençlerini başına biriktirerek onlara şu şekilde hitap etmişti:
(Ben buraya erişince, fazlaca bahtiyar olacağımı sanmıştım. Ne yazık ki, burada da büyük bir boşluk hissediyorum. Bundan dolayı siz, artık maddenin esiri olmuşsunuz. Evet, burada özgürlük var, hepimiz istediğini yapıyor; fakat sadece maddeye ehemmiyet veriyor. Ruhları bomboş. Hâlbuki insanı hakiki insan icra eden, onun tekâmül etmiş [gelişmiş], temizlenmiş ruhudur. Size tavsiyem şudur: Ruhunuzu geliştirmeye, güzelleştirmeye bakın! Sadece o süre, ülkenizde bulunan ve sizi de üzen çirkinlikler yok olmaya adım atar. Dine ehemmiyet verin! Din, insan ruhunun gıdasıdır. Dinine bağlı insanoğlu, her işte sizin en büyük yardımcınız olacaktır; şu sebeple onları Tanrı korkusu doğru yoldan ayırmaz. Sizin en büyük güvenlik teşkilatınız bile, herkesi gece gündüz denetim edemez. İnsanları kötülükten alıkoyan polis şeklinde, onların duyduğu Tanrı korkusudur.)