Cevap 1:
Buharî ve Müslim’de,
“Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.” (Buhari, İstizan, 1; Müslim, Bir, 115)
mealinde bir hadis-i şerif vardır. Alimlerin bir kısmına göre, “Suretihi”deki zamir Allah’a racidir. Hadisin tercümesi bu doğrultuda yapılmıştır. Bir kısım alimlere göre ise, oradaki zamir Âdem’e racidir. Bu takdirde hadisin manası,
“Allah Âdem’i, Âdem’in kendi suretinde yarattı.” şeklinde olur. (bk. İbn Hacer, 5/182-183)
İmam Nevevî’nin bildirdiğine göre, alimlerin bir kısmı, bu rivayetleri müteşabih kabul etmiş, manasını tevil etmeden Allah’a havale etmesini daha uygun görmüştür. Hadiste yer alan “Suretihi”deki zamirin Allah’a ait olduğunu kabul eden bazı alimler, “suretihi”yani “kendi sureti/onun sureti” tamlaması, bir teşrif ve tahsis içindir, demişler. Yani, Allah’ın sahip olduğu insan sureti anlamına gelir. “Naketullah” yani “Allah’ın devesi”,“Beytullah” yani “Allah’ın evi” tamlamaları da böyledir. (bk. Nevevî, ilgili hadisin şerhi)
“Allah’ın suretinde” ifadesini, insanların Allah’ın bazı sıfatlarını yansıtacak şekilde var edildiğini anlamak da mümkündür. Nitekim, -insan olarak- biz de görüyoruz, Allah da görüyor; biz de işitiyoruz, Allah da işitiyor… Fakat bu iki görme ve işitme asla aynı değildir. Nitekim Kur’an’da -mealen-:
“Allah’ın benzeri, hiçbir şey yoktur; O, her şeyi hakkıyla işitir, hakkıyla görür.”(Şura, 42/11)
buyurulmuş ve insanların bazı vasıflarının, Allah’ın bazı sıfatlarına muvafık olmasının, gerçek bir benzeşme olmadığına işaret edilmiştir.
“Allah, insanı Rahman suretinde yarattı.” (Buharî, İsti’zân, 1; Müslim, Birr, 115, Cennet, 28)
mealindeki hadis-i şerif penceresinden konuya baktığımızda anlaşılması daha kolay olabilir.
Cevap 2:
Maddeden münezzeh olan Allah, suretten de münezzehtir. Nitekim, hadis-i şerifte, “Allah insanı kendi suretinde yarattı.” denilmemiştir. Burada esas olan Allah’ın rahmetine dikkatleri çekmek ve İlâhî rahmetin en fazla insanda tecelli ettiğini ders vermektir. İnsan denince hemen bedeni hatırlamak da bizi yanıltıcı sonuçlara götürebilir. İnsanda esas olan ruhtur. Beden o ruhun yardımcısı, elbisesi, hanesi gibidir. Öyle ise bu hadis-i şerifi okurken ruhumuza nazar edecek, akıldan hayale, hafızadan his dünyasına kadar uzanan çok geniş rahmet tecellilerini okuyacak ve bizi bu şekilde yaratan Rahman’ımıza şükredeceğiz.
Yokluk karanlığından kurtulan her varlık, büyük bir rahmete kavuşmuş demektir. Bu mânâsıyla rahmet, canlı-cansız bütün mahlûkatta tecelli ediyor. Semanın yıldızlarından denizin balıklarına, ışınlardan meleklere, yarı canlı bir bitkiden insanoğluna kadar her varlıkta rahmet hâkim; hepsi az veya çok, cüzî veya küllî bir rahmete mazhar olmuşlardır.
Resulullah Efendimiz (asm.), insanın eriştiği bu en ileri rahmet tecellisini bir hâdis-i şeriflerinde şöyle ifade buyurur:
“Şüphe yok ki, Allah, insanı rahman suretinde yarattı.”(Buharî, İsti’zân, 1; Müslim, Birr, 115, Cennet, 28)
Bu hâdis-i şerifin yanlış değerlendirilmemesi için bazı noktaların göz önüne alınması gerekmektedir. Hâdis-i şerifte, Allah ve Rahman isimleri ve bir de yaratma fiili geçiyor.
Cenâb-ı Hak, cisimden ve suretten münezzeh. Ama gel gör ki, insan bu hadisi okurken nefis ve şeytan onun hayalini ifsat eder ve sanki hâdis-i şerif, “Allah, insanı kendi suretine benzer bir şekilde yarattı.” şeklindeymiş gibi yanlış bir anlayışa götürür. Hadiste geçen Rahman ismine bilhassa dikkat etmek ve bu kelâmı, “Allah’ın rahmetinin bütün varlık âlemi içinde, en fazla insanda tecelli ettiği” şeklinde anlamak gerekir.
Suret, madde ve maddî varlıklar içindir. İnsanın maddî olan bedeni ruhun hizmetçisidir. O hâlde insan denilince öncelikle ruh anlaşılmalıdır. İnsan ruhu, Cenab-ı Hakk’ın maddeden ve suretten münezzeh olduğunun en güzel bir göstergesidir. Hâl böyle iken, insan nasıl olur da bu hâdis-i şerifte geçen “suret” kelimesine gerçek dışı bir yorum getirebilir?
Hadiste geçen çok önemli bir kelime de “yarattı” ifadesi. İnsanın bedeni mahlûk olduğu gibi, ruhu da ve o ruhun bütün sıfatları da mahlûktur. Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarına iman etme hususunda bize büyük bir rehber olmak üzere ruhumuzda ilim, irade, kudret gibi sıfatlar yaratılmıştır. Mahlûk olan bu sıfatlar ilâhî sıfatlara elbette hiçbir cihetle benzemezler. Sadece onlardan haber verirler.
Bu sıfatların hiçbiri için suret düşünülemeyeceği gibi, bunların tümü için de yine bir suret, bir şekil hayal etmek mümkün değildir. Bu hâdis-i şerif değerlendirilirken, kâtip yazıya, usta esere benzemediği hâlde, Hâlık’ın mahlûkuna hiç mi hiç benzemeyeceği nazara alınmalıdır. Ancak böylece batıl hayallerden ve aldatıcı vehimlerden kurtulmak mümkün olur.
Risale-i Nur Külliyatı’ndan On Dördüncü Lem’an’ın İkinci Makam’ında, bu noktada çok önemli ipuçları ve çok değerli irşat levhaları mevcut. Lem’alar‘da ,
“Bir kısım ehl-i aşk, insanın simâ-yı mânevisine bir suret-i rahman nazarıyla bakmışlar.”
denilerek, nazarlar insanın ruh, kalp, akıl, hissiyat âlemine çevrilir ve mesele değerlendirilirken bedenin maddî suretinden uzak kalınmasına işaret edilir. Şualar’da, kâinat ağacının meyvesi olan canlılar âleminde, “Sıfat-ı seb’aca mânevî bir simâ-i rahmanî ve temerküz-ü esmaî” tezahür ettiği kaydedilir.
Bu ifadeden sadece insanın değil, diğer canlıların da Allah’ın sıfatlarını göstermeleri ve ilâhî isimlere âyine olmaları cihetiyle bir simâ-i rahmanî taşıdıkları anlaşılıyor. Ancak, bu mânânın en ileri derecesi insanda görülüyor.
Demek ki, insana ibretle bakıldığında Allah’ın bütün sıfatları ve isimleri onda okunabilir. Bütün bu tecellilerin insana, sadece ve sadece ilâhî bir rahmet olarak verildiğini düşündüğümüzde, onda rahmaniyet hakikatini seyreder gibi oluruz. Her varlıkta ilâhî isim ve sıfatlar seyredilebilir ama bu noktada en açık, en berrak delâlet insanda görülür. İlâhî sıfatlara ve isimlere delil olma, onları gösterme, onlara âyna olma hususunda insandan daha ileri bir varlık yaratılmış değil.
Siyah denilince beyazı hatırlamamız gibi, suret kelimesi de bize sireti ve hakikati hatırlatır. Her suret, bir hakikatten haber verir. Bir kelimedeki harflerin şekilleri surettir. Bu suretler bir mânâya delâlet ederler. Meselâ ilim bir mânâdır, bir üstünlük ve fazilettir. İlim kelimesi ise bize bu mânâyı hatırlatan bir suretten ibaret. Yoksa bu kelimenin harflerinde ilim aramak, elbette doğru değildir.
İnsanın mânevî siması da bize rahman mânâsını ders veren bir suret ve bir kelime gibi. Kalbimiz, aklımız, hafızamız, hayalimiz ve top yekûn his dünyamız, hep rahmetten haber verir ve Rahman’ı hatırlatırlar.
Bu tecelli, ruhumuzun hânesi olan cismimize de aksetmiş bulunuyor. Dilimizden dişimize, saçımızdan tırnağımıza, ciğerimizden böbreğimize kadar her neyimiz varsa, hepsi rahmanın birer hediyesi. Bunların her biri bir kelime, bir suret ve hepsinde o Rahman’ın lütuf ve keremi okunur.
Sonuç: Suret-i rahman; Allah’ın rahmetinin en parlak aynası ve en güzel tecellisi diye özetlenebilir.
Bir önceki yazımız olan Allah bize şah damarımızdan daha yakın olduğuna göre, Ona yaklaşmayı nasıl bilmeli ve anlamalıyız? başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.