1. Bir vagonu diğer vagon çekiyorsa en baştakini kim çekiyor? Şu halde bu kainatın icat edeni ve var edeni olmalı değil mi?
2. Bir harf bile katipsiz olmaz iken, insanın ve evrenin sahipsiz olacağını nasıl düşünebiliriz? Ayrıca bir şeyi yapan usta bile yaptığı şeyin türünden değildir. Örneğin saatı yapan saat türünden, harfi yazan da harf türünden değildir. Şu halde bizi ve evreni yaratan da bizim ve evrenin türünden olmaması gerekir.
3. Allah’ın varlığını inkar etmek bizi rahatlatacak mıdır? Tam tersine bu anlayış bizi bir boşluk içine düşürecektir. Niye, neden, nasıl, kim için yaşayacaksın? Ölümden sonra hayatın ne olacak? Eğer başka hayat yoksa, bize verilen sonsuzluk duygusunun ve ebedi yaşamak arzusunun karşılığını nerede bulacağız? Bu durumda böyle duygular bize niye verildi?
– Fenler, Allah’tan nasıl bahseder?
İslam, hiçbir zaman, hiçbir meselede fenne ters düşmemiş, bilakis onu teşvik etmiştir. Dini kaynaklar, bunun güzel örnekleriyle doludur. Allah’ın iki kitabı vardır: biri Kur’an-ı Kerim’ dir ki, “kelam” sıfatından gelir, diğeri kainattır ve “kudret” sıfatının eseridir.
İlim adamları, dine inansalar da, inanmasalar da kainat kitabını okumakta ve yaratanın eserlerini tefsir etmektedirler. Fabrika sahibini tanımadan çalışan işçiler gibi! Her fen, kendine has bir dil ile mütemadiyen Allah’tan bahsediyor. Mesela, botanik ilmi, bize bir ağacın özelliklerini anlatır. Ağacın topraktaki gıdaları nasıl aldığını, yapraklara kadar nasıl taşıdığını, meyvelerin nasıl meydana geldiğini, büyümenin ne şekilde olduğunu gösterir. Böylece, karşımıza hücrelerden oluşan, kökü, gövdesi, dalı, yaprağı, çiçeği ve meyvesiyle mükemmel bir makine çıkar. Üstelik de canlıdır.
Şimdi insafla düşünelim: bu harika makineyi akılsız, şuursuz, ilimden, iradeden ve kudretten mahrum basit bir toprak nasıl yaratır? Bitki alimlerinin, dev laboratuarlarda bile bir tek yaprağını yapamadıkları bir gerçekken, ağaç, başka bir ifadeyle odun, o harikulade çiçekleri ve meyveleri nasıl yapar? Her bir ağaç, o mucizevi yaratılışıyla isimleri ve sıfatları sonsuz bir zatı ispat etmez mi?
Keza zooloji ilmi, aklımıza bir hayvanın iç dünyasının kapılarını açtı. Her hayvanın harikulade birer fabrika olduğunu anladık. Zehirli sinek bal yapıyor. Elsiz böcek ipek dokuyor, dilsiz koyun süt üretiyor. İlim gösterdi ki, basit bir saman ve sudan, latif bir gıda olan sütü yapmak, o akılsız koyunun işi değildir. Koyun, arı, ipek böceği ve benzeri bütün hayvanlar, ressamın fırçası, yazarın kalemi, marangozun çekici gibi birer alettirler. Yaratmak fiilinin faili ise, şüphesiz bu kainatın da ustası olan Rabb’imizdir.
Astronomi ilminin penceresinden bakarak, dünyanın uzaydaki halini gördük. Güneşin etrafında mermi hızıyla uçan dev bir tayyare. Kanatsız, motorsuz, pilotsuz, gürültüsüz ve olabildiğince büyük. Üstündeki yolcular ise gayet rahat seyahat etmekteler. Çoğu zaman uçtuklarının bile farkında değiller. Bir yandan da dünya, kendi ekseni etrafında dönüyor. Geceler, gündüzler ve mevsimler bu iki dönüşün ürünü. Güneşe yaklaşsak tehlike, uzaklaşsak tehlike. Güneşin çevresinde uçan sadece dünya da değil, diğer gezegenler de var. Onlardan birisiyle çarpışması işten bile değil. Fakat hiçbir aksaklık olmuyor, her şey yolunda gidiyor. Bu düzen, milyonlarca seneden beri hiç bozulmuyor.
Astronomi okuyan herkesin düşünmesi ve şu soruları kendi kendine sorması gerekmez mi:
– Bu hassas dengeyi kim kurdu? Dünyayı yaşanacak hale kim getirdi? Pilotları da bulunduğu halde bazı uçakların çarpıştığı bir gerçekken, bu dev cisimleri çarptırmadan döndüren ve uçuran hangi ilim ve kudrettir?
Hele, yaratıklar içinde biri var ki, o başlı başına bir mucizedir. Adına insan derler. Düşünür, hayal eder, araştırır, anlar, sever, acır, nefret eder… Binlerce kabiliyetle donatılmıştır. Daha da önemlisi kendi varlığının şuurundadır. Kainat onun idrakiyle ışıklanır. Bu muhteşem canlının ruh, kalp, akıl ve hayal gibi manevi cihazları bir yana, maddi yapısı da bir sanat şaheseridir. Gözün en güzeli, elin en kullanışlısı, saçın en latifi, dilin en tatlısı, endamın en mevzunu, boyun en mutedili, uzatmaya ne hacet, her şeyin en iyisi ona verilmiştir.
Tıp ilmiyle anlaşıldı ki, vücudunun dışı gibi, içi de harikalar harikası. Tonlarca kan pompalayan kalbi, yemekleri kolayca sindiren midesi, kan temizleme makinesi olan akciğerleri, kilometrelerce uzunluktaki damarları, daha bilmem nesi ve nesiyle gerçek bir şaheser. Heykel, heykeltıraşını göstersin de, tıp ilmiyle mükemmelliği anlaşılan insan vücudu ustasını tanıtmasın, mümkün mü?
İşte fen ilimleriyle uğraşanlar, bu ilimlerin kaynağını bir yaratıcıya dayandırmasalar bile, her bir fen kendine mahsus bir dille Allah’tan bahsediyor. Öyleyse bu ilimleri dinlemek gerekiyor.
Bir önceki yazımız olan Allah Nerdedir? başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.