islam’ı Vahşet Dini {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} Gösterenlerin Yanlış Kullandıkları iki {esas|temel} Kavram: şeriat ve Cihat
{kenar|kıyı} süsü
Allah bir ayette Kuran’ı şu {şekilde|biçimde} {tanım|tarif} eder:
…(Bu Kur’{lahza|an}) düzüp uydurulacak bir söz değildir, {ancak|fakat|lakin} kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin ‘{çeşitli|türlü} biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)
Allah’ın ayette {aleni|açıkça} bildirdiği {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} “Herşeyin {çeşitli|türlü} biçimlerde açıklaması” olan Kuran, hurafecilere asla yeterli gelmemiştir. {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} onlar, Kuran’ın bildirdiği yolu kendi batıl din anlayışlarına {müsait|uygun} bulmazlar. işte bu nedenle tarih boyunca bir kısım Kuran hükümlerinin “yeterli olmadığı” (Kuran’ı tenzih {ederiz|ediyoruz}) ve “açıklanması gerektiği” iddiasıyla ortaya çıkmışlardır. Buradan, “Kuran’ı {ancak|fakat|lakin} hadisler* yoluyla anlayabiliriz” mantığını geliştirmişlerdir.
Burada şu açıklamayı yapalım: Hadisler, Peygamberimiz (sav)’in sözleri {olarak|şekilde} bugüne kadar gelmiş izahlardır. Bir {kısmı|bölümü} sahih yani gerçek söz ve uygulamalar olmakla {birlikte|beraber}, bir {kısmı|bölümü} {zamanla|zaman geçtikçe} uydurulmuş, bir kısmının ise {zamanla|zaman geçtikçe} {anlamı|manası} değiştirilmiştir. Bir hadisin gerçekten Peygamberimiz (sav)’in sözü {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} uygulaması olduğunu anlamanın ise iki yolu {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}: Kuran ile mutabık olması ve tahakkuk etmesi (gerçekleşmesi). Kuran ile çelişen bir söz {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} uygulamanın Peygamberimiz (sav)’e ait olduğunu iddia etmek ise düpedüz Peygamberimiz (sav)’e iftiradır. {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} Efendimiz (sav) de {sadece|yalnızca|sırf} Kuran’a uymuştur.
“Kuran’ı {ancak|fakat|lakin} hadisler yoluyla anlayabiliriz” mantığı islam dünyasına büyük zararlar vermiştir. {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} bu mantıkla yola çıkan bir kısım Müslümanlar, din adına uydurma hadislere uymaya başlamışlardır. Hatta bir {süre|zaman} sonra Kuran’ı bir kenara bırakmış, {sadece|yalnızca|sırf} söz konusu hadisleri kendilerine din kaynağı edinir {hale|duruma|bir hale|bir duruma} gelmişlerdir. Uydurma hadisler Kuran ayetleriyle çeliştiğinde ise, “Bu hadis Kuran hükmünü nesh etti (yürürlükten kaldırdı)” demeye {bile|dahi} cüret edebilmişlerdir. Yüzlerce uydurma hadisten kaynaklanan {farklı|ayrıcalıklı|değişik} dinler {modern|gelişmiş|çağdaş} ve islam dini {arasında|içinde}, birbiriyle pek {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} {konuda|konu için|konu hakkında|konu ile ilgili} çelişen dört ayrı mezhep ortaya çıkmıştır. Mezhep alimleri ise kendilerine Müslüman demiştir, {ama|fakat|lakin} hepsi {farklı|ayrıcalıklı|değişik} bir şeyi savunmuştur. Hatta birbirlerinin dinden çıktığını düşünmüşlerdir.
islam aleminin düştüğü bu durumu Peygamberimiz (sav) Kuran’da {ulu|yüce} Allah’a şu {şekilde|biçimde} şikayet eder:
Ve elçi dedi ki: “Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş (bir Kitap) {olarak|şekilde} bıraktılar.” (Furkan Suresi, 30)
Gerçekten de islam aleminin büyük bir kısmının {sorunu|problemi|sıkıntısı|derdi} bugün, Kuran’ı terk edilmiş bir kitap {olarak|şekilde} bırakmış olmalarıdır.
Kuran terk edildikten sonra {dizi|sıra} “icma”ya gelmiştir (icma: Herhangi bir {dönemde|çağda|devirde} yaşamış din büyüklerinin, kıyas delillerine dayanarak şeriat {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} hüküm koymaları). Bu {insanların|kişilerin|şahısların} de yol göstericileri Kuran {olmadığından|olmadığı için|olmaması sebebiyle|olmaması nedeniyle} binlerce uydurma hadis {arasında|içinde} boğulmuşlar ve “hükümleri Kuran’ın da hadislerin de açıklayamadığı” {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bir kanaate varmışlardır. {artık| bundan sonra|bundan böyle} bu “din büyükleri” islam adına {hukuklar|yasalar|kanunlar|hükümler} koyar {hale|duruma|bir hale|bir duruma} gelmiştir. Mezhepler birbiriyle çatışır ve çelişirken bu {defa|kez} da mezheplerin içindeki icmalar birbiriyle çatışır {haline|durumuna|biçimine} gelmiştir. Her “din büyüğünün” kendi yorumu hüküm kabul edilmiş, her cemaat {farklı|ayrıcalıklı|değişik} bir uygulamayı {esas|temel} almış, koskoca islam topluluğu mezheplere, sınıflara ve son {olarak|şekilde} da küçük gruplara bölünmeye başlamıştır. Kuran ise, kılıfı {arasında|içinde} duvara asılan bir süs {olarak|şekilde} bırakılmıştır. {tüm|bütün} bunların sonucunda da islam camiasının büyük bir {kısmı|bölümü} “Kuran’ı terk etmiştir”.
icma
islam aleminin büyük bir kısmının {sorunu|problemi|sıkıntısı|derdi} bugün, Kuran’ı terk edilmiş bırakmalarıdır. Her “din büyüğü” {olarak|şekilde} nitelendirilen {kişinin|insanın|bireyin} kendi yorumu hüküm kabul edilmiş, dolayısıyla her cemaat {farklı|ayrıcalıklı|değişik} bir uygulamayı {esas|temel} almıştır.
Bir kısım islam karşıtlarına {bakılınca|bakıldığında} onların da sorununun hurafecilerle {tıpkı|aynı} olduğunu anlarız. Onlar da islam’ı Kuran’dan öğrenmezler. {tıpkı|aynı} hurafecilerin yaptıkları {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} onların da islam’ı değerlendirmelerinde, uydurma hadisler, gelenekler ve bir kısım din bilginlerinin çoğu {süre|zaman} Kuran ile örtüşmeyen icmaları ön plandadır. Onlara göre de ?“islam”, hurafecilerin hayatları ve uygulamalarıdır. Onlara göre “islam”, Kuran’daki din değil, tarihçilerin {hayal|düş} gücüdür. Onlar Kuran’ın değil, bu uydurma dinin şeriatına “şeriat” derler. Kuran’ın bildirdiği değerlerden, kavramlardan, {aşamalardan|evrelerden|işlemlerden|uygulamalardan} habersizlerdir {ama|fakat|lakin} hurafecilerin {düzmece|sahte} dinlerinin {tüm|bütün} kurallarını {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} iyi bilirler. Bu {düzmece|sahte} dinin kurallarını eleştirirken de {kendilerince|kendi başlarınca|kendi kendilerine} islam’ı eleştirdiklerini zannederler. Hurafecilerin dinine öylesine sahip {yararlar|çıkarlar|faydalar|olumlu şeyler} ki, “bu islam değil” {diyince|deyince|dendiğinde} inanmazlar. Ki bu son derece {önemli|mühim|ciddi} bir hatadır.
Söz konusu {kişiler|insanlar|bireyler} ideolojik bir din karşıtlığı düşüncesiyle islam’a karşı değillerse, {bağnaz|yobaz} zihniyetin karanlığına karşı gerçekten çözüm arıyorlarsa, buna inanmak zorundalar. Onların dini islam değil. Bir Müslümana Kuran tek başına {yeterlidir|yeterli olacaktır|yeterli olmaktadır}. Hadisler, Kuran ile mutabık oldukları sürece doğru ve güvenilirdirler. Kuran ile çelişen bir hadisin islam’da {noktayı|yeri} {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}. {şayet|eğer} bir Müslüman Kuran’da islam’ı bulamıyorsa, {diğer|öteki|başka} bir din arayışı {arasında|içinde} {demektir|anlamına gelir|anlamına geliyor|manasına gelir|manasına gelmektedir}. O dinin şeriatı ise islam değildir.
Kuran’daki Gerçek şeriat
şeriat {sözcük|kelime} {anlamı|manası} {olarak|şekilde} “yol” {demektir|anlamına gelir|anlamına geliyor|manasına gelir|manasına gelmektedir}. Bir Müslüman Kuran’a bakarak nasıl bir “yol” izlemesi gerektiğini {rahatça|kolayca|basitçe|pratik olarak} anlayabilir. Kuran’da haramlar {oldukça|epey bir|yoğun şekilde} azdır ve {kati|kesin} ve net hükümlerle bildirilmiştir. Tartışmaya {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} yoruma açık değildir. {örneğin|mesela|örnek olarak} adam öldürmek, zina etmek, {faiz|nema} almak, domuz eti yemek, kan içmek {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} {hukuklar|yasalar|kanunlar|hükümler} Kuran ayetleriyle {kati|kesin} ifadelerle bildirilmiş olan haramlardır. Bu Kuran’ın {önemli|mühim|ciddi} bir özelliğidir. Ayetleri kendi {talebine|taleplerine|isteklerine} göre yorumlayarak haram üretmeye çalışan {kişiler|insanlar|bireyler} {herzaman|her zaman|daima|hep} {kendilerince|kendi başlarınca|kendi kendilerine} çıkarımlarda bulunurlar. {halbuki|oysa} Allah haramları {kati|kesin} hükümlerle yasak etmiştir. Bu ayette {olduğu|bulunduğu} {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}:
O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah’{şafak|tan} başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı {kati|kesin} {olarak|şekilde} haram kıldı. (Bakara Suresi, 173)
Allah Kuran’da, islam adına haram ve helal üretecek olan {insanların|kişilerin|şahısların} {mevcut|var} olacağını şöyle bildirir:
Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} Allah’a karşı yalan uydurmuş {kalıyorsunuz|oluyorsunuz|kalırsınız|olursunuz}. şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler. (Nahl Suresi, 116)
Peygamberimiz (sav)’in döneminden sonra, ayetin tasviriyle Allah’a karşı yalan uydurmuş olan {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} geniş topluluklar türemiştir. Bu topluluklar Kuran’ı {kılavuz|rehber} edinmedikleri için dilediklerine haram, dilediklerine ise helal diyebilmişlerdir. {ama|fakat|lakin} öyle bir topluluk {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır} ki, Allah onların şu {özelliklerini|niteliklerini} asıl {olarak|şekilde} vurgular: “Helal kılınan güzellikleri haram kılmaları”. Rabbimiz Kuran’da şöyle bildirir:
Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. (Maide Suresi, 87)
işte dünya {üzerinde|üstünde} “şeriat” {adı|ismi} altında {kullanılan|uygulanan} {halbuki|oysa} {tamamen|tam olarak|yüzde yüz|% } islam ile çelişen vahşet sistemini incelerken, kendilerine helalleri haram kılan, Kuran’dan {tamamen|tam olarak|yüzde yüz|% } {irak|uzak} topluluklardan bahsedeceğiz.
{evvela|önce|öncelikle} Kuran ayetlerinde açıklanan gerçek şeriatı yani Kuran’ın doğru {yolunu|şeklini|alternatifini|yöntemini} {tanım|tarif} edelim:
Kuran’ın şeriatı sevgi, saygı, her dinden, her fikirden {kişiye|insana} şefkat ve koruyuculuk {demektir|anlamına gelir|anlamına geliyor|manasına gelir|manasına gelmektedir}. Kuran’ın şeriatı demokrasiyi {koşul|şart} koşar, {düşünce|fikir} özgürlüğü hakimdir. Kuran’ın şeriatında {kişiler|insanlar|bireyler} bilgili, eğitimli, açık fikirli, karşı fikirlere saygılı, {mesut|mutlu}, dışa dönük, {çağdaş|modern|uygar}, kaliteli, ümitvar, sanat ve estetiğe {önem|ciddiyet} {verici|veren|sağlayan}, birliğe, dostluğa ve sevgiye {değer|kıymet} {verici|veren|sağlayan} insanlardır. Kuran’ın şeriatında nefret, tahammülsüzlük, çatışma, kavga, zorbalık, dayatma, tehdit, mutsuzluk, {hiddet|öfke} ve {harp|savaş} {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}. Kuran {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} {tüm|bütün} bu tanımları, kitabın ilerleyen sayfalarında ayetlerden delillerle açıklayacağız.
Kuran’daki şeriat
Kuran’ın şeriatı, Müslümanın {çağdaş|modern|uygar}, bakımlı, {asil|soylu}, akıllı, kültürlü, demokrat, açık fikirli, {tüm|bütün} fikirlere saygılı ve sevgi dolu olmasını gerektirir. Kuran’ın şeriatında kardeşlik, {barış|sulh} ve sevgi esastır. Kuran, Müslümanlara savaşı, zulmü, kin, {hiddet|öfke} ve çatışmayı yasaklamıştır. Gerçek şeriatı bilmek {isteyenler|arzu edenler}, {sadece|yalnızca|sırf} Kuran’a başvurmalıdır.
Bu tariflere bakarak Kuran’ın şeriatına {müsait|uygun} bir islam ülkesi şu anda dünyada {varmı|var mı}? Elbette {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}. Bu şeriat, Peygamberimiz (sav) döneminden {beri|buyana|bu yana|bu güne|bu güne kadar} uygulanmadı. şu anda şeriat ile yönetildiğini söyleyen ülkeler {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} şeriat getirmek {isteyen|arzulayan|dileyen} {birtakım|bir takım} vahşet grupları, islam’ın yerine koydukları {bağnaz|yobaz} dinin şeriatını uyguluyorlar. Bir kısım yalan hadisleri kendilerine {kılavuz|rehber} ediniyorlar. Kuran’ı ise geride bırakıyorlar.
Sonraki bölümlerde, şeriat iddiasıyla ortaya çıkan {ama|fakat|lakin} {hiddet|öfke} ve nefret saçan grupların bu şeriatın kaynağını nereden aldıklarını göreceğiz. Kendilerine {kılavuz|rehber} edindikleri {tüm|bütün} {düzmece|sahte} hadisleri ve onların geçersizliklerini birer birer inceleyeceğiz. Bu toplulukların uydukları şeriatın Kuran’dan ne kadar {irak|uzak} olduğunu ve asla bir islam şeriatı {olarak|şekilde} tanımlanamayacağını açık delillerle gözler önüne sereceğiz.
Gerçek Kuran şeriatı Bir ülkeye Neler Kazandırır?
Bu dünyada {şayet|eğer} gerçekten islam’ın şeriatını uygulayan bir {ülke|yurt|memleket} olsaydı nasıl olurdu??Bilimde ve sanatta {modern|gelişmiş|çağdaş}, eğitim ve {yaşam|hayat} seviyesi {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} yüksek, kaliteli, barışçıl, sevecen, {tüm|bütün} dünya halkları ile birleşme yanlısı, {barış|sulh} öncüsü ve sevgi emsali, Musevileri, Hristiyanları, ateistleri kucaklayan, her ideolojiden her insanı {dost|arkadaş} bilen ve onlara saygı duyan, dünyaya {huzur|mutluluk|rahatlık} ve güvenlik getirmeyi misyon edinmiş, kendisinden {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} {ihtiyaç|gereksinim} içindekileri düşünen ve sorunlara çözüm bulan, sevgi dolu, {şen|neşeli} bir {ülke|yurt|memleket} olurdu. Bu {ülke|yurt|memleket} halkı, {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} kaliteli olmasının yanı {dizi|sıra}, ultra {çağdaş|modern|uygar} ve ultra demokratik bir {yaşam|hayat} tarzına sahip olurdu. Her {düşünce|fikir} rahatlıkla söylenebilir, her görüş özgürce açıklanabilir, {ama|fakat|lakin} bu olurken hakaret, {saldırı|hücum}, tahammülsüzlük ve şiddet asla ve asla olmazdı. Mal bir kenara yığılmaz, Kuran’ın yoksulu korumaya ve “kendi nefsinden {evvela|önce|öncelikle} kardeşinin nefsini düşünme” düsturuna dayalı {yaşam|hayat} {şekli|türü|çeşidi} hakim olurdu. Buna göre zaten {fakir|yoksul|fukara} da olmazdı. Böyle bir sistem, dünyadaki {tüm|bütün} {insanların|kişilerin|şahısların} tam anlamıyla {rahat|sorunsuz|sorunsuzca} yaşayacağı, dünyadaki {tüm|bütün} ülkelerin {mesut|mutlu} ve memnun olacakları mükemmel bir sistem olurdu.
Bu {tanım|tarif} {şayet|eğer} şu anki “islam Cumhuriyeti” adını almış ülkelerle kıyaslanırsa, aradaki {önemli|mühim|ciddi} {fark|ayrım} {derhal|hemen} anlaşılabilir. şu anda şeriat adına yaşanan sistem, {kati|kesin} {olarak|şekilde} islam’ın şeriatı değildir. islam’ın şeriatının yaşanabilmesi için o dinin hurafelerden {kati|kesin} {olarak|şekilde} arınması ve yukarıda belirttiğimiz Kuran’da övülen {tüm|bütün} bu tariflere uyması {gerekebilir|gerekmektedir}.
Bunun gerçekleşmesi için de islam ile yönetilen bir ülkenin devlet başkanının hurafelere değil, tam anlamıyla Kuran’a göre {devinim|hareket} eden bir {lider|önder} olması şarttır. Kuran’a uyan Müslüman bir liderin {üç|3} {önemli|mühim|ciddi} {özelliği|niteliği|ayrıcalığı} {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}: şefkatli, demokratik ve adaletli olması. Bu özelliklerinden {ötürü|dolayı} böyle bir {lider|önder} {herzaman|her zaman|daima|hep} güvenilirdir. Kuran ahlakını tam {olarak|şekilde} uygulayan Müslüman bir liderin himayesinde yaşayan {kişiler|insanlar|bireyler} özgürlüğün yeryüzünde daha {evvela|önce|öncelikle} görülmemiş en mükemmel {yolunu|şeklini|alternatifini|yöntemini} göreceklerdir. Hiç kimseye islami yükümlülükler yüklenmeyecek, herkes kendi inancına göre davranacaktır. Herkes, her sözü söyleme hakkına sahip olacaktır. Hiç kimseye {ayrıcalık|imtiyaz} verilmeyecek, herkes eşit muamele görecektir. {adalet|hak} herkes için eşit {olarak|şekilde} ayakta tutulacaktır. {bazen|bazan|kimi} {süre|zaman} {durum|hal} Müslümanların aleyhine olsa {bile|dahi}, “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine {bile|dahi} olsa, Allah için şahidler {olarak|şekilde} adaleti ayakta tutun.” (Nisa Suresi, 135) ayeti gereği {mutlaka|her zaman|daima} {adalet|hak} yerini bulacaktır.
Müslüman bir liderin {talebi|ilgiyi|alakayı} ve çabası {herzaman|her zaman|daima|hep} sevgi oluşturmak üzerine olacaktır. {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} dinlerin indiriliş sebebi, {kişinin|insanın|bireyin} {mevcut|var} oluş sebebi, cennetin yaratılış sebebi sevgidir. Sevginin hakim {olduğu|bulunduğu}, kimsenin inanç özgürlüklerinin kısıtlanmadığı, {herkezin|herkesin|hepimizin|her insanın} {bereket|bolluk} {arasında|içinde} eşit muamele gördüğü bir {toplum|cemiyet} {arasında|içinde} kargaşanın da bir mantığı kalmayacaktır. Adaletsizlik, sevgisizlik, düşmanlıklar ortadan kalktığı için çatışma ortamları da olmayacaktır.
Dolayısıyla şeriatı anlamak için, şu anda islam şeriatı uyguladığını iddia eden ülkelerin uygulamalarına değil Kuran’a bakmak gerekir. islam, Kuran’la gelmiştir. Dolayısıyla islam’ın şeriatı da {sadece|yalnızca|sırf} Kuran’dadır ve {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} açıktır. Kuran’daki {adalet|hak}, demokrasi ve özgürlük sistemlerini uygulamayan bir ülkenin şeriat konusuna {misal|örnek} gösterilebilmesi {olası|mümkün} değildir. Dolayısıyla kimsenin “{ama|fakat|lakin} bu ülkede şu {şekilde|biçimde} uygulanıyor, dolayısıyla islam bize vahşet getirecek” {halinde|biçiminde|şeklinde} bir iddiada bulunması doğru {olmaz|olmamakta|olmamaktadır}. Burada suçlanması gereken, o {ülke|yurt|memleket} liderlerinin islam adına uyguladıkları yanlış sistemdir; Kuran’daki sistem değil (Kuran’ı tenzih {ederiz|ediyoruz}).
Yukarıda anlattığımız güzellikleri getirecek olan Kuran’daki gerçek şeriat sisteminin uygulanmaması, onun yerine vahşetin islam şeriatı {olarak|şekilde} tanıtılması elbette vahim bir {olaydır|şeydir|durumdur}. {ama|fakat|lakin} bunun çözümü islam’ı suçlamak değildir. islam’ı suçlayanlar, {çoğunlukla|ekseriyetle|genellikle|genelde|genel olarak|çoğunlukla|çoğunlukta} radikalizme, vahşete ve şiddete tek çözüm olacak yolu elimine etmeye çalışarak daha {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} {zarar|ziyan} getirirler. Gerçek islam’ı güçsüz kılmaya kalkarak radikallere daha {fazla|çok} yol açarlar. {halbuki|oysa} radikalizmi, islam adına yanlış inançları ortadan kaldıracak olanlar onların suçlamaları {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} ürettikleri silahlar değil, {sadece|yalnızca|sırf} doğru islam anlayışıdır. Ortada yanlış bir inanç {sorunu|problemi|sıkıntısı|derdi} {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}. Yanlış inançların ortadan kalkması ise {ancak|fakat|lakin} ve {ancak|fakat|lakin} yerine doğru inançların konulmasıyla {olası|mümkün} olur.
{çocuklar|küçükler|minikler}
Kuran’daki Gerçek Cihat
cihad
islam’da “cehd etmek”, karşı tarafı bilgilendirmek, güzel ahlakı öğretmek, {kullanıcılarını|insanları|kullanmakta olanları|müşterilerini} kötülükten uzaklaştırmak için {gayret|çaba} harcamak {demektir|anlamına gelir|anlamına geliyor|manasına gelir|manasına gelmektedir}. Cihat adına katliam yapanlar, Kuran’a göre {devinim|hareket} etmemektedir.
Cihad kökeni cehd olan bir kelimedir. Arapçadaki anlamları ise şöyledir: 1. çalışmak, çabalamak, azim, {gayret|çaba}, fedakarlık göstermek. 2. {kişinin|insanın|bireyin} kendi nefsine hakim olması. Bu tanımlardan yola çıkarak islam’da cehd etmenin, karşı tarafı bilgilendirmek, güzel ahlakı öğretmek, {kullanıcılarını|insanları|kullanmakta olanları|müşterilerini} kötülükten uzaklaştırmak için {gayret|çaba} harcamak olduğunu anlarız. Bunu yaparken bir Müslüman bir yandan da kendi nefsini güzel ahlaka yönelik bir eğitim altına almalı ve kendisini {hiddet|öfke} ve nefretten {irak|uzak} iyi bir insan {olarak|şekilde} eğitmelidir. Yani cehd eden bir Müslümanın yapması gereken; bir yandan kendisini eğitirken, bir yandan da iyiyi, güzeli, doğruyu insanlara öğretmek için uğraşmaktır. Sevgiyi, barışı, şefkati yaygınlaştırmak ve {kullanıcılarını|insanları|kullanmakta olanları|müşterilerini} kötülükten alıkoymak için onları fedakarane {şekilde|biçimde} eğitmek ve kendi ahlakı ile de {misal|örnek} olmaktır.
Kuran’ın {hiçbir|hiç bir} yerinde cehd kelimesi bu anlamlarının dışında bir {açıdan|anlamda|manada} kullanılmamıştır. Dolayısıyla “kaynağımız Kuran” diyerek “cihat” adına katliamlar yapanlar ya yalan söylemektedir {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} yanlış eğitilmişlerdir.
şu anda cihat {adı|ismi} altında {kullanıcılarını|insanları|kullanmakta olanları|müşterilerini} katledenler, intihar bombacısı {olarak|şekilde} kendi canına kıyanlar, savaşın çığırtkanlığını yapanlar Kuran’a göre harama girmektedirler. {ama|fakat|lakin} bu {insanların|kişilerin|şahısların} büyük bir {kısmı|bölümü}, Kuran’a muhalif bir davranış {arasında|içinde} olduğunu bilmez {bile|dahi}. {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} onlar, din adına aldatılmışlardır. inandırıldıkları dinin {arasında|içinde} sevgi yerine nefret; şefkat yerine {hiddet|öfke}; kardeşlik yerine düşmanlık; güzellik yerine {kabus|karabasan}; sanat, estetik, {ilim|bilim} ve kültür yerine {cehalet|bilgisizlik} {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}. Böyle bir dine inanan bir {kişinin|insanın|bireyin} eline silah vermek kolaydır. “Bu topluluk senin düşmanın, git saldır” demek kolaydır. Onu galeyana getirmek kolaydır. {hiddet|öfke} toplulukları oluşturmak kolaydır.
Sonraki bölümlerde bu {insanların|kişilerin|şahısların} {harp|savaş} adına yanlış yorumladıkları Kuran ayetleri ve saldırganlığa gerekçe {olarak|şekilde} kabul ettikleri uydurma hadisler detaylı {şekilde|biçimde} açıklanacaktır. Burada hatırlatılması gereken {önemli|mühim|ciddi} bir nokta {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}: Radikallerin {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} büyük bir {kısmı|bölümü} {cehalet|bilgisizlik} yüzünden dehşet saçarlar. Gerçek dini bilmezler. Hatta çoğu Kuran’ı okumamışlardır {bile|dahi}. işte bu {yüzden|sebepten|nedenden|sebepten dolayı|nedenden dolayı} öldürerek cihat yaptığını zanneden bir kişiyi kınamak, lanetlemek, onu tehdit etmek, hapsetmek, sürgün etmek {hiçbir|hiç bir} işe yaramaz. Onun {sorunu|problemi|sıkıntısı|derdi} Kuran ile eğitilmemiş olması, Allah’ın adetullahını anlayamamasıdır. {sorun|sıkıntı|problem} bu olunca, yanlış eğitim {mevcut|var} {olduğu|bulunduğu} sürece ne yaptığından habersiz radikallerin de {mevcut|var} {olabileceği|olacağı} gerçeğini kabul etmek zorundayız. Sorunun bu {olduğu|bulunduğu} kabul edilirse, cihat {adı|ismi} altında vahşet saçıp terör uygulayanların tek ihtiyacının doğru eğitim {olduğu|bulunduğu} da kavranacaktır.
islam’da {harp|savaş} {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} Yanlış Bilinenler
Bir Müslüman Kuran’daki Her Ayete, Ayırt Etmeksizin inanmakla Yükümlüdür
Kurani Kerim
Bu başlığın konulmasının sebebi, islam’a hurafe dahil etmeye kalkan bağnazların da, bu bağnazların {kirli|pis} mantığını kullanan bazı islam karşıtlarının da Kuran’da bazı ayetlerin, {diğer|öteki|başka} ayetler {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} nesih edildiğine (yürürlükten kaldırıldığına) dair iddialarının bozukluğunu göstermek içindir. Söz konusu {kişiler|insanlar|bireyler} iddialarına {delil|kanıt} {olarak|şekilde} aşağıdaki ayeti kullanırlar:
Biz, daha hayırlısını {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} bir benzerini getirinceye (kadar) {hiçbir|hiç bir} ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten herşeye {güç|kuvvet} yetirendir. (Bakara Suresi, 106)
Kuran’a karşı {dil|lisan} eğip büken {kişiler|insanlar|bireyler}, kendi hurafelerini Kuran’ın yerine din {olarak|şekilde} hakim edebilmek için bu ayetin {kendilerince|kendi başlarınca|kendi kendilerine} çarpık yorumunu {delil|kanıt} {olarak|şekilde} kullanmışlardır. Bu ayeti kendilerine göre yorumlayarak bir kısım ayetleri yürürlükten kaldırabileceklerini ve hatta onun yerine uydurma hadisleri dahil edebileceklerini düşünmüşlerdir. Bir kısım islam karşıtları da, sarhoş edici içkiler {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} {harp|savaş} {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} {olarak|şekilde} nesih edilmiş ayetler olduğunu iddia {etmekteler|ediyorlar|etmektedirler}. Buradan yola çıkarak Müslümanları da, yürürlükten kaldırmaya uyanlar ve yürürlükten kaldırmaya uymayanlar {olarak|şekilde} ikiye ayırma eğiliminde olmuşlardır.
Burada söz konusu {insanların|kişilerin|şahısların} son derece çarpık iddialarına {delil|kanıt} göstermeye çalıştıkları ayetin açıklaması şöyledir: “{hiçbir|hiç bir} ayeti neshetmez” ifadesinde geçen “ayet” kelimesi tekil anlamındadır. Ayet kelimesinin {delil|kanıt}, mucize {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} anlamları da {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır} {ama|fakat|lakin} Kuran’da Kuran ayetlerini niteleyen “ayet” kelimesi {hiçbir|hiç bir} {süre|zaman} tekil {olarak|şekilde} kullanılmaz. Tekil {olarak|şekilde} {kullanılan|uygulanan} ayet kelimesi {herzaman|her zaman|daima|hep} “delil” {yönünde|anlamında} kullanılmış ve {diğer|öteki|başka} {tüm|bütün} ayetlerde bu anlamıyla {çeviri|tercüme} edilmiştir.
Dolayısıyla buradaki {anlam|mana} “Kuran ayetleri” değil, daha {evvela|önce|öncelikle} gelmiş olan “deliller, kurallar ve şeriatlardır”. Dolayısıyla ayete göre, kendilerine {adalet|hak} kitaplar verilen önceki toplulukların yani Musevilerin ve Hristiyanların yükümlü {olduğu|bulunduğu} bir kısım uygulama ve {hukuklar|yasalar|kanunlar|hükümler} {süre|zaman} {arasında|içinde} unutulmuşsa bunlar Kuran ile hatırlatılmakta {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} ortadan kaldırılmaktadır. Onun yerine ise bir {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} daha hayırlısı Kuran ile getirilmiş {olabilmekte|olmakta|olmaktadır}.
Burada ayette geçen “unutturma” kelimesinin de {üzerinde|üstünde} durmak gerekir. Bir hükmün diğerini nesih etmesi için, {diğer|öteki|başka} hükmün “unutulmuş” olması {gerekebilir|gerekmektedir}. Kuran’da ayetlerin tamamı 1400 senedir değişmeden durduğuna göre, bir ayetin diğerini nesih etmesi {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bir {durum|hal} söz konusu olamaz. Bağnazların nesih edildiğini iddia ettikleri {hukuklar|yasalar|kanunlar|hükümler} unutulmuş değildir, Kuran’da halen {bulunmakta|bulunur|bulunmaktadır}. Buradan da {aleni|açıkça} anlaşılmaktadır ki, burada bahsedilen nesih konusu ayetin bir {diğer|öteki|başka} ayeti nesih etmesi {halinde|biçiminde|şeklinde} değil, geçmiş topluluklara ait olup, {zamanla|zaman geçtikçe} unutulmuş {yasalara|hükümlere|kanunlara} yöneliktir. Geçmiş topluluklara indirilmiş {ama|fakat|lakin} “unutturulmuş” olan {hukuklar|yasalar|kanunlar|hükümler}, bu hükümlerin daha hayırlısı {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} bir {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} {halinde|biçiminde|şeklinde} Kuran ile söz konusu topluluklara, hüküm {olarak|şekilde} gönderilmiştir.
Kuran “Korunmuş” Bir Kitaptır
Kuran, Rabbimiz’in ayetinde {aleni|açıkça} belirttiği {şekilde|biçimde} “korumaya alınmış” bir kitaptır:
Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)
“Korunmuş” bir kitapta hükümleri {tüm|bütün} Müslümanlar için {koşul|şart} olan ayetlerin bir kısmının geçerli görülüp bir kısmının {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır} sayılması {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bir {durum|hal} imkansızdır. Nitekim Kuran’ın bütünündeki mükemmellik, matematiksel ve bilimsel mucizeleri, yol gösterici {özelliği|niteliği|ayrıcalığı} ve Kuran’ın korunduğuna dair pek {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} ayet, hurafecilerin ve bir kısım islam karşıtlarının bu iddialarını ortadan kaldırmaktadır:
Onlar, o zikir (Kur’{lahza|an}) kendilerine geldiğinde inkâr ettiler. {halbuki|oysa} o, eşsiz yücelikte bir Kitap’tır. Batıl, ona önünden de, ardından da gelemez. ({çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} Kur’{lahza|an},) Hüküm ve hikmet sahibi, {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} övülen (Allah){şafak|tan} indirilmedir. (Fussilet Suresi, 41-42)
şüphesiz, onu (Kuran’ı) (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Biz’e ait (bir {meslek|iş})tir. şu {durumda|halde}, Biz onu okuduğumuz {süre|zaman}, sen de onun okunuşunu izle. Sonra {muhakkak|kesinlikle|tam olarak} onu açıklamak Bize ait (bir {meslek|iş})tir. (Kıyamet Suresi, 17-19)
Kuran, ayette {aleni|açıkça} belirtildiği {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} eşsiz bir Kitap’tır ve batılın ona önünden de arkasından da erişebilme imkanı {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}. Bu Kitap, Rabbimiz’in koruması altındadır. Dolayısıyla bazı hükümlerin Kuran ayetlerinin hükmünü ortadan kaldırdığı iddiası apaçık bir iftiradır.
Burada, islam’a ve Kuran’a söz konusu iftirayı atan bir kısım sözde alimlerin, nesih edilmiş ayetler sayısında da {inanılmaz|müthiş} bir ihtilaf {arasında|içinde} olduklarını da belirtmek gerekir. Her {bir tanesi|birisi|biri}, nesih edilmiş kabul ettikleri her ayet için {kendilerince|kendi başlarınca|kendi kendilerine} yeni bir hüküm koymakta ve dolayısıyla kuralları {farklı|ayrıcalıklı|değişik} olan yeni dinler geliştirmektedirler. Bazı sözde alimler ise hadislerin ayetleri nesih edeceğini iddia edebilecek kadar {bile|dahi} ileri gitmişlerdir. Allah’ın “…Biz kitapta {hiçbir|hiç bir} şeyi {noksan|eksik} bırakmadık…” (Enam Suresi, 38) ayetini bu {kişiler|insanlar|bireyler} adeta görmezden gelmektedirler. Kuran ayetlerini reddetmekte ve yerine, bir {kısmı|bölümü} {tamamen|tam olarak|yüzde yüz|% } uydurma olan hadisleri koymaktadırlar. işte bu büyük mantık çöküntüsü islam adına gerçekleştirilen radikal eylemlerin de {temelini|aslını|temel noktasını|önemli noktasını} oluşturur. Sonraki bölümlerde bu konuyu detaylı {olarak|şekilde} inceleyeceğiz.
{tıpkı|aynı} hurafeciler {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} islam karşıtları da ayet {üzerinden|üstünden} yaptıkları bu çarpık yorumu, islam {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} {fazla|çok} hükme uygulamaya kalkışmışlardır. Söz konusu {insanların|kişilerin|şahısların} nerede hata yaptıklarının daha iyi anlaşılması için bu iddiaları inceleyelim:
“Mekke Dönemi Müslümanları” ve “Medine Dönemi Müslümanları” Ayrımındaki Yanılgılar
Bir kısım islam karşıtları, ılımlı Müslümanlar için “Mekke dönemi Müslümanları” {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bir tanımlama yaparlar. Onlara göre Peygamberimiz (sav)’in Mekke’de {olduğu|bulunduğu} {devre|dönem}, savaşların yaşanmadığı barışçıl bir dönemdir. Peygamberimiz (sav)’in Medine’ye hicretinin {derhal|hemen} ardından ise {savaşlar|harpler|muharebeler} başlamıştır. Bir kısım {kişiler|insanlar|bireyler} de buradan yola çıkarak islam’da savaşı savunanların {sadece|yalnızca|sırf} Medine döneminde vahyolunan ayetleri kabul ettiklerini, barışçıl olanların ise {sadece|yalnızca|sırf} Mekke dönemi ayetlerini kabul ettiklerini iddia ederler. Bu son derece cahilce ve bir o kadar da mantıksız bir iddiadır.
Daha {evvela|önce|öncelikle} de belirttiğimiz {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}, bir Müslümanın Müslüman vasfı kazanabilmesi için en {esas|temel} {koşul|şart}, Kuran ayetlerinin hiçbirini diğerinden ayırt etmeden tümüne inanmasıdır. {şayet|eğer} tek bir ayetin hükmünü kabul etmezse Kuran’da belirtilen {açıdan|anlamda|manada} Müslüman vasfını kaybeder. Dolayısıyla “Müslümanım” diyen birinin Kuran’a göre “bu ayeti kabul ediyorum, diğerini etmiyorum” {ayrımı|ayırımı|gözetimi} yapma durumu {kati|kesin} {olarak|şekilde} {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}.
Peygamberimiz (sav) zamanında, Mekke döneminde {harp|savaş} yaşanmadığı, Medine döneminde {harp|savaş} yapıldığı ve bu {özel|hususi} savaşlara yönelik {olarak|şekilde} ayetler indirildiği doğrudur. Bunun sebebini anlamak için Peygamberimiz (sav) {döneminin|zamanının|çağının|devrinin} zorlu ortamını kavramak {gerekebilir|gerekmektedir}.
Mekke Döneminde Müslümanların Zorlu imtihanı
Kuran’ın Peygamberimiz (sav)’e vahyi tam 23 {sene|yıl} sürdü. Bunun ilk 13 yılında Müslümanlar Mekke’deki putperest düzenin {arasında|içinde} azınlık {olarak|şekilde} yaşadılar ve {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} büyük baskılarla karşılaştılar. Pek {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} Müslümana fiziksel işkenceler yapıldı, {birileri|bazıları} şehit edildi, çoğunun evi ve malları yağmalandı, {sürekli|devamlı} hakaret ve tehditlerle karşılaştılar. Buna {karşın|rağmen} Müslümanlar şiddete başvurmadan yaşamaya devam ettiler, putperestlerden {sadece|yalnızca|sırf} uzaklaştılar ve onları {herzaman|her zaman|daima|hep} barışa çağırdılar.
{ama|fakat|lakin} söz konusu pagan toplulukların saldırısı son bulmadı.
Kureyşliler başlangıçta Hz. Muhammed (sav)’in Peygamberliğini önemsememiş göründüler. iman etmemekle {birlikte|beraber}, putlar aleyhine söz söylemedikçe, Hz. Peygamber (sav)’in davetine ses çıkarmadılar. {sadece|yalnızca|sırf}, Peygamberimiz (sav)’i gördüklerinde, kendisine yönelik sözlü saldırılarda bulundular. Müslümanları {kendilerince|kendi başlarınca|kendi kendilerine} alaya alıp küçümsediler. Böylece Kureyşlilerin “sözlü saldırı” devri başlamış oldu.
Kuran’da söz konusu {durum|hal} bize şu {şekilde|biçimde} bildirilmektedir:
Doğrusu, ‘suç ve günah işleyenler,’ {bazen|bazan|kimi} iman edenlere gülüp-geçerlerdi.
Yanlarına vardıkları {süre|zaman}, birbirlerine kaş-göz {ederlerdi|ediyorlardı}.
Kendi yakınlarına döndükleri {süre|zaman} neşeyle dönerlerdi.
Onları gördükleri {süre|zaman} ise: “Bunlar elbette şaşkın-sapıklardır” derlerdi. (Mutaffifin Suresi, 29-32)
Mekke
Müslümanlar Mekke’deki putperest düzenin {arasında|içinde} azınlık {olarak|şekilde} yaşadılar ve {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} büyük baskılarla karşılaştılar. Pek {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} Müslümana fiziksel işkenceler yapıldı, {birileri|bazıları} şehit edildi, çoğunun evi ve malları yağmalandı, {sürekli|devamlı} hakaret ve tehditlerle karşılaştılar. Buna {karşın|rağmen} Müslümanlar şiddete başvurmadan yaşamaya devam ettiler, putperestlerden {sadece|yalnızca|sırf} uzaklaştılar ve onları {herzaman|her zaman|daima|hep} barışa çağırdılar.
Mekke puta tapıcıların merkezi durumundaydı. Kâbe ve civarındaki putları ziyaret için gelenlerle Mekke her gün dolup taşıyor, bu {yüzden|sebepten|nedenden|sebepten dolayı|nedenden dolayı} Kureyş, hem {nakit|para}, hem {itibar|saygınlık} kazanıyordu. Kureyşliler Mekke’de Müslümanlığın yayılmasını bir tehdit {olarak|şekilde} görüyorlardı, {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} bu gerçekleşirse çıkarlarına {zarar|ziyan} geleceğini ve {diğer|öteki|başka} kabilelerin kendilerine {hasım|düşman} olacağını düşünüyorlardı. {ayrıca|bununla birlikte|bununla beraber} biliyorlardı ki, Müslümanlık herkesi eşit sayıyor, {ata|cet|soy} {ayrımı|ayırımı|gözetimi}, zenginlik-fakirlik farkı gözetmiyordu. Bu {yüzden|sebepten|nedenden|sebepten dolayı|nedenden dolayı} Kureyş ileri gelenleri Müslümanlığın yayılmasını önlemek için {önlem|tedbir} almaları gerektiğine inandılar. Buna, Müslümanlara yönelik işkenceler, hatta cinayetler de dahildi. (ibn Hişâm, 1/287)
{dönemin|zamanın|çağın} müşrikleri, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}, {güçlü|kuvvetli} ve itibarlı ailelere mensup Müslümanlara pek dokunamıyorlardı. {ama|fakat|lakin} kimsesiz, {fakir|yoksul|fukara} Müslümanlara, tarihte eşine rastlanmayan vahşet derecesinde işkenceler yapıyorlardı. Ebû Füheyke, Habbâb, Bilâl, Suhayb, Ammâr, Yâsir ve Sümeyye bu ağır işkencelere maruz kalmış {değerli|kıymetli} Müslümanlardandı.
Safvân b. ümeyye’nin kölesi olan Ebû Füheyke, sahibi olan müşrik {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} her gün ayağına ip bağlanarak, kızgın çakıl ve kumlar {üzerinde|üstünde} sürükletilirdi.
Demirci olan Habbâb, kor hâlindeki kömürlerin üzerine yatırılmış; kömürler sönüp kararıncaya kadar, göğsüne bastırılarak eziyet edilmişti.
Ammâr’ın babası Yâsir, bacaklarından iki ayrı deveye bağlanıp, develer {aksi|ters} yönlere sürülerek parçalanmış, kocasının bu {şekilde|biçimde} vahşice şehit edilmesine dayanamayıp müşriklere karşı söz söyleyen Sümeyye, Ebû Cehil’in attığı bir ok darbesiyle katledilmişti. (Zâdü’l-Meâd, 2/116; Asr-ı Saâdet, 1/254)
Halef oğlu ümeyye, kölesi Habeşli Bilâl’i her gün çıplak vaziyette kızgın kumlar üzerine yatırır, göğsüne {kocaman|iri} bir taş koyarak güneşin altında saatlerce bırakır; Hz. Peygamber (sav)’e karşı gelmesi ve Müslümanlığı terk etmesi için eziyet ederdi. Bir gün, ellerini ayaklarını sımsıkı bağlayarak boynuna bir ip geçirmiş ve onu kızgın kumlar {üzerinde|üstünde} Mekke sokaklarında sürüklemişti. (Zâdü’l-Meâd, 2/116; Asr-ı Saâdet, 1/253)
Hâşimîlerden çekindikleri ve amcası Ebû Tâlib’in himayesinde {olduğu|bulunduğu} için önceleri Peygamberimiz (sav)’in şahsına dokunamıyorlardı. {zamanla|zaman geçtikçe} kendisine “mecnun, falcı, {ozan|şair}, sihirbaz” {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} iftiralar atmaya başladılar. En sonunda fırsat buldukça Peygamberimiz (sav)’e de hakaret etmekten, işkence ve her {çeşitli|türlü} kötülüğü yapmaktan çekinmediler.
Mekke müşrikleri
{dönemin|zamanın|çağın} müşrikleri, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}, {güçlü|kuvvetli} ve itibarlı ailelere mensup Müslümanlara pek dokunamıyorlardı. {ama|fakat|lakin} kimsesiz, {fakir|yoksul|fukara} Müslümanlara, tarihte eşine rastlanmayan, hatta vahşet derecesinde işkenceler yapıyorlardı.
{tüm|bütün} bu işkenceler Müslümanlara {sadece|yalnızca|sırf} iman ettikleri ve insanlara islam’ı anlattıkları için gerçekleşiyordu. Bu baskı, işkence, şiddet ve dehşet ortamı {arasında|içinde} Müslümanlar, islam’ın şartı gereği {hiçbir|hiç bir} {şekilde|biçimde} kendilerine {zarar|ziyan} verenlere {zarar|ziyan} vermemiş, en insani hakları olan karşı savunmada {bile|dahi} bulunmamışlardır. Müslümanların karşı {atak|girişken} yapmadığını gören Kureyş müşrikleri azgınlıklarını ve işkencenin dozunu daha da arttırmışlardır. öyle ki söz konusu Kureyşliler, {artık| bundan sonra|bundan böyle} gördükleri Müslümanı anında şehit eder {hale|duruma|bir hale|bir duruma} gelmişlerdir.
Eziyetlere {hiçbir|hiç bir} {şekilde|biçimde} karşılık vermeyen, Kuran’da kan dökme izni verilmediği için savunmaya {bile|dahi} geçmeyen Müslümanlar, işkenceler çirkinleştikçe Mekke’de barınamaz {hale|duruma|bir hale|bir duruma} gelmişlerdir. Bu {durum|hal}, Medine’ye göçü {lüzumlu|gerekli} kılmıştır.
Medine Dönemi ve {savaşlar|harpler|muharebeler}
Mekke’de putperestlerin baskılarının şiddetinin artmasıyla {birlikte|beraber}, Müslümanlar daha {hür|özgür} ve dostane bir ortamın {olduğu|bulunduğu} Yesrib (sonraki {adı|ismi} Medine) şehrine hicret ederek burada kendi yönetimlerini kurdular. Ne {mevcut|var} ki kendi siyasi yapılarını bu {şekilde|biçimde} oluşturduktan sonra {bile|dahi}, Mekkeli putperestlerin saldırısı son bulmadı. Kureyşliler, bulundukları alana kadar Müslümanları takip edip şiddetli eylemlerini devam ettirdiler. Peygamberimiz (sav) ve yanındaki Müslümanlar ise, Mekke’nin saldırgan putperestlerine asla savaşla karşılık vermediler.
Dünyada {hiçbir|hiç bir} {kişi|şahıs}, topluluk {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} {ülke|yurt|memleket}, bir {saldırı|hücum} karşısında cevapsız kalmaz. {mutlaka|her zaman|daima} “nefsi müdafaa” adına kendisine saldıran topluluğa {cevap|yanıt} verir {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} en azından kendisini savunur. Yaptığı bu nefsi müdafaa karşısında ise {kişileri|insanları|bireyleri} mahkemeler, ülkeleri ise uluslararası {hukuk|yasa} {herzaman|her zaman|daima|hep} haklı görür. {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} karşı taraftan haksız bir {saldırı|hücum} {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır} ve {kişinin|insanın|bireyin} canı, ailesi, sevdikleri; bir ülkenin milleti, namusu, toprakları tehlikededir.
Normal şartlarda {tıpkı|aynı} {durum|hal} Mekke döneminde Peygamberimiz (sav) ve Müslümanlar için de geçerlidir. {ama|fakat|lakin} buna {karşın|rağmen}, tümüyle haksız ve {direk|doğrudan|direkt} cana kasteden saldırılar devam edince, Allah’ın öldürmeyi haram kılan hükmü gereği Peygamberimiz (sav) ve Müslümanlar asla ve asla karşılık vermemişlerdir. Bunun yerine ayetin hükmü {olarak|şekilde} karşı tarafı {herzaman|her zaman|daima|hep} barışa çağırmış ve {barış|sulh} teklifi {sonuç|netice} vermeyince zulmeden topluluktan –kendi şehirlerini, {konutlarını|evlerini} geride bırakarak– uzaklaşmışlardır. 13 seneye yaklaşan Mekke devrinde ve Medine {döneminin|zamanının|çağının|devrinin} ilk yılında, müşriklerden gördükleri bunca zulüm, işkence ve haksızlığa {karşın|rağmen}, müminlere, sabırlı olmaları emredilmiştir.
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir {şekilde|biçimde} mücadele et” (Nahl Suresi, 125) ayeti gereği Allah’ın dinini güzellikle tebliğ etmeleri emredilmiş, savaşa izin verilmemiştir. Müslümanlardan söz konusu zulme karşı koymak isteyenlere Peygamberimiz (sav)’in cevabı şöyle olmuştur:
“Henüz {harp|savaş} izni verilmedi, sabredin Allah’ın yardımı yakındır, çektiğiniz çilelerin mükafatını göreceksiniz…”
Peygamberimiz (sav)’in kendisini ve topluluğunu savunma izni, Medine’ye göçü sonrası şu ayetler ile verilmiştir:
Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı {harp|savaş} açılana (mü’minlere, savaşma) izni verildi. şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye {güç|kuvvet} yetirendir. Onlar, {sadece|yalnızca|sırf}; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden {ötürü|dolayı}, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar… (Hac Suresi, 39-40)
Bu ayetler ile, {sadece|yalnızca|sırf} “Rabbimiz Allah’tır” demeleri {itibariyle|itibarıyla|itibarı ile|sebebi ile|nedeni ile|sebebiyle|nedeniyle} haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarılan Müslüman topluluk, karşı savunma hazırlıklarına başlamıştır. Ayette {aleni|açıkça} belirtildiği {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}, “kendilerine {harp|savaş} açılmış, saldırıya uğramış olan Müslüman topluluğa” savunma izni {verilir|verilmekte|verilmektedir}; saldırma emri değil. Bu ayetin sonrasında Müslümanlar {kendilerini|menfaatlerini|çıkarlarını} korumaya başlamış, kendilerine saldıran bu azgın topluluğa karşı savunma savaşları gerçekleştirmişlerdir. Bundan sonra {harp|savaş} ve savunma {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} indirilen ayetler, süregelen {savaşlar|harpler|muharebeler} sırasındaki uygulamalara yönelik tarifler içermektedir. Bir {diğer|öteki|başka} deyişle, {sadece|yalnızca|sırf} o savaştaki o {hale|duruma|bir hale|bir duruma} {özel|hususi} bir {tanım|tarif} {yapılır|yapılıyor|yapılmaktadır}. Dolayısıyla Kuran’daki {harp|savaş} {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} ayetlerin tümü, {dönemin|zamanın|çağın} {güç|kuvvet} şartlarını ve Peygamberimiz (sav)’in adaletini anlayabilmemiz için, {sadece|yalnızca|sırf} o dönemdeki saldırılara yönelik {olarak|şekilde} indirilmiş {özel|hususi} ayetlerdir.
{savaşlar|harpler|muharebeler} Kimlere Karşı Yapıldı?
{savaşlar|harpler|muharebeler}
Kuran’da {tanım|tarif} edilen {savaşlar|harpler|muharebeler} {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} hatırlatılması gereken {önemli|mühim|ciddi} nokta da söz konusu savaşlardaki “karşı taraf”tır. Bir kısım dini ve {tarihi|tarihsel} kaynaklar, Peygamberimiz (sav) döneminde yapılan savaşların {dönemin|zamanın|çağın} Musevilerine karşı gerçekleştiğini yazar. Söz konusu kaynakları okuyan bir kısım {kişiler|insanlar|bireyler} de, Kuran’da söz konusu {özel|hususi} {savaşlar|harpler|muharebeler} için indirilmiş olan ayetlerin Musevilere yönelik olduğunu iddia ederek Kuran’da bir çeşit antisemitizm arayışı içine girerler. {halbuki|oysa} bu {önemli|mühim|ciddi} bir aldatmacadır.
Peygamberimiz (sav)’e ve Müslümanlara yönelik söz konusu zulmü yapanlar müşriklerdir. Bunların büyük bir {kısmı|bölümü} putperesttir. Amaçları putlarına ve sapkın inançlarına {zarar|ziyan} gelmesini engelleyebilmektir. Bir {kısmı|bölümü} ise Musevi toplulukların arasından çıkan münafık ve müşriklerdir. Bunların Museviler {olarak|şekilde} adlandırılması {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} büyük hatadır. Müslüman topluluklarının arasından çıkan bir müşrik {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} münafık nasıl “Müslüman” {olarak|şekilde} değerlendirilemezse, Musevilerin arasından çıkan ve vahşet yayan müşrikler ve münafıklar da Musevi {olarak|şekilde} değerlendirilemezler. Gerçek bir Musevinin savaşa kalkışması, dindar {insanların|kişilerin|şahısların} canını alması {olası|mümkün} değildir.
Kuran, antisemitizmi lanetler. işte bu {yüzden|sebepten|nedenden|sebepten dolayı|nedenden dolayı} Kuran’ın {arasında|içinde} Musevi düşmanlığına dair bir {anlatım|ifade} aramaya kalkanlar {herzaman|her zaman|daima|hep} elleri boş dönerler. Söz konusu ayetleri Musevilere yönelik {harp|savaş} ayetleri {olarak|şekilde} yorumlamaya kalkanların bunu iyi anlamaları gerekiyor. Peygamberimiz (sav), {dönemin|zamanın|çağın} Musevileriyle {herzaman|her zaman|daima|hep} {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} iyi {ilişkiler|birliktelikler} {arasında|içinde} olmuş, onlara sevgi ve şefkat göstermiş, {tıpkı|aynı} {şekilde|biçimde} {dönemin|zamanın|çağın} gerçek dindar Musevileri de {tıpkı|aynı} sevgi ve saygıyı Peygamberimiz (sav)’e yöneltmişlerdir.
Peygamberimiz (sav)’in Musevilere, Tevrat’a ve Museviliğe karşı sevecen tavrı {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} detaylı bilgiler, kitabın ilerleyen bölümlerinde geniş {olarak|şekilde} ele aldığımız Kitap Ehli başlığında açıklanmıştır.
Kuran’da Savaşın Tarifi
Kuran’da savaşın ne {süre|zaman} ve nasıl yapılacağı açıktır:
Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, ({ancak|fakat|lakin}) {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} gitmeyin. Elbette Allah {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} gidenleri sevmez. (Bakara Suresi, 190 )
{harp|savaş} {ancak|fakat|lakin}, MüSLüMANLARA KARşı SAVAşANLARA yönelik {olarak|şekilde} yapılmalıdır yani bir SAVUNMA savaşı olmalıdır. Müslümanların karşı tarafa sebepsiz yere saldırmaları Kuran’da {kati|kesin} {olarak|şekilde} YASAKLANMışTıR.
Müslümanlara Allah’ın Kuran’da verdiği {buyruk|emir|komut}, bir topluluğa, yaptıkları haksızlıktan ve saldırganlıklarından {ötürü|dolayı} {hiddet|öfke} duysalar {bile|dahi}, onlara karşı {herzaman|her zaman|daima|hep} adaleti ayakta tutmaları gerektiği şeklindedir. Allah ayetinde şöyle bildirir:
Ey iman edenler, adil şahidler {olarak|şekilde}, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. {adalet|hak} yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’{şafak|tan} korkup-sakının. şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)
{örneğin|mesela|örnek olarak} Allah ayetinde, Müslümanların Kabe’ye girişini engelleyen topluluklara karşı haddi aşmaktan Müslümanları men etmiş, onlara ve herkese karşı iyilikte bulunmayı öğütlemiştir:
… Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoyduklarından {ötürü|dolayı} bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. iyilik ve takva {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’{şafak|tan} korkup-sakının… (Maide Suresi, 2)
Kasıtlı {olarak|şekilde} Hac ibadetleri engellenmiş ve kendilerine haksızlık {hazırlanmış|oluşmuş|oluşturulmuş|yapılmış} olmasına {karşın|rağmen} Müslümanlar, haddi aşma {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} {ulu|yüce} Rabbimiz {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} uyarılmaktadırlar. Allah Müslümanlara, bu şartlar altında {bile|dahi} adaletle davranmayı, öfkelenmemeyi ve iyilik yapmayı emretmektedir. Müslüman, her ne {koşul|şart} olursa olsun Kuran’daki bu hükme uymak {zorundadır|mecburiyetindedir|durumundadır}.
Kuran’da savaşın tek gerekçesinin -savunma savaşının- {tanım|tarif} edildiği ayette, Müslümanlara {harp|savaş} {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} getirilmiş bir {diğer|öteki|başka} {koşul|şart} daha {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}: {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} gitmemek.
Bunun {anlamı|manası}, {saldırı|hücum} {durumunda|zorunda|mecburiyetinde} Müslümanın kendisini {sadece|yalnızca|sırf} koruması, haddi aşmaması, savunmanın dışında bir harekette bulunmamasıdır. Yani Kuran’da {saldırı|hücum}, vahşet, şiddet ve aşırılık yasaklanmıştır.
{sadece|yalnızca|sırf} ve {sadece|yalnızca|sırf} kendilerine saldıranlara karşı bir savunma savaşı yapma zorunluluğu {diğer|öteki|başka} ayetlerde de şöyle bildirilmiştir:
Allah, sizinle din {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} Allah, {adalet|hak} yapanları sever. Allah, {ancak|fakat|lakin} din {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için {arka|geri} çıkanları {dost|arkadaş} edinmenizden sakındırır … (Mümtehine Suresi, 8-9 )
Burada {önemli|mühim|ciddi} bir {fark|ayrım} {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}. Müslümanlara fikren karşı {olduğu|bulunduğu} {durumda|halde}, onlara karşı herhangi bir {saldırı|hücum} ve taşkınlıkta bulunmayanlara karşı saldırıda bulunmak Müslümanlar için haramdır. Müslüman, onlara karşı saygıyla ve adaletle davranmakla yükümlüdür. Bu ayetteki tarife göre {sadece|yalnızca|sırf} Müslümanlara inançları yüzünden zulmeden ve onlara fiili {olarak|şekilde} saldıran, yani savaşı başlatan tarafın atağına karşı bir savunma izni verilmiştir. Daha {evvela|önce|öncelikle} de belirttiğimiz {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} elbette her insan, kendisine yöneltilen bir saldırıda kendisini korur. Bu {herkezin|herkesin|hepimizin|her insanın}, her milletin, her devletin kendisinde {adalet|hak} bulduğu, zaten olması gereken bir davranış biçimidir.
Peygamberimiz (sav)’in {harp|savaş} izni verilen ayet gelene kadar {hiçbir|hiç bir} {şekilde|biçimde} savunma yapmamış olması, {inanılmaz|müthiş} bir fedakarlık ve dindarlıktır. O ana kadar “…onlarla en güzel bir {şekilde|biçimde} mücadele et…” (Nahl Suresi, 125) ayetinin hükmü gereği Peygamberimiz (sav) {sadece|yalnızca|sırf} ikna ve uzlaşma yöntemine başvurmuştur. Putperest Kureyşlilerin amaçlarının {sadece|yalnızca|sırf} katliam yapmak olmasına {karşın|rağmen}…
Bu {önemli|mühim|ciddi} {noktayı|yeri} belirttikten sonra, hurafecilerin ve islam karşıtlarının, islam’ın adını kullanarak {kullanılan|uygulanan} vahşete {delil|kanıt} {olarak|şekilde} getirmeye çalıştıkları Kuran ayetlerinin tümünü inceleyecek ve bu konudaki yanılgıları birer birer ortaya koyacağız.
Bu ayetleri incelerken {evvela|önce|öncelikle}, Kuran’da {tanım|tarif} edilen {tüm|bütün} savaşların o bölgedeki {belirgin|belli|göze çarpan|dikkat çekici} bir topluluğa yönelik {olarak|şekilde} yapıldığının, {belirgin|belli|göze çarpan|dikkat çekici} şartlar altında gerçekleştiğinin ve bu {özel|hususi} şartların da ayetlerde belirtilmiş olduğunun bilinmesi gerekiyor. Bu topluluk, “kendileriyle anlaşma {hazırlanmış|oluşmuş|oluşturulmuş|yapılmış} olan” müşrik bir topluluktur. Dolayısıyla bu savaşların tümü, söz konusu topluluğun karşılıklı {barış|sulh} ve dostluk anlaşmalarını bozarak yaptıkları saldırılara, {durum|hal} ve tavırlarına göre şekillenmiştir. Dolayısıyla inen ayetler de, tam {olarak|şekilde} o zamanki {durum|hal} ile ilişkilidir, o ortamı {tanım|tarif} etmektedir.
Bu gerçeğin daha iyi anlaşılması için o dönemdeki müşrik tarifini ve yapılan anlaşmaları yakından görelim:
Kendileriyle Anlaşma Yapılan Müşrikler
müşrikler
Müşrik kelimesi, söz konusu dönemi {anlatan|söz eden|ifade eden} {çeşitli|türlü} tefsirlerde {sadece|yalnızca|sırf} “şirk koşan” anlamını alsa da, terim {olarak|şekilde} açıktan açığa Allah’a {ortak|müşterek} koşan; sayısız ilahlara inanan; Müslüman, Musevi, Sabiî, Hristiyan {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} Mecusi OLMAYAN; putlara tapan putperestlerdir.
Kuran’da, islamiyet’in zuhuru {sırasında|esnasında} Arabistan’daki {mevcut|var} dinler zikredilirken müşrikler {herzaman|her zaman|daima|hep} ayrı bir {küme|grup} {olarak|şekilde} bildirilmiştir. Peygamberimiz (sav) devri dikkate alınırsa, Kitap Ehli olan Musevi ve Hristiyanlarla evlenmek ve kestiklerini yemek helal kılındığı {durumda|halde}, Mecusi ve Sabiîlerin ve {ayrıca|bununla birlikte|bununla beraber} putperestlerin kadınlarıyla evlenmek ve kestiklerini yemek yasaklanmıştır.
Daha {evvela|önce|öncelikle} belirttiğimiz {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} Peygamberimiz (sav) müşriklerin ağır baskısı altında Medine’ye göçe zorlanmış ve hicretinin ilk günlerinden itibaren Ensar (Medineli Müslümanlar) ile Muhacir (Mekke’den Medine’ye göç etmiş olan Müslümanlar) {arasında|içinde} kardeşlik bağını tesis etmiştir. Müşrik topluluklar ve o bölgede yaşayanlarla pek {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} anlaşma imzalamış ve müşriklerin taşkın tavırlarına {karşın|rağmen} barışı tesis etmek için {herzaman|her zaman|daima|hep} onları birliğe {çağrı|davet} etmiştir.
Peygamberimiz (sav)’in Medine’ye gelip, kardeşliği ve sevgiyi pekiştirmesi {farklı|ayrıcalıklı|değişik} ırklara, dinlere ve dillere sahip gruplara ait {insanların|kişilerin|şahısların} bir arada {huzur|mutluluk|rahatlık} {arasında|içinde|içerisinde} yaşayabileceğini de ispatlamıştır. Onun {barış|sulh} ve sevgi davetçisi olduğunun en büyük delillerinden {bir tanesi|birisi|biri} kendisinin yazdırdığı ilk metnin bir {barış|sulh} sözleşmesi olmasıdır. Hz. Muhammed (sav), Mekke’yi fethettikten sonra da, daha {evvela|önce|öncelikle} Müslümanlara işkence eden müşrikleri {bile|dahi} serbest bırakmış, onlara büyük bir {acıma|merhamet} {göstermiştir|sergilemiştir}. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in gösterdiği bu üstün ahlak, daha {evvela|önce|öncelikle} Arap toplumunda benzerine hiç rastlanmamış bir durumdu ve {kişiler|insanlar|bireyler} {arasında|içinde} takdirle karşılanmaktaydı.
O {dönemde|çağda|devirde} fethedilen yabancı ülkelerde de gerçek adaletin uygulanması {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} Hz. Muhammed (sav) {tüm|bütün} Müslümanlara {misal|örnek} olmuştur. Peygamber Efendimiz (sav) ele geçirilen ülkelerin yerli halklarına karşı Kuran’da bildirilen adaleti uygulamış, onlarla her iki tarafın da memnun kalacağı ve kimsenin en ufak bir mağduriyet {bile|dahi} yaşamayacağı anlaşmalar yapmıştır. Bu nedenle hangi dine {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} ırka mensup olursa olsun, fethedilen ülkelerin halkı islam’ın getirdiği adaletten her {süre|zaman} hoşnut kalmıştır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ve yanındaki sahabeler, “Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}.” (Araf Suresi, 181) ayetinde söz edildiği {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}, {kişiler|insanlar|bireyler} {arasında|içinde} adaleti {verici|veren|sağlayan} bir ümmet olmuşlardır.
Arap yarımadasının {güney|cenup} kısmındaki Hristiyan Necran Halkı ile yapılan sözleşme de Peygamberimiz (sav)’in anlayış ve adaletinin en güzel örneklerindendir.
Sözleşmenin maddelerinden {bir tanesi|birisi|biri} şu şekildedir:
“Necranlıların ve mahiyetindekiler canları, malları, dinleri varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip oldukları herşey Allah’ın ve Allah’ın Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır.” (Majid Khoduri, islam’da {harp|savaş} ve {barış|sulh}, Fener Yayınları, istanbul, 1998, s. 209-210)
O bölgedeki {tüm|bütün} topluluklarla anlaşma sağlanması sonrasında Peygamberimiz (sav), islam tarihindeki ilk anayasa olan Medine Vesikası’nı hazırlayarak Medine devletini kurmuştur. Medine Vesikası, tarihteki demokratik ve {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} sesli anayasanın ilk ve en mükemmel örneğidir. {günümüzde|çağımızda|bu günlerde|bugünlerde|bu zamanlarda|zamanımızda|şimdilerde} {hiçbir|hiç bir} demokratik sistem, Peygamberimiz (sav)’in yürürlüğe koyduğu Medine anayasası {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bir düzeni getirememiş ve hiçbiri bunu Peygamberimiz (sav)’in uyguladığı {şekilde|biçimde} uygulayamamıştır.
Tarihin ilk çoklu ve En Demokratik Anayasası: Medine Vesikası
Medine vesikasi
Yazılı {olarak|şekilde} Medine devletinin ilk anayasasını teşkil eden Medine Vesikası ile Peygamberimiz (sav); {çeşitli|türlü} ırk, din ve kabilelerden oluşan bir {belde|şehir} topluluğuna, Arabistan yarımadasında daha {evvela|önce|öncelikle} hiç görülmemiş demokratik ve barışçıl yapıyı {getirdi|getirmiştir}.
Söz konusu anayasaya göre, Medine’de bulunan {tüm|bütün} topluluklar, {barış|sulh} {arasında|içinde} bir arada yaşayacaklar, yaşantılarını kendi din ve inançlarına göre düzenleyecekler, hem kendi kurumlarına ve kanunlarına işlerlik kazandıracak hem de bunları tatbik edecek güce sahip olacaklardır. Bunu yaparken, Medine’de bulunan {tüm|bütün} topluluklarla {barış|sulh} ve birlik {arasında|içinde} yaşayacaklardır.
Medine Vesikası bundan yaklaşık 1400 {sene|yıl} {evvela|önce|öncelikle}, 622 yılında, {farklı|ayrıcalıklı|değişik} inançlara sahip olan halkların {talebine|taleplerine|isteklerine} {cevap|yanıt} vermek üzere, Hz. Muhammed (sav)’in önderliğinde kaleme alındı ve yazılı bir {hukuki|yasal} sözleşme {olarak|şekilde} hayata geçti. Bunun sonucunda da 120 {sene|yıl} boyunca birbirine karşı düşmanca duygular besleyen {farklı|ayrıcalıklı|değişik} din ve ırklara sahip topluluklar bu anlaşma {arasında|içinde} yer aldılar. Hz. Muhammed (sav) bu sözleşme yoluyla her fırsatta birbirlerine saldıran, düşmanca duygular besleyen ve uzlaşamayan toplulukların arasındaki çatışmaların son bulabileceğini, hepsinin rahatlıkla bir arada yaşayabileceklerini gösterdi.
Medine sözleşmesine göre herkes {hiçbir|hiç bir} baskı {yapılmaksızın|olmaksızın|olmadan} istediği dini, inancı, siyasi {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} felsefi seçimi yapmakta özgürdür. Kendi görüşlerine sahip insanlarla bir topluluk oluşturabilir. Kendi hukukunu uygulamakta özgürdür. {ancak|fakat|lakin} suç işleyen kimse hiç kimse {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} korunmayacaktır. Sözleşmeye {taraf|yan} olan gruplar birbirleriyle yardımlaşacak, birbirlerine destek olacaklardır ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in himayesi yani koruması altındadırlar. Karşılıklı taraflar arasındaki anlaşmazlıklar Allah’ın Resulü’ne götürülecektir. Nitekim müşrikler {bile|dahi}, en adaletli {kişi|şahıs} {olarak|şekilde} Peygamberimiz (sav)’in hakemliğini {herzaman|her zaman|daima|hep} tercih etmişlerdir.
Peygamber Efendimiz (sav)’in hazırlattığı bu sözleşme kademeli bir {şekilde|biçimde} 622 yılından 632’ye kadar uygulanmıştır. Bu {belge|vesika|evrak} ile kan ve akrabalık bağlarına dayalı kabile tarzı yapılanma aşılmış; coğrafi, kültürel ve etnik kökeni {tamamen|tam olarak|yüzde yüz|% } birbirinden {farklı|ayrıcalıklı|değişik} {kişiler|insanlar|bireyler} bir araya gelerek birlik {koymuşlardır|yapmışlardır|oluşturmuşlardır}. Medine Vesikası’nda {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} geniş bir din ve inanç özgürlüğü sağlanmıştır. Bu özgürlüğü {anlatım|ifade} eden maddelerden {bir tanesi|birisi|biri} şu şekildedir:
“Ben-i Avf Musevileri, müminlerle {birlikte|beraber} {tıpkı|aynı} ümmettirler, Musevilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir.” (Muhammed Hamidulllah, islam Müesseselerine Giriş, {düşünce|fikir} Yayınları,istanbul, 1981, s.128)
Medine Vesikası 47 maddeden ibarettir. Maddelerin 1–23 arası Müslümanlarla, 24–47 arası ise Medine’de yerleşik olan Musevi kabileleriyle ilgilidir. Sayı {itibariyle|itibarıyla|itibarı ile|sebebi ile|nedeni ile|sebebiyle|nedeniyle} az da olsa Hristiyan unsurundan da bahsedilmesi {farklı|ayrıcalıklı|değişik} din mensuplarının katılımı açısından {önemlidir|mühimdir|önemli bir şeydir|mühim bir şeydir|ciddi bir şeydir}.
Profesör Leonard Swidler’ın “çoğulculuk perspektifinde Medine Vesikasının {yeniden|yine|tekrardan|tekrar} değerlendirilmesi” isimli raporunda söz konusu anlaşma {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} {belirgin|belli|göze çarpan|dikkat çekici} yorumlar şu şekildedir:
“Kanımızca, {belge|vesika|evrak} Hz. Peygamberin şehri birleştirme ve halka {aleni|açıkça} duyurulan {hukuk|yasa} etrafında toplama gayretlerini göstermesi bakımından {önemli|mühim|ciddi} bir belgedir. Bu hukuka göre her {fert|birey} eşit haklara, din seçme özgürlüğüne ve Müslümanlarla {birlikte|beraber} savaşa katılıp katılmama özgürlüğüne sahiptir. {ancak|fakat|lakin} her halükarda şehrin düşmanlarıyla anlaşma yapmaları yasaktı ki bu da Medine gruplarının birbirine olan sıkı bağlılıklarını tesis etme çabasını göstermektedir. Bu siyasi ve dini metin, eşitlik ve özgürlük değerleri etrafında yeni bir {toplum|cemiyet} oluşturma amacı gütmekteydi. Vesikada da vurgulandığı üzere hukukun her {fert|birey} {üzerindeki|üstündeki} üstünlüğü, diyalog ve {birlikte|beraber} yaşama ortamı oluşturma amacına ulaşılması için atılan {esas|temel} adımdı. Vesikadaki maddeler {genel|umumi} {açıdan|anlamda|manada} Medine’deki her {kişinin|insanın|bireyin} {belde|şehir} korumasındaki eşit sorumluluğunu da belirlemektedir. Buna {ek|ilave} {olarak|şekilde} ahlaki karakterini ortaya koyan maddelerdeki {enlem|paralel} ifadelerin de çokluğunu görmekteyiz. Son {olarak|şekilde}, şehirdeki {çeşitli|türlü} grupların isimlerinin maddelerde tek tek zikredilmiş olduğunu düşündüğümüzde Vesikanın ve dolayısıyla Hz. Peygamberin şehrin bu gruplarını legal toplumlar {olarak|şekilde} kabul ettiğini ve onları dikkate aldığını {görebiliriz|görmek mümkündür|görmek kolaydır}.”{6|altı}
Söz konusu anayasada Musevilerle ilgili {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} {fazla|çok} madde olsa da, bu anayasanın orada yaşayan pagan toplulukları da içerdiğini {özellikle|bilhassa} hatırlatmak yerinde olur. Mekke’deki müşriklerin Hz. Muhammed (sav) ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını {aleni|açıkça} göstermelerine, onları yurtlarından çıkarmalarına {karşın|rağmen}, Hz. Peygamber (sav)’in Medine’deki paganlara son derece şefkatli, barışçıl ve uzlaşmacı davrandığını görmekteyiz. Medine Vesikası metni, Müslümanların, müşriklerin haklarına ve hukuklarına karşı koruyucu bir tavır aldıklarını göstermekte onların da Medine’nin savunmasında Müslümanlarla {birlikte|beraber} {devinim|hareket} etmelerini istemektedir. Müşriklere karşı böyle bir tutum ise {hiçbir|hiç bir} {şekilde|biçimde} şaşırtıcı değildir; {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} Kuran’a göre Müslümanlar anlaşma {halinde|biçiminde|şeklinde} oldukları müşrikleri, kendi canları pahasına korumakla yükümlüdürler. (Bu konu ilerleyen satırlarda anlatılacaktır.)
Medine vesikası
Medine Vesikası, Müslümanların, {tüm|bütün} {diğer|öteki|başka} din mensuplarının ve müşriklerin haklarına ve hukuklarına karşı koruyucu bir tavır aldıklarını {gösteren|işaret eden|belli eden} tarihin ilk çoğulcu ve en demokratik anayasasıdır.
{sonuç|netice} {olarak|şekilde} söz konusu Vesika’nın birlik ve beraberliğin, şefkat ve sevginin, dostluk ve barışın çekirdeklerini {arasında|içinde|içerisinde} barındıran {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} {önemli|mühim|ciddi} bir {tarihi|tarihsel} {belge|vesika|evrak} {olarak|şekilde} kabul edildiği bir gerçektir ve özelde Müslümanlarla Museviler {arasında|içinde} {çoğunlukla|ekseriyetle|genellikle|genelde|genel olarak|çoğunlukla|çoğunlukta} de {tüm|bütün} gayrimüslimlerle diyalog yapmada {misal|örnek} teşkil etmektedir. Peygamberimiz (sav)’in o dönemdeki bu sevgi ve barışçıl anlayışı Kuran’a {müsait|uygun} olandır, {ancak|fakat|lakin} bunu yaşayabilen bir Müslüman {toplum|cemiyet} görmek şu anda {zordur|güçtür|kolay değil|kolay değildir}. Bu {durum|hal}, tarihin en demokratik anayasasının Efendimiz (sav) {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} yazılıp uygulandığının ve {günümüz|çağımız|zamanımız} toplumlarının Kuran’dan da Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarından da uzaklaştıklarının {kati|kesin} ve {önemli|mühim|ciddi} bir delilidir.
Dolayısıyla kitabın bundan sonraki bölümlerini, bu bilgiler doğrultusunda değerlendirmek {gerekebilir|gerekmektedir}. Müşrikleri {bile|dahi} korumayı emreden, Kitap Ehli’nin (Musevi ve Hristiyanlar) ise Müslümanlar için {özel|hususi} bir {noktayı|yeri} olduğunu belirten Kuran’ı Kerim’in öğütleri ve Kuran’a göre {herzaman|her zaman|daima|hep} {barış|sulh} ve demokrasiyi hedeflemiş olan Hz. Muhammed (sav)’in uygulamaları {günümüz|çağımız|zamanımız} hurafecilerinkinden {tamamen|tam olarak|yüzde yüz|% } farklıdır. Onlar Kuran’dan {sürekli|devamlı} savaşa {delil|kanıt} bulmaya çalışırken, Kuran {herzaman|her zaman|daima|hep} barışı öğütlemektedir. Dolayısıyla konuyla ilgili {harp|savaş} ayetleri açıklanırken, bu {önemli|mühim|ciddi} gerçeğin {mutlaka|her zaman|daima} akılda tutulması {gerekebilir|gerekmektedir}.
{harp|savaş} {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} Ayetler ve Açıklamaları
Kuran’da savaşın tarifini bu {şekilde|biçimde} gördükten sonra, bir kısım radikaller {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} istismar edilen ve bir kısım islam karşıtları {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} da islam’a yönelik eleştiri için {kullanılan|uygulanan} {harp|savaş} ayetlerini inceleyelim:
Bakara Suresi 191. Ayetin incelenmesi
Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram {beraberinde|yanında|birlikte} onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. (Bakara Suresi, 191)
Bu ayet, Müslümanların ağır baskı ve şiddete maruz bırakılması ve Mekke’den çıkarılıp Medine’ye hicrete zorlanmasının ardından indirilen bir ayettir. Yukarıda detaylı {tanım|tarif} ettiğimiz şartlar {hazırlanmış|oluşmuş|oluşturulmuş|yapılmış} ve müşriklerin ağır zulmü ve {direk|doğrudan|direkt} saldırılarına karşı Müslümanlar {kendilerini|menfaatlerini|çıkarlarını} savunma emri almışlardır. Zulüm yapma {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} sakinleşmeyen, güzel sözden anlamayan ve {barış|sulh}/uzlaşma çağrılarına kulak asmayan bu topluluğa, onların yöntemi ile karşı koyma durumu söz konusu olmuştur.
{ama|fakat|lakin} ayette, Kuran’daki {harp|savaş} hukukuna dair hatırlatma da {tekrar|yine} yer {almaktadır|alıyor}: “Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram {beraberinde|yanında|birlikte} onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın.” Görüldüğü {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} savaşmanın tek şartı, karşı tarafın bir saldırıda bulunmasıdır. Onlar savaşmadıkça {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} herhangi bir saldırıda bulunmadıkça, Müslümanlarla savaşmak {kati|kesin} {olarak|şekilde} helal değildir.
Söz konusu ayeti {kendilerince|kendi başlarınca|kendi kendilerine} saptıran radikallerin de, islam karşıtlarının da ayetteki bu {önemli|mühim|ciddi} hükmü görmezden gelmesi elbette son derece kuşkuludur. Ayet {aleni|açıkça}, Müslümanlara {sadece|yalnızca|sırf} {kendilerini|menfaatlerini|çıkarlarını} savunma özgürlüğü vermektedir. Dolayısıyla {harp|savaş} ve {saldırı|hücum} bu ayetin hükmü değildir.
radikalizm
Bakara Suresi 191. ayette, Müslümanlara {sadece|yalnızca|sırf} {kendilerini|menfaatlerini|çıkarlarını} savunma özgürlüğü {verilir|verilmekte|verilmektedir}. Dolayısıyla {harp|savaş} ve {saldırı|hücum} bu ayetin hükmü değildir.
Ayetteki bir {diğer|öteki|başka} {önemli|mühim|ciddi} husus ise şöyle bildirilmiştir: “Fitne, öldürmekten beterdir.” Toplumları galeyana getirmek, nefreti körüklemek, dedikodu yayarak nefret, anarşi ve terörü yaygınlaştırmak ve {hasım|düşman} kitleleri oluşturmak fitne çıkarmaktır ve ayetin ifadesine göre böyle bir fitneyi çıkarmak adam öldürmekten {bile|dahi} beterdir. işte Müslümanlara saldıranlar, hem fiili hem psikolojik hem de sinsi {açıdan|anlamda|manada} bu fitneyi {oluşturuyor|oluşturmakta|oluşturmaktadır} olan topluluklardır. Verdikleri {zarar|ziyan} büyüktür. Saldırganlıkları başgösterdiğinde de Müslümanlar {bitkisel|tabii|natürel|naturel|doğal|nebati|organik} {olarak|şekilde} {kendilerini|menfaatlerini|çıkarlarını} savunmaktadırlar.
şu anda bir kısım bağnazların kulaktan dolma bilgiler {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} hurafelere kanarak {kişileri|insanları|bireyleri}, toplumları, dinleri {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} ülkeleri fitneci {ilan|duyuru} etmeleri ve bu sapkınlıklarına söz konusu Kuran ayetini {delil|kanıt} göstermeye çalışmaları ise büyük bir hezimettir. Fitne, Müslümanlar {arasında|içinde} bölücülük yapmak, onları {çeşitli|türlü} sıkıntılara sokarak zarara ve günaha sürüklemek, ardından da toplu isyanların alt yapısını oluşturmak, Müslümanlara karşı fiili ve sözlü saldırılarda bulunmak {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bozgunculuğa yol açacak fiiller içermektedir. Dolayısıyla bir {kişinin|insanın|bireyin} fitne ile suçlanabilmesi için tarifini yaptığımız bu uygulamaların bir {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} birçoğunu yerine getirmesi {gerekebilir|gerekmektedir}. şu anda “fitneci” damgasını vurarak {özellikle|bilhassa} Musevileri {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} israil’i suçlamaya çalışanlar bu ayete {kati|kesin} {olarak|şekilde} muhalefet {etmekteler|ediyorlar|etmektedirler}.
Kuran’a göre Musevileri {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} israil’i bir {tüm|bütün} {olarak|şekilde} “fitneci” {ilan|duyuru} etmek haramdır. Her dinden {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} ülkeden fitne çıkaran {kişiler|insanlar|bireyler} {olabilir|olabilmekte|olabilmektedir}. {ama|fakat|lakin} Araplardan, Türklerden {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} Müslümanlardan fitne çıkaranlar {olduğu|bulunduğu} için Arapların, Türklerin {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} Müslümanların tümünün fitneci {ilan|duyuru} edilemeyeceği {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} Musevi ve israillilerin de tümünü fitneci {ilan|duyuru} etmek söz konusu değildir. Kuran’a göre bir Müslüman, bir Musevinin evinde yemek yiyebilmekte, ona {konuk|misafir} ve {dost|arkadaş} {olabilmekte|olmakta|olmaktadır}, hatta onunla evlenebilmektedir (Bu konu kitabın ayrı bir bölümünde detaylı {izah|açıklama} {edilmekte|ediliyor|edilmektedir}). {durum|hal} böyleyken bir Müslümanın bir Museviyi koşulsuz şartsız “fitneci” {olarak|şekilde} {ilan|duyuru} edebilmesi {olası|mümkün} değildir. Bu iddiayla ortaya çıkanlar, başta da belirttiğimiz {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} Kuran’ı hiç bilmeyen, fitne {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} Musevilerle {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} sayısız uydurma hadisin etkisi ile yetişmiş olan {cehalet|bilgisizlik} içindeki insanlardır. Söz konusu hadislere ve Kuran’a göre Kitap Ehlinin konumuna sonraki bölümlerde detaylı değinilecektir.
Nisa Suresi 89, 90, 91. Ayetlerin incelenmesi
Onlar, kendilerinin inkâra sapmaları {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} sizin de inkâra sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. {şayet|eğer} {gene|yine} {sima|yüz} çevirirlerse, {artık| bundan sonra|bundan böyle} onları tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan ne bir veli ({dost|arkadaş}) edinin, ne de bir {yardımcı|destekçi}. (Nisa Suresi, 89)
{ancak|fakat|lakin} sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini {sorun|sıkıntı|problem} basıp size gelenler (dokunulmazdır.) Allah dileseydi, onları üstünüze saldırtır, böylece sizinle çarpışırlardı. {şayet|eğer} sizden {irak|uzak} durur ({arka|geri} çekilir), sizinle savaşmaz ve {barış|sulh} (şartların)ı size bırakırlarsa, {artık| bundan sonra|bundan böyle} Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır. (Nisa Suresi, 90)
Diğerlerini de sizden ve kendi kavimlerinden güvende olmayı istiyor bulacaksınız. ({ama|fakat|lakin}) Fitneye her {arka|geri} çağrılışlarında içine başaşağı dalarlar. {şayet|eğer} sizden {irak|uzak} durmaz, {barış|sulh} (şartların)ı size bırakmaz ve ellerini çekmezlerse, {artık| bundan sonra|bundan böyle} onları her nerede bulursanız tutun ve onları öldürün. işte size, onların aleyhinde apaçık olan ‘destekleyici bir delil’ kıldık. (Nisa Suresi, 91)
Söz konusu ayetlerde münafıklardan bahsedilmektedir. Münafık, kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen, Müslümanlar {arasında|içinde} yaşayan ve onlardanmış {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} görünen {ama|fakat|lakin} {aslında|gerçekte} Allah’a ve islam’a karşı düşmanlık besleyerek Müslümanları arkadan vurmaya çalışan bir varlıktır. Allah münafık {olarak|şekilde} ölümle buluşanların cehennemin en alt tabakasında olacaklarını bildirmekte ve onları aşağılamaktadır. Anlaşılabileceği {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} münafık, ikiyüzlü ve kahpece tavrı {itibariyle|itibarıyla|itibarı ile|sebebi ile|nedeni ile|sebebiyle|nedeniyle} ne inkarcılara ne de müşriklere benzemeyen, {oldukça|epey bir|yoğun şekilde} tehlikeli ve aşağılık bir insan modelidir.
Müslümanları yarı yolda bırakan ve Müslümanların da kendileri {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} inkara sapmalarını {arzu|istek} ederek bu yönde çalışan münafıkları {dost|arkadaş} edinmek Nisa Suresinin 89. ayetinde yasaklanmıştır. Onlarla savaşmanın meşrulaştığı {durum|hal}, yani “{şayet|eğer} {yeniden|yine|tekrardan|tekrar} {sima|yüz} çevirirlerse” ifadesinden anladığımız, söz konusu münafıkların {artık| bundan sonra|bundan böyle} Müslümanlara karşı fiili {saldırı|hücum} {halinde|biçiminde|şeklinde} olmalarıdır. Bunu {derhal|hemen} sonraki ayetten de anlamak {mümkün|mümkündür|olasıdır|olası}. 90. Ayette, “{şayet|eğer} sizden {irak|uzak} durur ({arka|geri} çekilir), sizinle savaşmaz ve {barış|sulh} (şartların)ı size bırakırlarsa” ifadesinden de anlaşılabileceği {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} saldırıda bulunmayan bir topluluğun aleyhinde bir yol {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}. Açıktır ki, öldürme izni verilmiş olan topluluk Müslümanlara {harp|savaş} açmış olan bir topluluktur. {gene|yine} burada Müslümanlara, {saldırı|hücum} karşısında {kendilerini|menfaatlerini|çıkarlarını} savunma hakkı verildiği {aleni|açıkça} anlaşılmaktadır.
Bunun yanı {dizi|sıra}, Nisa Suresi 90. ayet, Kuran’ın adil, affedici ve şefkatli ve {herzaman|her zaman|daima|hep} barışı koruyan üslubunun bir {diğer|öteki|başka} göstergesidir. O vakte kadar Müslümanları sinsice arkadan vurmuş, hainlik yapmış olmalarına {karşın|rağmen} münafıkların bir {kısmı|bölümü}; “{ancak|fakat|lakin} sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini {sorun|sıkıntı|problem} basıp size gelenler (dokunulmazdır.)” hükmü gereği Müslümanlara karşı barışçıl tavır takındığı için ayetin hükmüne göre dokunulmazdırlar. {tıpkı|aynı} ayette Allah, “{şayet|eğer} sizden {irak|uzak} durur ({arka|geri} çekilir), sizinle savaşmaz ve {barış|sulh} (şartların)ı size bırakırlarsa, {artık| bundan sonra|bundan böyle} Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır.” diye belirterek onların dokunulmazlıklarını {tekrar|yine} hatırlatmaktadır. Bu ise adaletin ta kendisidir.
Nitekim 91. ayette de {gene|yine} {tıpkı|aynı} şartlara göre {tanım|tarif} edilmiş bir {durum|hal} {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}. Söz konusu ortamda, {harp|savaş} istemediğini söyleyerek pişman olan münafıkların bir {kısmı|bölümü} {tekrar|yine} fitnenin içine dalmışlar ve {yeniden|yine|tekrardan|tekrar} Müslümanlara karşı {saldırı|hücum} eylemlerinde bulunmaya başlamışlardır. işte bu {durumda|halde} {yeniden|yine|tekrardan|tekrar} Kuran’daki savaşın hükmü hatırlatılmakta ve saldırıda bulunmadıkları sürece onlara dokunulmaması, {ancak|fakat|lakin} saldırıda bulunurlarsa karşı savunmada bulunulabileceği anlatılmaktadır.
{gene|yine} burada, ayette belirtilen durumun, Uhud savaşı {sırasında|esnasında} gerçekleşen {özel|hususi} bir {hadise|olay} {olduğu|bulunduğu} ve {harp|savaş} {dalında|alanında|sahasında|konusunda} döneklik {yapan|oluşturan} münafıklarla ilgili olduğunu da hatırlatmak {gerekebilir|gerekmektedir}.
Tevbe Suresi 5. Ayetin incelenmesi
Haram aylar ({süre|zaman} tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların {tüm|bütün} geçit yerlerini kesip-tutun. {şayet|eğer} tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekatı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 5)
Söz konusu ayette gerçekleşen şartları anlayabilmek için Tevbe Suresi’ni 1. ayetten başlayarak okumak gerekir. Bu {şekilde|biçimde} okunduğunda, karşı saldırıyı {adalet|hak} eden müşriklerin “{tüm|bütün} müşrikler” değil, Müslümanlara o vahşi saldırıları {yapan|oluşturan} ve ardından haram aylarda savaşmamak için kendileriyle anlaşma yapılan müşrikler olduğunu anlarız. Buradaki müşrikler, “Müslümanlarla adil bir anlaşma yapmış olmalarına ve Müslümanların haram aylar boyunca bir {harp|savaş} {özelliğine|niteliğine|durumuna} girmeyeceklerini {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} iyi bilmelerine rağmen” Müslümanları gafil avlamaya ve sinsice yaklaşmaya çalışmış, haram aylarda vahşi saldırılarına devam etmiş ve Müslümanların canına kastetmiş olan müşriklerdir.
işte bu şartlar söz konusuyken Müslümanlara bu ayet ile vahşice saldıranlara karşı {kendilerini|menfaatlerini|çıkarlarını} savunma hakkı verilmiştir. Ayette görüldüğü {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}, müşriklerin saldırıları haram aylarda gerçekleşmesine {karşın|rağmen} Müslümanlar Allah’ın hükmü gereği haram aylar {sırasında|esnasında} karşı koymamakta, bu {devre|dönem} boyunca sabretmekte ve haram aylar bittikten sonra savunmaya başlamaktadırlar. Ayette {gene|yine}, savunmada izlenmesi gereken yöntemin {tanım|tarif} edildiğini görürüz: Tutuklama, kuşatma ve {tüm|bütün} geçit yerlerinin tutulması. Uluslararası hukuka dayalı savaşlarda {mutlaka|her zaman|daima} öncelikli {koşul|şart} kuşatma ve tutuklamadır. Kuşatma için geçit {yerleri|bölgeleri} tutulur ve böylelikle karşı tarafın ilerlemesi engellenmiş olur. Dolayısıyla bu ayette, şu anda uluslararası hukukta izlenen ve haklı görülen {yöntem|metod} {tanım|tarif} edilmiştir. Aradaki tek {fark|ayrım}, burada saldırıyı Müslümanların yapmaması, onların {sadece|yalnızca|sırf} ve {sadece|yalnızca|sırf} kendilerine saldıranları durdurmaya çalışmalarıdır.
Müslümanlar
Tevbe Suresi {6|altı}. ayet ile Müslümanlara, kendilerine sığınmış olan ve kendilerinden yardım {isteyen|arzulayan|dileyen} bir müşrike “kendi canlarını tehlikeye atarak” {bile|dahi} olsa yardım etmeleri öğütlenmektedir.
{gene|yine} {tıpkı|aynı} ayete göre, saldırısından vazgeçen ve tevbe edenlere karşı herhangi bir {harp|savaş} durumu söz konusu {olmaz|olmamakta|olmamaktadır}. Onlar {hür|özgür} bırakılmaktadırlar.
Söz konusu ayetten {derhal|hemen} sonraki ayete baktığımızda ise Kuran’ın gerçek sevgi ve koruyuculuk ruhunu {anlatan|söz eden|ifade eden} {önemli|mühim|ciddi} bir {izah|açıklama} ile karşılaşırız. işte bu ayet, islam karşıtlarının bu {konuda|konu için|konu hakkında|konu ile ilgili} Müslümanlara yönelik {tüm|bütün} iddialarını ortadan kaldıran bir ayettir. Ayet şöyledir:
{şayet|eğer} müşriklerden {bir tanesi|birisi|biri}, senden ‘eman isterse’, ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu ‘güvenlik {arasında|içinde} {olabileceği|olacağı} yere ulaştır.’ Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, {6|altı})
Bu ayet ile Müslümanlara, kendilerine sığınmış olan ve kendilerinden yardım {isteyen|arzulayan|dileyen} bir müşrike “kendi canlarını tehlikeye atarak” yardım etmeleri öğütlenmektedir. öyle ki ayete göre söz konusu Müslüman, müşrikleri koruyabilmek için KENDiSiNi SiPER ETMEKTEDiR. Bir {diğer|öteki|başka} deyişle bir Müslüman, Allah’ı inkar eden bir {kişinin|insanın|bireyin} canını koruyabilmek için kendi canını riske atarak, onu güvenlik {arasında|içinde} {olabileceği|olacağı} yere ulaştırmakla yükümlüdür.
Bu, Kuran’ın hükmüdür. Kuran’ın hükmüne göre bir insan Allah’a inanmıyor diye “öldürülmemekte”, tam {aksine|tersine} Müslümanların canı pahasına korunmaktadır. Dolayısıyla {harp|savaş} gerekçesi, karşı tarafın Allah’a inanıp inanmamasıyla {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} {diğer|öteki|başka} dinden olup olmamasıyla ilgili değildir. Savaşın gerekçesi, karşı tarafın {saldırı|hücum} ve işkencede bulunması, cana kastetmesidir.
Ayetin işaret ettiği {diğer|öteki|başka} bir gerçek ise, saldırıda bulunmadıkları, azgınlık ve taşkınlık yapmadıkları sürece; din, {dil|lisan}, {millet|ulus}, inanç {ayrımı|ayırımı|gözetimi} {yapılmaksızın|olmaksızın|olmadan} {tüm|bütün} {insanların|kişilerin|şahısların} Müslümanlar {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} korumaya alınmaları gerektiğidir. Bir Müslüman, Müslümanı koruduğu {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}, Kitap Ehli’ni de, hatta ateisti, komünisti de korumakla yükümlüdür. Bu, Müslüman olmanın gereğidir. Bu, Kuran’daki Müslüman tarifidir. Bir insan “Müslümanım” diyorsa, koruyucu olmak {zorundadır|mecburiyetindedir|durumundadır}.
Tevbe Suresi 13. Ayetin incelenmesi
Andlarını bozan, elçiyi sürmeye yeltenen ve sizinle (savaşı) ilk {defa|kez} başlatan topluluğa karşı savaşmayacak mısınız? {olmadan|yoksa|yok ise} onlardan korkuyor musunuz? inanıyorsanız asıl çekinmeniz gereken ALLAH’tır. (Tevbe Suresi, 13)
Bu ayet, Kuran’da savaşın hükmünü {gösteren|işaret eden|belli eden} ayetlerden bir diğeridir. Müslümanlarla anlaşma yapmış olan, yani anlaşmaları gereği {barış|sulh} {arasında|içinde} yaşayan bir müşrik topluluk anlaşmasını bozup bozgunculuk ve saldırganlığa başladığında; Peygamberimiz (sav)’i kendi yaşadığı beldeden {diğer|öteki|başka} bir yere sürgün etmeye kalkıştıklarında; ve ayetin açık ifadesiyle savaşı iLK {olarak|şekilde} BAşLATAN OLDUKLARıNDA, Müslümanların onlara karşı savaşma hakkı oluşmaktadır.
Maide Suresi 33. Ayetin incelenmesi
Allah’a ve Resûlü’ne karşı {harp|savaş} açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, {ancak|fakat|lakin} öldürülmeleri, asılmaları {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azap {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}. (Maide Suresi, 33)
{tüm|bütün} {harp|savaş} {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} ayetlerde {özellikle|bilhassa} belirttiğimiz konu bu ayette de dikkat çekmektedir. Burada, karşı {harp|savaş} verilmesi gereken topluluğun {özellikleri|nitelikleri} {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} detaylı {olarak|şekilde} açıklanmıştır: Allah’a ve elçisine {direk|doğrudan|direkt} {harp|savaş} açmaları ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaları. Görülebileceği {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bu {kişiler|insanlar|bireyler}, {sadece|yalnızca|sırf} Müslümanlara fiili saldırıda bulunmaya kalkmıyor, {tıpkı|aynı} {sürede|zamanda} {tüm|bütün} yeryüzünde de fitne çıkarıyorlar. Yani ayette, {tüm|bütün} dünya için {sorun|sıkıntı|problem} olan, {herkezin|herkesin|hepimizin|her insanın} bozguncu {olarak|şekilde} gördüğü sapkın ve savaşçı bir topluluktan bahsedilmektedir.
Fiili {olarak|şekilde} Müslümanlara {harp|savaş} açmış bir topluluğa karşı koyarken -{tüm|bütün} savaşlarda {olduğu|bulunduğu} {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}- {mecbur|zorunlu} kalındığı takdirde öldürme {olabildiği|olabileceği} {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}, onların bulundukları yerden sürgün edilmeleri de yapılabilecek uygulamalar arasındadır. Bir {diğer|öteki|başka} deyişle Kuran ayetlerine göre Müslümanlara normalde haram olan fiillere -cana kıyma ve sürgün etme- {sadece|yalnızca|sırf} böyle bir {harp|savaş} durumu karşısında izin verilmiştir.
Enfal Suresi 57. Ayetin incelenmesi
Bundan {ötürü|dolayı}, savaşta onları yakalarsan, öyle darmadağın et ki, onlarla arkalarından {gelecek|istikbal|ati} olanlar(ı caydır). Umulur ki ibret alırlar. (Enfal Suresi, 57)
Bu ayeti de {gene|yine} yukarıda detaylı anlattığımız ve delillerini verdiğimiz mantık ışığında değerlendirmek {gerekebilir|gerekmektedir}. Peygamberimiz (sav)’e bir kısım ayetlerin indiği Medine {döneminin|zamanının|çağının|devrinin}, {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} {sık|yoğun|çok} bir {harp|savaş} ortamı {olduğu|bulunduğu} unutulmamalıdır. Bu ortam, {sadece|yalnızca|sırf} ve {sadece|yalnızca|sırf} “Onlar, {sadece|yalnızca|sırf}; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden {ötürü|dolayı}, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar…” (Hac Suresi, 40) ayetinde belirtildiği {şekilde|biçimde} Müslümanlara yapılan haksız zulüm neticesinde meydana gelen savaşlardır. Dahası {gene|yine} hatırlanacağı {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} Müslümanlar, “{şayet|eğer} sizden {irak|uzak} durur ({arka|geri} çekilir), sizinle savaşmaz ve {barış|sulh} (şartların)ı size bırakırlarsa, {artık| bundan sonra|bundan böyle} Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır.” ayeti gereği, karşı {taraf|yan} savaşa son verdiğinde, savaşı durdurmak ve onlara karşı aleyhte bir harekette bulunmamakla yükümlüdürler.
Enfal Suresi 57. ayetten birkaç ayet öncesine bakacak olursak {yeniden|yine|tekrardan|tekrar}, o {dönemde|çağda|devirde}, Müslümanlarla anlaşma yapmış olan topluluktan bahsedildiğini anlarız. Savunmaya izin {verici|veren|sağlayan} {derhal|hemen} her Kuran ayetinde {özellikle|bilhassa} belirtildiği {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bu topluluğun da “anlaşmalarını bozan” ve dolayısıyla {derhal|hemen} arkasından saldırıya geçen bir topluluk {olduğu|bulunduğu} belirtilmektedir.
üst üste saldırılarda bulunan, {hiçbir|hiç bir} sözü dinlemeyen ve {sürekli|devamlı} {olarak|şekilde} yapılan {barış|sulh} anlaşmalarına muhalefet ederek fitne çıkaran bu topluluğa karşı ise caydırıcı bir {güç|kuvvet} gösterilmesi {önemlidir|mühimdir|önemli bir şeydir|mühim bir şeydir|ciddi bir şeydir}. {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} bu {durumda|halde}, fitneyi alışkanlık {haline|durumuna|biçimine} getirmiş olan söz konusu topluluklar {artık| bundan sonra|bundan böyle} buna {güç|kuvvet} bulamayacak ve onların peşinden fitne çıkarmaya ve saldırıya {hazırlanan|hazırlanmakta olan} {diğer|öteki|başka} müşrik grupları da cesaret gösteremeyeceklerdir. Bu, her yapılan anlaşmaya muhalefet ederek {harp|savaş} başlatan söz konusu topluluğa karşı {lüzumlu|gerekli}, {önemli|mühim|ciddi} ve sonraki savaşları {önleyici|durdurucu|giderici} bir tedbirdir. Dünyanın {derhal|hemen} her ülkesinin anayasasında ve uluslararası hukukta {tüm|bütün} cezaların “caydırıcı” olmasına {önem|ciddiyet} {verilir|verilmekte|verilmektedir}. {erek|amaç}, suçun {tıpkı|aynı} {kişi|şahıs} {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} {diğer|öteki|başka} {kişiler|insanlar|bireyler} {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} işlenmesinin önüne geçmektir. Uluslararası hukukta bu önlemleri son derece yerinde ve {hukuk|yasa} devletleri için {lüzumlu|gerekli} bulanların, konu islam olduğunda bunu aleyhte değerlendirmeye yeltenmeleri sağduyuya ve hakkaniyete uymamakta, adaletli {olmaz|olmamakta|olmamaktadır}.
Muhammed Suresi 4. Ayetin incelenmesi
öyleyse, inkar edenlerle {harp|savaş} {sırasında|esnasında} karşı karşıya geldiğiniz {süre|zaman}, {derhal|hemen} boyunlarını vurun; sonunda onları ‘iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da’ {artık| bundan sonra|bundan böyle} (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf {olarak|şekilde} (onları bırakın) {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} bir fidye (karşılığı salıverin). öyle ki {harp|savaş} ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). işte böyle; {şayet|eğer} Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. {ancak|fakat|lakin} ({harp|savaş},) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; {kati|kesin} {olarak|şekilde} (Allah,) amellerini giderip-boşa çıkarmaz. (Muhammed Suresi, 4)
{diğer|öteki|başka} ayetlerde {olduğu|bulunduğu} {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bu ayette de dikkat çeken, bir {harp|savaş} ortamının varlığıdır. Anlaşma bozulmuş, müşrikler saldırıya geçmiş ve bu saldırıya {cevap|yanıt} vermek dışında bir çözüm kalmamıştır. Bu ayette {tanım|tarif} edilen uluslararası {harp|savaş} hukukudur. üstelik uluslararası {harp|savaş} hukukunda {aslında|gerçekte} uygulanmayan bir uygulama burada yer almakta ve savaşın bitiminin {derhal|hemen} sonrasında esirler serbest bırakılmaktadır. {halbuki|oysa} şu {lahza|an} dünyada, Afganistan müdahalesi bitmesine {karşın|rağmen} Guantanamo’da {harp|savaş} esirleri halen tutuklu {olarak|şekilde} bulundurulmakta ve BM, NATO {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} paktlar bu durumu makul görmektedirler. işte bu hukuku, Kuran makul görmez. islam’a göre, savaşın hükmen sona ermesi için esirlerin {mutlaka|her zaman|daima} serbest bırakılması gerekir.
{harp|savaş} konusu {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} ayetlerin o anki {durum|hal} ve şartlara göre {tanım|tarif} edilmiş savunma savaşları {olduğu|bulunduğu}, {sadece|yalnızca|sırf} saldırıyı başlatan saldırgan, fitneci, bozguncu müşriklere ve münafıklara karşı yapıldığı {aslında|gerçekte} açıktır. Bu ayetlerin, anlamları değiştirilerek, radikallerin nefret ve {hiddet|öfke} politikaları için kullanılmalarının en büyük sebebi, yüzlerce {düzmece|sahte} hadisin islam’a dahil edilmesi ve bir kısım tefsircilerin yanlış bakış açılarıdır. {halbuki|oysa} Kuran, islam’a sonradan {katılan|dahil olan|eklenen|eklenmiş olan} {düzmece|sahte} hadislerden ve hurafelerden arınarak, tertemiz ve aydınlık bir zihinle okunmalıdır. {dönemin|zamanın|çağın} {harp|savaş} ortamıyla değerlendirildiğinde, ayetlerin anlamları olağanüstü derecede açıktır.
guantanamo
islam hukukunda, {harp|savaş} {sadece|yalnızca|sırf} savunma amaçlı yapılabilir ve {harp|savaş} sonunda esirler serbest bırakılır. Bu, uluslararası {harp|savaş} hukukunda {bile|dahi} olmayan bir uygulamadır. Nitekim Guantanamo {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} hapishanelerde, geçmiş savaşların esirleri halen zor şartlarda tutulmaktadır.
islam’da {harp|savaş} için Gerekçe {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}
islam’ın bir {harp|savaş} dini olduğunu iddia edenler, temelde böyle bir görüşün, islam’ın öğretileri ile {tamamen|tam olarak|yüzde yüz|% } {karşıt|zıt} olduğunu anlamalıdırlar. Kuran’da karşı tarafa saldırıda bulunmak için bir gerekçe {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}. Kuran, demokrasi ve özgürlüklerin en mükemmel tarifini yapar. Demokrasinin ve özgürlüklerin {olduğu|bulunduğu} bir ortamda ise, karşı tarafı {hasım|düşman} {ilan|duyuru} etmek {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} onu susturmaya çalışmak söz konusu değildir. {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} böyle bir ortam herkese saygı duyulan ve {herkezin|herkesin|hepimizin|her insanın} rahatlıkla konuştuğu {hür|özgür} bir ortamdır. islam şeriatı asıl bu ortamı {tanım|tarif} eder. Dolayısıyla, Kuran’da savaşın gerekçesi {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}. Bu gerçeği Kuran ayetleri ile {izah|açıklama} edelim:
{harp|savaş}, islam’ı Zorla Kabul Ettirmek için mi?
{harp|savaş}, zor, dayatma {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} baskı yoluyla bir {kişiye|insana} islam’ı kabul ettirme {yolunu|şeklini|alternatifini|yöntemini} uygulayanlar Kuran’a ihanet ederler. Kuran’daki en açık hükümlerden {bir tanesi|birisi|biri} “dinde asla zorlamanın olmadığıdır”:
Dinde zorlama (ve baskı) {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}… (Bakara Suresi, 256)
Bu açık ayet Kuran’ın hükmüdür. {hiçbir|hiç bir} Müslüman bu hükmün dışına çıkarak bir başkasına dindar olması için baskı uygulayamaz. Bu Kuran’da yasaklanmıştır.
Peygamberimiz (sav) {sadece|yalnızca|sırf} bir öğütçüdür. Tebliğ yapmakla ve son gelen {adalet|hak} din islam’ı topluluklara tanıtmakla yükümlüdür. O {dönemde|çağda|devirde}, islam dinini Peygamberimiz (sav)’in ve {diğer|öteki|başka} Müslümanların ağzından dinleyenlerin {bazen|bazan|kimi} iman etmiş, {bazen|bazan|kimi} ise etmemiştir. Kuran’ın açık hükmü gereği, Peygamberimiz (sav) de, beraberindeki Müslümanlar da {kati|kesin} {olarak|şekilde} baskı yoluna gitmemişlerdir. Kuran’da Peygamberimiz (sav)’e, “Sen, {sadece|yalnızca|sırf} bir {nasihat|öğüt} {verici|veren|sağlayan}-bir hatırlatıcısın. ONLARA ‘ZOR VE BASKı’ KULLANACAK DEğiLSiN” (Gaşiye Suresi, 21-22) hatırlatması {hazırlanmış|oluşmuş|oluşturulmuş|yapılmış} ve baskı {kati|kesin} {olarak|şekilde} yasaklanmıştır. Kuran’a göre {tüm|bütün} {diğer|öteki|başka} Müslümanlar da islam ahlakını tanıtmakla görevlidirler. {ama|fakat|lakin} hiç kimseye “sen Müslüman olacaksın”, “dindar olacaksın” {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} “ibadetleri uygulayacaksın” {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bir baskı yapamazlar. Kuran’ın amacı dünyaya sevgi ve {huzur|mutluluk|rahatlık} getirmektir. Dolayısıyla böyle bir baskı ortamının Kuran’a {müsait|uygun} olmayacağı açıktır.
Kuran’da baskının {aleni|açıkça} yasaklandığı {diğer|öteki|başka} bazı ayetler şöyledir:
Ve de ki: “{adalet|hak} Rabbinizdendir; {artık| bundan sonra|bundan böyle} {isteyen|arzulayan|dileyen} iMAN ETSiN, {isteyen|arzulayan|dileyen} iNKAR ETSiN… (Kehf Suresi, 29)
{şayet|eğer} Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. öyleyse, ONLAR Mü’MiN OLUNCAYA KADAR {kullanıcılarını|insanları|kullanmakta olanları|müşterilerini} SEN Mi ZORLAYACAKSıN? (Yunus Suresi, 99)
Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. SEN ONLARıN {üzerinde|üstünde} BiR ZORBA DEğiLSiN; şu {durumda|halde}, Benim {kati|kesin} tehdidimden korkanlara Kur’{lahza|an} ile {nasihat|öğüt} ver. (Kaf Suresi, 45)
{artık| bundan sonra|bundan böyle} sen, {nasihat|öğüt} verip-hatırlat. Sen, {sadece|yalnızca|sırf} bir {nasihat|öğüt} {verici|veren|sağlayan}-bir hatırlatıcısın. ONLARA ‘ZOR VE BASKı’ KULLANACAK DEğiLSiN. (Gaşiye Suresi, 21-22)
De ki: “Ey kafirler.” “Ben sizin taptıklarınıza tapmam.” “Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz.” “Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim.” “Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.” “SiZiN DiNiNiZ SiZE BENiM DiNiM BANA.” (Kafirun Suresi, 1-{6|altı})
Zor ve baskı Kuran’da yasaklandığına göre, {harp|savaş}, {saldırı|hücum}, düşmanlık ve {hiddet|öfke} için bir gerekçe kalmamaktadır. {şayet|eğer} baskı ile dinin kabul ettirilmesi haram ise, Müslümanlar müşrik toplulukları neye zorlayacaklardır? Dolayısıyla Kuran’daki islam’a göre, islam’ı kabul ettirmek asla ve asla {harp|savaş} gerekçesi olamaz.
{harp|savaş}, ideolojik {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} Etnik üstünlük için mi?
islam’da her ideolojiye, her millete, her etnik gruba, her düşünceye, her dine saygı {vardır|olmaktadır|bulunur|bulunmaktadır}. islam, {tüm|bütün} fikirlerin dinlendiği, {düşünce|fikir} özgürlüğünün alabildiğine yaşandığı bir dindir. Böyle bir demokrasi anlayışının ve hürriyetin {olduğu|bulunduğu} dinde, {düşünce|fikir} çatışması {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} etnik çatışma {itibariyle|itibarıyla|itibarı ile|sebebi ile|nedeni ile|sebebiyle|nedeniyle} {harp|savaş} olması elbette {olası|mümkün} değildir.
{harp|savaş}, Dini Bir Liderin Getireceği islami Kuralları Yaygınlaştırmak Amacıyla mı?
Daha {evvela|önce|öncelikle} detaylı açıkladığımız {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi}, Kuran’a göre Müslüman bir {lider|önder}, liderlik yaptığı topluluk {arasında|içinde} bulunan Hristiyanlar, Museviler, ateistler, komünistler, agnostikler, Budistler ve {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} {tüm|bütün} {diğer|öteki|başka} {düşünce|fikir} ve ideolojileri {birlikte|beraber} kucaklayan bir {lider|önder} olmalıdır. Tam anlamıyla {düşünce|fikir} özgürlüğünü benimsemelidir. insanlara tam hürriyet vermelidir. özgürlüklerin {bulunmadığı|olmadığı} bir ortamda kavgalar, kargaşalar, hakaretler ve ikiyüzlü {kişiler|insanlar|bireyler} ortaya {menfaat|çıkar}. Bunların tümünü engellemeli ve Kuran’ın gereğini yapmalıdır. “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine {bile|dahi} olsa, Allah için şahidler {olarak|şekilde} adaleti ayakta tutun.” (Nisa Suresi, 135) ayeti gereği {kişi|şahıs}, inanç, köken ayırt etmeksizin adaleti ayakta tutmakla yükümlüdür. Kendi aleyhine olsa {bile|dahi}.
{üç|3} din
{harp|savaş}, Düşmanların Ortadan Kaldırılması için mi?
islamofobi
{harp|savaş} için bir gerekçe sunmayan bir dinin, bir {harp|savaş} dini {olarak|şekilde} lanse edilmesi {sadece|yalnızca|sırf} hurafecilerin uygulamalarından kaynaklanır.
islam’da nasıl “düşman” {olabilir|olabilmekte|olabilmektedir} ki? islam dini, temelinde {tüm|bütün} {insanların|kişilerin|şahısların} eşit ve kardeş olması gerektiğini savunan bir dindir. islam dinine göre rengi, dili, dini, ırkı, vatanı ve sosyal durumu ne olursa olsun insan, {evvela|önce|öncelikle} {sadece|yalnızca|sırf} insan {olduğu|bulunduğu} için saygıya layık bir varlıktır. {tüm|bütün} {adalet|hak} dinlerin bildirdiği {şekilde|biçimde} {kişiler|insanlar|bireyler}, Hz. Adem (as)’ın çocukları {olarak|şekilde} kardeştirler. Bu kardeşlik ilkesi, dindar olmanın gereklerindendir.
islam, ırk üstünlüğü fikrine dayanan, {kullanıcılarını|insanları|kullanmakta olanları|müşterilerini} {modern|gelişmiş|çağdaş} ve ilkel diye ikiye ayıran {tüm|bütün} faşizan ideoloji ve fikirlere, materyalist ve Darwinist düşüncelere karşıdır. Dolayısıyla bu sapkın ideolojilerin {beraberinde|yanında|birlikte} getirdiği çatışma, mücadele ve {harp|savaş} kavramlarını da kendi {arasında|içinde} barındırmaz, bunlara karşı ilmi ve akli mücadele içindedir.
{herkezin|herkesin|hepimizin|her insanın} saygıya layık olduğuna dair islam’daki {kural|kaide}, {kişiler|insanlar|bireyler} arası her {çeşitli|türlü} ilişkinin de {temelini|aslını|temel noktasını|önemli noktasını} oluşturur. Yanlış eylemlerde bulunan bir {kişi|şahıs} {bile|dahi} islam’a göre {herzaman|her zaman|daima|hep} potansiyel iyiliğe yönelecek bir insandır. Dolayısıyla gerçek bir Müslümanın {hasım|düşman} edinmesi imkansızdır. Her Müslüman, bir başkasına şefkatle davranmak ve güzel ahlakı anlatmakla yükümlüdür, {hasım|düşman} edinip onu harcamakla değil.
Kuran ayetlerinde, {kişiye|insana} hitap edilirken üstünlük {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} herhangi bir ayrıma gidilmeden, “Ademoğulları” deyiminin kullanılması, bu {konuda|konu için|konu hakkında|konu ile ilgili} {tüm|bütün} {insanların|kişilerin|şahısların} eşit {olarak|şekilde} yaratıldıklarını gösterir:
Andolsun, Biz Ademoğlunu yücelttik; onları karada ve denizde ({çeşitli|türlü} araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık. (isra Suresi, 70)
{harp|savaş} için bir gerekçe sunmayan bir dinin, bir {harp|savaş} dini {olarak|şekilde} lanse edilmesi {sadece|yalnızca|sırf} hurafecilerin uygulamalarından kaynaklanır. Dünyada bir kısım {kişiler|insanlar|bireyler}, islam {hakkında|ile ilgili|ile alakalı} bu açıklamaları bilmediklerinde ve {sadece|yalnızca|sırf} radikallerin uygulamalarına {şahit|tanık} olduklarında islam {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} {çoğunlukla|ekseriyetle|genellikle|genelde|genel olarak|çoğunlukla|çoğunlukta} yanılırlar. Radikal zihniyetteki {insanların|kişilerin|şahısların} Kuran dışında {diğer|öteki|başka} hükümleri uyguladıklarının ve {aslında|gerçekte} islam dışında {diğer|öteki|başka} bir din benimsediklerinin {bilincinde|farkında} değildirler. Bu kitap ile aydınlatmaya çalıştığımız konu da zaten budur.
terörisler
şiDDET…NEFRET… SEVGiSiZLiK RADiKALLERE AiT BiR öZELLiKTiR.
iSLAM’DA {noktayı|yeri} {yoktur|yok|bulunmaz|bulunmamakta|bulunmamaktadır}
islam dini, temelinde {tüm|bütün} {insanların|kişilerin|şahısların} eşit ve kardeş olması gerektiğini savunur ve demokrasi ve özgürlüğün kaynağıdır.
Savaşı Kimler ister?
islam adına geniş toplulukları yönlendiren bir kısım sözde alimlerden bahsederken, {önemli|mühim|ciddi} bir {noktayı|yeri} da hatırlatmak gerekiyor: Silah {sektörü|alanı|piyasası|sahası|endüstrisi}, bir kısım odaklar için {herzaman|her zaman|daima|hep} {canlı|diri} tutulması gereken bir sektördür. Ekonomik krizden etkilenmeyen tek {sektör|piyasa|saha|alan}. Arz-{talebin|ilginin|alakanın} bitmediği, {herzaman|her zaman|daima|hep} en yenilerin {sektöre|piyasaya|tüketicilere} sürüldüğü {canlı|diri} bir {sektör|piyasa|saha|alan}. {neden|sebep} {canlı|diri}? {çünkü|sebebiyse|sebebi ise|nedeniyse|nedeni ise} {savaşlar|harpler|muharebeler} {canlı|diri} tutuluyor. Savaşların {canlı|diri} tutulmasının birkaç yönteminden {bir tanesi|birisi|biri} ise şudur: Kendi dinini {harp|savaş} dini zanneden, bu sebeple ölmeye ve öldürmeye hazır {bilgisiz|cahil|bilgisi olmayan} bir {kamu|halk} kitlesinin provoke edilmesi. Tanıma {maksimum|en iyi|en çok|azami|enfazla|en fazla} kim uyuyor tahmin etmek elbette zor değil: islam adına ortaya çıkmış radikal gruplar.
Bir kısım neoconlar ve Batıdaki {diğer|öteki|başka} islam karşıtları, vahşetin söz konusu radikaller {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} dünyaya yayıldığı {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} haklılar. {ancak|fakat|lakin} bu {kişiler|insanlar|bireyler}, Usame Bin Ladin {gibi|benzeri|bunun gibi|bu gibi} bazı liderler {konusunda|hakkında|meselesinde|konusu için|meselesi için} yanılıyorlar. {çoğunlukla|ekseriyetle|genellikle|genelde|genel olarak|çoğunlukla|çoğunlukta} böyle sözde liderler, islam ve Müslümanlıkla {merakı|ilgisi|hevesi} olmayan, {ama|fakat|lakin} {çeşitli|türlü} istihbarat birimlerinin denetiminde hazır bulundurulan kişilerdir. Bir ortamda karışıklık çıkması gerektiğinde, bir yerde {harp|savaş} gerektiğinde {derhal|hemen} devreye sokulurlar. {garp|batı} ülkelerinin barlarında, cafelerinde {zaman|vakit} geçirirken, emrin gelmesiyle sakal bırakır, kıyafet ve üslup değiştirir, tipik bir Ortadoğulu görünümüne bürünür ve yıllarca öğrendikleri hurafeleri uygulamak üzere harekete geçerler.
Usama Bin Ladin
Bazı sözde dini liderler, {lüzumlu|gerekli} {sürede|zamanda} {harp|savaş} ve karışıklıkların çıkarılması için devreye sokulan piyonlardır. {çeşitli|türlü} istihbarat birimleri {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} denetlenir ve görevlendirildikleri {harp|savaş} planını yerine getirmek için rol yaparlar.
Bu {hadise|olay}, dünyada pek {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} {defa|kez} hayata geçirildi. Usame Bin Ladin bunlardan {sadece|yalnızca|sırf} biriydi. Peygamber Efendimiz (sav)’in ahir zamandaki en büyük müjdesi olan Hz. Mehdi (as)’ın gelişi ve Müslümanların bu konudaki {içten|samimi} beklentisi kullanıldı ve bir kısım odaklar {tarafından|yönünden|sebebi ile|nedeni ile|vasıtası ile|sebebi ile} Bin Ladin adeta Hz Mehdi (as) görünümünde lanse edildi. Bir {aşırı|çok|çok fazla|çok aşırı} {kişi|şahıs} de bu yönde ikna edilmeye çalışıldı. Bin Ladin ile başlayan süreç {sadece|yalnızca|sırf} Afganistan’ı değil {tüm|bütün} Müslüman alemini vurdu. Senaryonun en sonunda ise Bin Ladin’in ölmüş görüntüleri yer alacaktı. Bu, {tüm|bütün} planın belki de en can {müşteri|alıcı} parçasıydı. Plana göre, Müslüman alemi Mehdilerinin ölmüş olduğunu görecek ve {tüm|bütün} beklenti ve umutlarını yitirecekti. islam aleminin güçsüzleşmesi ve daha {fazla|çok} sömürülmesi için inşa edilmiş sistemli bir senaryoydu bu.
Radikal zihniyettekiler bu {konuda|konu için|konu hakkında|konu ile ilgili} tabi ki suçlular {ama|fakat|lakin} onları besleyen bir kısım odakların da görmezden gelinmemesi gerekiyor. Silah sanayii bu kadar {güçlü|kuvvetli} ve karlı iken, {harp|savaş} {herzaman|her zaman|daima|hep} birilerinin işine {fayda|yarar}. {harp|savaş} için teşvik edilenler {çoğunlukla|ekseriyetle|genellikle|genelde|genel olarak|çoğunlukla|çoğunlukta} radikal gruplardır {ama|fakat|lakin} savaşa kendi zalim emelleri için {ihtiyaç|gereksinim} duyanlar {tüm|bütün} bunları yönetenlerdir. Söz konusu “yönetenler” için, {cehalet|bilgisizlik} içindeki, savaşa hazır bu gruplar {tamamen|tam olarak|yüzde yüz|% } biçilmiş kaftandır. Savaşa {rahatça|kolayca|basitçe|pratik olarak} yönlendirilebilecek birer piyondurlar.
Radikallerden şikayetçi olan Amerikalı {yada|ya da|ve ya|veya|yahut} Avrupalıların bu yöneticilerin yanı başlarında olduğunu unutmamaları gerekir. Bu elbette radikal grupların ve hurafelerin pençesine düşmüş ve mezheplere ayrılarak birbirini {hasım|düşman} {ilan|duyuru} etmiş {insanların|kişilerin|şahısların} suçunu hafifletmiyor. {ama|fakat|lakin} {gene|yine} de bu {önemli|mühim|ciddi} gerçeğin göz ardı edilmemesi gerekir. Nitekim, {özellikle|bilhassa} Müslüman ülkelerdeki protesto ve ayaklanmaları {aleni|açıkça} düzenleyen ve yöneten {çeşitli|türlü} organizasyonlar bu hedeflerini {aleni|açıkça} dile getirmekten çekinmemektedirler.
usama bin ladin
“Savaşın {canlı|diri} tutulması için {bazen|bazan|kimi} {süre|zaman} kukla liderler üretilir, bu liderler de {çoğunlukla|ekseriyetle|genellikle|genelde|genel olarak|çoğunlukla|çoğunlukta} radikal akımlardan seçilir.”
{harp|savaş} için teşvik edilenler {çoğunlukla|ekseriyetle|genellikle|genelde|genel olarak|çoğunlukla|çoğunlukta} radikal gruplardır {ama|fakat|lakin} savaşa kendi zalim emelleri için {ihtiyaç|gereksinim} duyanlar {tüm|bütün} bunları yönetenlerdir. Söz konusu “yönetenler” için {cehalet|bilgisizlik} kilit bir {öneme|ciddiyete} sahiptir. {cehalet|bilgisizlik} onlara {kullanacakları|kullanabilecekleri} piyonları da sunar.
Bir önceki yazımız olan KADER NEDİR başlıklı makalemizde ezeli ilim, Kader ve takdiri ilahi hakkında bilgiler verilmektedir.