Sual: Tevekkülün dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Tevekkül, dinimizin bildirdiği sebeplere yapıştıktan sonrasında neticeyi sebeplerden değil, sebepleri yaratandan beklemektir. (Bir işe başladığın vakit, Allahü teâlâya tevekkül et, Ona itimat!) âyet-i kerimesi, tevekkül ile birlikte azmederek çalışmak icap ettiğini gösteriyor. (Al-i imran 159)
Tevekkül, herhangi bir işin, dinen, örfen sebeplerine yapışarak çaba gösterip, neticeye ihlasla teslim olmaktır. Doğrusu sonucu Allahü teâlâdan beklemek ve bu sonucun kendisi için ne olursa olsun hayırlı olduğuna inanmaktır. Doğru sebebe yapışan doğru netice alır.
Tevekkül, değiştirilmesi insan gücünün haricinde olan üzücü vakaları, ezelde takdir edilmiş bilip, üzülmemek, Allahü teâlâdan geldiğini düşünerek seve seve karşılamaktır. İnsan, bir işin neticesinin iyi mi, fena mü olacağını bilmesi imkansız. Hayır sandığı oldukca şey, şerle, şer sandığı oldukca şey de, hayırla neticelenebilir. Muhakkak şu işim olsun diye ısrar etmemeli, “Hayırlı ise olsun” demelidir.
Allahü teâlâ, hiç kimseye muhtaç olmamak için emek harcamayı, hasta olmamak için önlem almayı, hasta olunca ilaç kullanmayı, görebilmek için ışığı sebep kılmıştır. Sebebi, istenilen şeye kavuşmak için bir kapı şeklinde yaratmıştır. Bir şeyin hasıl olmasına sebep olan şeyi yapmayıp da sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeye benzer ki, bu, akla ve dine uygun değildir.
Allahü teâlâ, insanların, gereksinimlerine kavuşmak için bu sebepler kapısını yaratmış ve açık bırakmıştır. Tesiri kati olan ilaçları kullanmamak tevekkül değil, ahmaklıktır, haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her hastalığın ilacı vardır. Yalnız ölüme deva yoktur.) [Taberani]
Hazret-i Musa, hastalanınca, “İlaçsız da Allahü teâlâ şifa verir” diyerek ilaç kullanmadı. Allahü teâlâ (İlaç kullanmazsan şifa kayra etmem) buyurdu. İlacı kullanınca iyi oldu. Fakat sebebini merak etti. Allahü teâlâ, (Tevekkül etmek için, benim âdetimi, hikmetimi değişiklik yapmak mi istiyorsun? İlaçlara etki veren kimdir? Elbet tesirleri yaratan benim) buyurdu. (K. Mutluluk)
Doktora gitmeli, ilaç kullanmalı; fakat, doktora ve ilaca güvenmemeli, şifayı Allahü teâlâdan istemelidir! İlaç kullanıp da iyi olmayan, ameliyat masasında ölen azca değildir.
Hazret-i İbrahim’in, mancınıkla ateşe atılırken, Hasbiyallah ve ni’mel vekil söylediği hadis-i şerifle bildirilmiştir. [Bana Allah’ım yetişir, O ne iyi vekil, ne iyi yardımcı demektir.] Ateşe düşerken Hazret-i Cebrail gelip, “Bir dileğin var mı?” diye sorunca, “Var, fakat sana değil” diyerek sözünün eri bulunduğunu gösterdi. Bunun için âyet-i kerimede, (Sözünün eri olan İbrahim) diye övüldü. (Necm 37)
Tevekkül, kalb işidir, imandan meydana gelir. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanının pek oldukca olduğuna inanç etmekle hasıl olur. Bu hâl, kalbin vekile güven etmesi, güvenmesi, ona inanması ve onun ile rahat etmesidir. Bu şekilde bir insan dünya malına gönül bağlamaz. Dünya işlerinin bozulmasından dolayı üzülmez. Rızkından kaygı etmez. Sözgelişi, iftiraya uğrayan biri, mahkemeye fikir kendine bir avukat meblağ. Üç şeyde avukata güvenirse, bu kimsenin kalbi rahat eder. 1- Avukatı, ona yaptıkları iftirayı iyi bilir. 2- Avukatı hakikatı söylemekten korkmaz. 3- Avukatın bunu canla başla savunacağına inanır. Avukatına bu şekilde inanır, güvenirse kendi ek olarak uğraşmaz. (Tanrı bizlere yetişir. O ne iyi vekildir) âyetini iyi anlayıp, “Rızık takdir edilmiş, vakti ulaşınca bana yetişir” der. Demek ki, emek vermeden tevekkül dinimizde yoktur.
Tevekkül ve sebepler
M. Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Sebeplere yapışmak tevekküle zıt değildir. Sebeplerin etki etmesinin Allahü teâlâdan bulunduğunu bilen, tesiri Allahü teâlâdan bekleyen ve deneyim edilmiş sebepleri kullanan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur. Etki etmeyen, hayâli sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz. Tesiri oldukca görülmüş olan sebepleri kullanmakta fayda vardır. Ateş yakar, fakat, ateşe yakma kuvvetini veren, Allahü teâlâdır. Aç olan, bir şey yer; bu şeye doyurma kuvveti veren Odur. Gerektiği vakit, bu şekilde sebepleri kullanmadığı için ziyan olan kimse, Allahü teâlâya asi olur. Deneyim edilmiş sebepleri kullanmakta fayda vardır. Allahü teâlâ, meşveret etmeyi, bilenlere danışmayı emretti. Meşveret de, sebebe yapışmaktır.
Meşveretten sonrasında tevekkülü emretti. Ahiret işlerinde tevekkül olması imkansız, çalışmak emrolundu. Burada, azabından korkmak ve merhametinden ümitli olmak gerekir. Allahü teâlânın keremine, ihsanına güvenmeli ve emrolunan ibadetleri yapmalı, yasak edilenlerden sakınmalıdır! Tevekkül budur ve kulluk bu şekilde olur. (1/182)
Yeryüzündeki her canlının rızkı
Sual: Günümüzde bir kısım insanoğlu, geçim derdiyle olsa gerek, helale harama dikkat etmiyor. Ailece çalışıp geçinemeyenleri var. Yalan söyleniyor, hile yapılıyor, kul hakkına aldırış edilmiyor. Bu aşama rızıktan kaygı etmek doğru mu?
CEVAP
Helale harama, kul hakkına dikkat etmemek uygun değildir. İslam âlimleri, (Kim kime, neye güvenirse, yardımı ondan beklesin!) buyuruyor.
Âlimlerden birine “Hep ibadetle meşgul oluyorsun, ne yiyip ne içiyorsun?” dediler. O da, dişlerini gösterdi. “Değirmeni meydana getiren suyunu gönderir” demek istedi. Bundan dolayı rızıkları Allahü teâlânın gönderdiğine inancı tamdı. Âyet-i kerime meali:
(Yeryüzündeki her canlının rızkını, Tanrı normal olarak gönderir.) [Hud 6]
Veysel Karani hazretleri, tembih isteyen birine “Şam’a yerleş” buyurdu. O da “Acaba Şam’da geçim nasıldır?” dedi. Hazret, “Rızıklarından kuşku edenlere yazıklar olsun. Bunlara tembih yarar etmez” buyurdu.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, kendisine sığınanın her işine yetişir, asla ummadığı yerden ona rızk verir.) [Beyheki]
(İnsan, gereksinimlerini, Allahü teâlâya havale ederse, gereksinimlerini [husule getirecek sebepleri] kayra eder.) [Hakim]
Sözgelişi, her insanın sana acıma ve hizmet etmesini temin eder. Yahya bin Muaz Razi hazretleri buyuruyor ki:
“İnsanlar seni, Allahü teâlâyı sevdiğin kadar sever. Allahü teâlâdan korktuğun kadar, senden korkarlar. Allahü teâlâya itaat ettiğin kadar, sana itaat ederler. Ona itaatin nispetinde, sana hizmet ederler. Hülasa, her işin, Onun için olsun! Yoksa, hiçbir işinin faydası olmaz. Hep kendini düşünme! Allahü teâlâdan başka, hiç kimseye güvenme!”
Ebu Muhammed Raşi hazretleri buyuruyor ki:
“Kendin ile Allahü teâlâ içinde en büyük perde [engel], hep kendi menfaatini düşünmek ve kendin şeklinde, bir âcize güvenmektir. Sofilik, istediğin her yere gidebilmek ve bulutların gölgesinde rahat etmek ve herkesten saygı görmek değildir. Her hâlinde Allahü teâlâya güvenmektir.”
Allahü teâlâdan başka güvenilecek, dost edinilecek asla kimse, hiçbir şey yoktur.
Allahü teâlâdan başkasına sığınmak, örümcek ağına sığınmaya benzetilmiştir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Tanrı’tan başka dost edinenin hâli, örümceğin durumuna benzer. Oysa barınakların en çürüğü örümcek yuvasıdır.) [Ankebut 41]
Iyi mi tevekkül etmeli
Sual: Tam İlmihal’de, (Bir kimse, hareketlerde, işlerde, Allahü teâlâdan başkasının etki ettiğini düşünse, bu kimsenin tevhîdi, noksan olur. Eğer, hiçbir sebep lazım değildir dese, İslamiyet’ten ayrılmış olur. Eğer sebepleri araya koymak lazım değildir derse, akla uymamış olur. Lazımdır derse, sebepleri hazırlayana tevekkül etmiş olur ki, bu da tevhidde noksanlık olur) deniyor. Burasını anlayamadım. Sebeplere güvensek de güvenmesek de kabahat oluyor. Iyi mi tevekkül etmemiz gerekiyor?
CEVAP
Evet tevekkül bahsi zor olsa gerek. Yukarıdaki yazıyı üç madde halinde açıklayalım:
1- İyi fena, hayır şer her şeyi Allahü teâlânın yarattığına inanacağız. Bazı şeylere bazı şeyler etki ediyor denirse itikadımız muntazam olmaz. Her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Bir âyet meali:
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Tanrı’tır.) [Saffat 96]
2- İşlerin yapılması için hiçbir sebep lazım değil denirse, Allahü teâlânın koyduğu sebepler inkâr edilmiş olur. Sözgelişi, ben evlenmesem de benim çocuklarım olur demek oldukca yanlıştır. Çocuk olması için ana baba şeklinde sebeplere gereksinim vardır.
3- Sebepler lazımdır, sebepsiz olmaz derse, sebeplere güvenmiş olur, gene tevhidi noksan olur. Doğrusu iyi mi ana baba olmadan çocuk olur demek yanlış ise, çocuğun olması için ne olursa olsun ana babayı koşul etmek ve evlatları Allahü teâlânın yaratmasında görevi olmadığını söylemek de oldukca yanlıştır. Ana baba olsa da çocuk olmayabilir. Ana baba olmadan da Allahü teâlâ çocuk yaratabilir. Hazret-i Adem ile Hazret-i Havva’yı anasız babasız, Hazret-i İsa’yı babasız yaratmıştır. Sebeplere güvenmeyeceğiz, sebepleri yaratanın da Allahü teâlâ bulunduğunu bileceğiz.
Sebepler âlemindeyiz, Allahü teâlânın âdeti sebeplerle yaratmaktır. Sebepsiz yaratılması mucize yada keramet olur. Sihri yaratan da Allahü teâlâdır. Her şeyi yaratan Odur.
Bu üç maddeyi özetleyelim:
Bir iş yapmak istersek sebeplerine yapışacağız, fakat, sebepler ne olursa olsun bu işi yapar demeyeceğiz. Sözgelişi çocuk sahibi olmak için evleneceğiz, fakat evlendik güvence evladımız olur da demeyeceğiz. Hastaysak doktora gideceğiz, ilaç alacağız, ameliyat olacağız, fakat bu sebepler bizi iyi etti demeyeceğiz. Bundan dolayı ameliyat masasından kalkamayız da. Sebeplere güvenmeyeceğiz. Sebepleri yaratanın da, sebeplere etki kuvvetini verenin de Allahü teâlâ bulunduğunu bileceğiz.
Kendine güvenmek uygun mudur?
Sual: Kişisel gelişim ile ilgili yazılarda, kitaplarda, (Kendinize güvenin) deniyor. Kendine güvenmek, uygun mu?
CEVAP
Müslüman, nefsine [kendine] değil, Allahü teâlâya güvenmelidir. Doğrusu, her mevzuda, elinden geldiği kadar çalışmalı, sebeplere yapışmalı; fakat sebeplerin tesirini Allahü teâlâdan beklemelidir. Tevekkül de, bu anlama gelir.
İslam âlimleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, yalnız Allaha güvenenin, her dileğini kayra eder.
Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, yalnız Rabbine güvenenin, her dilediğini verir ve tüm insanları buna destek yapar.) [F. Bilgiler]
Ebu Muhammed Abdullah Raşi, buyuruyor ki:
Allahü teâlâ ile insan içinde olan en büyük perde, kendine yada kendisi şeklinde aciz olan bir kula güvenmesidir. (Mektubat-ı Masumiyye)
İslamiyet, tevekkülü emreder, tembelliği men eder. Bir hadis-i şerif meali:
(Deveni bağla ve sonrasında Allahü teâlâya tevekkül et!) [İbni Asakir]
Bu hadis-i şerif, hem tevekkül etmek, hem de çalışmak lazım bulunduğunu açıkça bildiriyor. Tevekkül, Tanrı’tan yardım bekleyerek, güçlükleri yenmek anlama gelir.
Bu âyet-i kerime, tevekkül ile birlikte, yalnız çalışmak değil, çalışmanın üstünde olan, azmin de lüzumlu bulunduğunu gösteriyor. Demek ki, her Müslüman çalışacak, azmedecek, sonrasında da, Allahü teâlâya güvenecektir.
Tevekküle inanmayanlar, tevekkülden alınan kuvvet ve cesaretin yerini boş bırakmamak için, “kendine güvenmek” ifadesi ile, bu ihtiyacı karşılamaya çalışıyorlar. Bu da gösteriyor ki, tevekkül edilecek, güvenilecek bir yer lazımdır. O da, bir tek, Allahü teâlâdır. Bir âyet-i kerime meali:
(De ki: Allahü teâlâ, dilemedikçe, kendime hiçbir yarar ve zarar getirmeye, kâdir değilim.) [Araf 188]
Bu âyet-i kerime ve daha nice benzerleri var iken, tevekkülü kaldırarak, kendine güvenmek diye bir şey aramak yanlıştır. Kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir. Bundan başka, egoistliğe, kendini beğenmeye neden olur.
Tevekkülde, başkasının yardımına güvenmeyip, yalnız Tanrı’a sığınarak çalışmak inancı bulunduğundan, kendine güvenmekten beklenilen kuvvetten kat kat fazla kuvvet hasıl olmaktadır. Kendine güvenen, kimsesizdir. Tevekkül eden, Müslümanın, kendi çalışmasından başka, Tanrı’ı vardır. Bu tükenmez kaynaktan kuvvet almaktadır. Tevekkül eden Müslüman, hem tüm kuvveti ile çalışmakta; hem de, kazancını kendinden bilmek şeklinde egoistliğe düşmemektedir. (Faideli Bilgiler)
Rızıktan endişelenmek
Sual: Rızkından endişelenmek tevekkülü bozar mı?
CEVAP
Evet, bozar. (Rızkı kendim kazanıyorum) demek de tevekküle zarar verir. Bundan dolayı her insanın rızkını veren Allahü teâlâdır. Bir âyet-i kerimede mealen, (Birçok canlı, rızkını kendi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Tanrı verir) buyuruldu. (Ankebut 60)
Tevekkül etmemek oldukca tehlikelidir. Bundan dolayı tevekkül etmek farzdır. (Tevekkül imanın şartıdır) mealindeki âyet-i kerime tevekkülün önemini göstermektedir. (S. Ebediyye)
Tevekküle ilgili üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(İmanınız var ise Tanrı’a tevekkül edin!) [Maide 23]
(Tevekkül edene Tanrı kâfidir.) [Talak 3]
(Tanrı kuluna kâfi değil mi?) [Zümer 36]
(İşimden olursam, aç kalırım) diye rızkı için endişelenen kimse, Allahü teâlânın kendisine kâfi geldiğinden kuşku ediyorsa, oldukca tehlikelidir. Rızkı Tanrı’ın verdiğine inanıp Ona tevekkül eden rızıktan yoksun kalmaz. Birkaç hadis-i şerif:
(Eğer Allahü teâlâya hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar şeklinde, sizin de rızkınızı verirdi.) [Tirmizî]
(Bir kimse, Allahü teâlâya güvenip sığınırsa, Allahü teâlâ, onun her işine yetişir. Asla ummadığı yerden, ona rızık verir. Kim de, dünyaya güvenirse, onu dünyada bırakır.) [K. Saadet]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Bir kul, bana ihlâsla tevekkül ederse, hepimiz ona tuzak kursa, ona ne olursa olsun bir çıkış kapısı açarım. Bir kul da bana değil mahlûka güvenirse, tüm yükseliş sebeplerini keser ve çöküş yollarını kolaylaştırırım.) [İbni Asakir]
Peygamber efendimiz, (Tanrı korkusunu kendine ana para edinenin rızkı, ticaretsiz ve sermayesiz gelir) buyurup, [Talak sûresinin] (Tanrı’tan korkana, Tanrı bir çıkış yolu kayra eder, ummadığı yerden rızkını gönderir) [mealindeki 2.ve 3.] âyetlerini okudu. (Taberanî)
Allahü teâlâ Davud aleyhisselama, (Bir kimse, her şeyden umut kesip, yalnız bana güvenirse, yerde ve göklerde bulunanların hepsi ona zarar hayata geçirmeye, aldatmaya uğraşsalar, onu normal olarak kurtarırım) mealindeki âyet-i kerime ile vahy gönderdi.
Dağda yaşayan birine, (Her gün yakarma ediyorsun. Ne yiyip, ne içiyorsun?) diye merak ederler. O da, dişlerini gösterir. Doğrusu, (Değirmeni meydana getiren, suyunu gönderir) demek ister. Biri, Veysel Karanî hazretlerine, (Nerede yerleşeyim?) diye sorar. O da (Şam’da) buyurur. (Acaba Şam’da geçim nasıldır?) diyince Veysel Karanî hazretleri, (Rızklarından kuşku eden kalblere yazıklar olsun! Bunlara, tembih yarar etmez!) buyurur. (S. Ebediyye)
Nefse mi, Allaha mı güvenmelidir?
Sual: Bazı din adamı kılığındaki reformistler; “Müslümanlar, rızkın ezelde ayrıldığına inandıkları için emek harcamayı lüzumlu görmezler. Nefsine güvenmek ise, insana yaşam için savaşım kuvveti verir. Yaşamak istiyorsak, kendimizde itimad-ı nefs hasıl edelim” diyorlar. Bunların bu sözlerinin gerçeklik oranı var mıdır?
Yanıt: Birinci Cihan Harbi’nde bu şekilde yakıcı itimad-ı nefs dersleri fazlası ile verilmiş ve ne büyük belalara çarpıldığı da görülmüştür. Nefse güvenmek bu şekilde deli şeklinde saldırmalara sebep olmuştur. Birinci Cihan Harbi’nde nefse güvenmek yerine, Allaha tevekkül egemen olsa idi, o hareketlerden, makul ve meşru olan ince noktalardan hiçbiri dikkatsizlik edilmezdi. Bundan dolayı, Allaha tevekkül etmek için, İslâmiyete uymak lazımdır. Bu da, tüm ince noktalara önem verdirir. İslâmiyet, hem emek harcamayı, hem de tevekkülü beraber emretmektedir. Tembel oturup da, tevekkül ediyoruz diyenler, bu iki vazifeden birini yapmayan kimselerdir. Bundan dolayı, İslâmiyetin iki emrinden birincisini yapıyor, ikincisini yapmıyorlar. Bu tarz şeyleri kötüleyen reformcular da, birinci vazifeyi bırakıp, ikincisini istemekle, kötüledikleri kimseler şeklinde kusurlu oluyorlar. Bunların hatası, çalışmayanların hatasından daha büyük oluyor. Bundan dolayı biz, elimizden geldiği kadar çalıştıktan sonrasında, Allaha tevekkül ederek, işimizin karşılığını Allahdan beklemek ihtiyacında bulunduğumuz şeklinde, çalışırken bile nefsimize o kuvveti veren Allahı unutmayarak aslolan tükenmez ve yenilmez kuvvetin Allahı unutmamakta bulunduğunu düşünerek, ondan yardım beklemek suretiyle ikinci bir tevekküle muhtacız.
(Tanrı size yardım ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım edemez. O hâlde, müminler Allaha tevekkül etsinler!)
(Sevgili Peygamberim! Onlara de ki; Allahü teâlâ dilemedikçe, kendime hiçbir yarar ve zarar getirmeye kadir değilim) mealindeki âyet-i kerimeler ve daha nice benzerleri var iken, tevekkülü kaldırarak itimad-ı nefs diye bir şey aramak, dine yardım ettiklerini söyleyenlere yakışır mı? Bunlar, biz tevekkülün yanlış anlaşılmasına karşı, bunu istiyoruz da, diyemezler. Bundan dolayı, itimad-ı nefs, şu demek oluyor ki kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir. Bundan başka, egoistliğe, kendini beğenmeye neden olur.
Hastanın hastalığından şikâyetçi olması
Sual: Hasta olan bir kimsenin, hastalığını her önüne gelene anlatması, içinde bulunmuş olduğu hâlden şikâyet etmek mi olur?
Yanıt: İmâm-ı Gazâlî hazretleri, bu mevzuda, Kimyâ-i se’âdet kitabında buyuruyor ki:
“Tevekkül etmek için, hastalığını her insana bildirmemek lazımdır. Bildirmek ve şikâyet etmek mekruhtur. Yalnız faydası olacaklara, sözgelişi, doktora söylemek yada aczini, zavallılığını bildirmek için söylemek mekruh olmaz ve tevekkülü bozmaz. Nitekim hazret-i Ali hastalanmıştı, kendisine;
-Nasılsın, iyi misin dediklerinde, yanıt olarak;
-Hayır dedi. Yanındakiler şaşıp birbirlerine bakışınca, hazret-i Ali;
-Allahü teâlâya aczimi gösteriyorum buyurdu. Bu söz onun hâline layık ve uygun idi. O cesaret ve kuvveti, yiğitliği ile, aczini biliyordu ve;
‘Ya Rabbi! Bana sabır kayra et!’ derdi.”
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allahü teâlâdan âfiyet isteyiniz. Bela istemeyiniz!)
Hastalığı her insana söyleyip, hâlinden şikâyet etmek haramdır. Şikâyet niyeti ile değilse haram olmaz. Fakat, söylememek iyidir. Bundan dolayı, oldukca söyleyerek, şikâyet şeklini alabilir.
Akrep, yılan, yırtıcı hayvanların zarar vermesini önlemek lazımdır. Bu tarz şeyleri önlemek, önlem almak, tevekkülü bozmaz. Mikropların hastalık yapmasına sabretmemeli, bu tarz şeyleri her suretle menetmeli, tedavisine bakmalıdır. Mikroplu hastalığa yakalanınca, antiseptik ilaçları, antibiyotikleri, penisilin ve benzerlerini kullanmalıdır.
Tevekkül için, güçlü inanç gerekir
Sual: Bir Müslümanın, Allahü teâlâya tam güvenebilmesi için ne yapması gerekir?
Yanıt: Bu mevzuda, Kimyâ-i se’âdet kitabında buyuruluyor ki:
“Tevekkül için, hem güçlü bir inanç, hem de güçlü bir kalp lazımdır. Böylece, kalbinde kuşku kalmaz. İtimat ve rahatlık tam olmadıkça, tevekkül tam olmaz. Bundan dolayı, tevekkül, kalbin, her işte, Allahü teâlâya güven etmesi, güvenmesi anlama gelir. İbrahim aleyhisselamın imanı, yakîni tam idi. Fakat kalbinin rahat etmesi için;
(Ya Rabbi! Ölüleri iyi mi diriltiyorsun? Bana göster!) dedi. Sûre-i Bekarada 260. âyet-i kerimede bildirdiği şeklinde;
(İnanmadın mı?) buyuruldukta;
(İnandım. Fakat kalbim rahat etmek için istedim) dedi. Kalbinde yakîn vardı. Fakat, kalbinin, sükûnet, rahatlık bulmasını istedi. Bundan dolayı, kalbin rahat etmesi, ilkin his ve hayale bağlı olup, sonrasında kalp de, yakîne doğal olarak olur ve artık açıktan görmeye muhtaç olmaz.”
Bir önceki yazımız olan Tevazu başlıklı makalemizde tevazu hakkında bilgiler verilmektedir.