CEVAP
Evet, açıkça küfürdür. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kâfirler, “Peygamber size, ölüp kemikleriniz çürüyüp toz toprak olduktan sonrasında, yine dirilerek kabirden kalkacaksınız diyor. Asla bu şekilde şey olur mu? Ne varsa, sadece bu dünyadadır. Aden, Cehennem, hep burdadır. Bu dünya bu şekilde gelmiş bu şekilde gider. Öldükten sonrasında, tekrar dirilmek yoktur” dediler.) [Müminun 35–37]
(O azgınlar ve İblisin adamları, tepetaklak Cehenneme atılırlar.) [Şuara 94, 95]
Sevginin olduğu yerde, kurallar bitmez, aksine kurallara tam uyulur; şu sebeple sevmenin şartı, sevdiğine itaat etmek, Onun komut ve yasaklarına riayet etmektir. İtaat olmayınca, sevgiden söz edilemez. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Resulüm de ki: Tanrı’ı seviyorsanız, bana uyun.) [Âl-i İmran 31]
(Tanrı’a ve Resulüne itaat edin. İtaat etmezseniz [kâfir olursunuz], kâfirleri de elbet Tanrı sevmez.) [Âl-i İmran 32]
Yunus Emre, o sözüyle Cenneti inkâr etmiyor. Cenneti inkâr eden yada Cennetin lüzumsuzluğunu söyleyen kâfir olur. Yunus Emre, (Aden sevgisi, huri sevgisi yada Cehennem korkusuyla değil, yalnız Tanrı rızası için yakarma etmeli, bu şekilde olan, o nimetlere esasen kavuşur) demek istiyor.
Hazret-i Mevlana da, ölene kadar helal ve harama riayet etmek gerekir, dünya imtihanından başarıyla çıkmak kısaca imanla yaşayıp, imanla ölmek gerekir diyor. İlahi aşkın ise, sonsuz bulunduğunu söylüyor. Harama helale riayet etmeyin mi diyor? İlahi aşkın sonsuzluğunu bildiren zat, bu aşkın sahibinin, üç günlük dünyadaki komut ve yasaklarına uymayın der mi?
Peygamber efendimiz, Allahü teâlâyı sevmiyor muydu? O namaz kılmıyor muydu, oruç tutmuyor muydu? Helale, harama riayet etmiyor muydu?
Bir başkası da, (Yunus Emre, bir taraftan “Yaratılmışı hoş gördük yaratandan dolayı” diyerek hoşgörülüğünü sergilerken, bir taraftan da, “Beş zaman namaz kılmayan, bilin Müslüman olmadı, ol Cehenneme girse gerek” diyerek müsamahasızlık çukuruna düşmüştür. Sevgi ve hoşgörünün zirvesine çıkmak, kâfir Müslüman diye ayırmadan herkesi sevmek gerekir) diyor.
TDK’nin sözlüğünde hoşgörü kelimesi için, (Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu) deniyor. Dikkat edin, her şey deniyor. Her şeyi anlayışla karşılamak deniyor. Gene TDK sözlüğü, mezhebi geniş ifadesini tanım ederken, (Namus mevzusunda aşırı hoşgörülü davranan) diyor. Kısaca mezhebi genişlik, hoşgörülü olarak tasvip ediliyor.
Yunus Emre’yi kötüleyen hiç kimseye nazaran, hoşgörü denilen şeyin bir sınırı yoktur. Ne kadar hoş görülürse, o denli iyidir. Hâlbuki, sınırsız özgürlük şeklinde, sınırsız hoşgörü de, fazlaca yanlıştır. Kötüler, katiller hoş görülür mü? Caniler ve suçlular hoş görülürse, toplumun nizamı iyi mi sağlanır?
Müslüman, dinimizin izin verdiği seviyede hoşgörülü olur. Bunun azı da, bir çok da zararlıdır. Yunus Emre’nin, (Yaratılmışı hoş gördük yaratandan dolayı) diyerek yetmiş iki millete, bir insan olarak aynı gözle bakması, dinimize aykırı değildir; şu sebeple dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri şeklinde eşittir.) [İbni Lal]
Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir; şu sebeple kâfir, Müslüman olup sonsuz saadete kavuşabilir, Müslüman da, maazallah küfre düşüp Cehennemlik olabilir. Dinimizde, hubb-i fillah, buğd-i fillah var. Bir Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olduğu şeklinde, kâfire de Müslüman diyerek onu seven kâfir olur.
Hazret-i Mevlana, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik, Mecusi olsan yada puta tapsan da gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tevbeni yüz kez bozmuş olsan da gel) diyor. Bu söz, (Gel sana Müslümanlığı öğreteyim de, gerçeği gör. Kâfirsen inanç et, günahkârsan tevbe et!) anlama gelir. Yoksa, Tanrı için olmayan sevgi ve düşmanlığın asla önemi yoktur.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İmanın en sağlam temeli ve en güçlü alâmeti, hubb-i fillah, buğd-i fillahtır.) [Ebu Davud] (Hubb-i fillah Tanrı için sevmek, Buğd-i fillah Tanrı için düşmanlık etmek anlama gelir.)
Hubb-i fillah, Tanrı için sevmek, Tanrı için dostluktur. Müslümanları sevip, onlara yardım ve hayır yakarma etmektir. Buğd-i fillah, Tanrı için sevmemek, Tanrı için düşmanlık etmek anlama gelir. Dinimizi beğenmeyenleri, İslamiyet’e ve Müslümanlara düşmanlık edenleri sevmemek ve imana, hidayete kavuşmaları için yakarma etmektir. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Cebrail aleyhisselam şeklinde yakarma etseniz, müminleri, Tanrı için sevmedikçe ve kâfirleri Tanrı için fena bilmedikçe, hiçbir ibadetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!) [Ey Oğul İlmihali]
Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama sordu:
— Ya Musa, benim için ne işledin?
— Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim.
— Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?
— Ya Rabbi, senin için ne yapmak gerekirdi?
— Sırf benim için dostlarımı sevip, düşmanlarıma düşmanlık ettin mi?
Musa aleyhisselam, Allahü teâlâ için yapılması ihtiyaç duyulan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah bulunduğunu anlamış oldu. (Mektubat-ı Masumiyye)
Cenab-ı Hak, İsa aleyhisselama da vahyetti ki:
(Eğer yerlerde ve göklerde bulunan tüm mahlûkların ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, asla faydası olmaz.) [K.Saadet]