CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Sevgi, gönlün zevk almış olduğu şeye meyletmesi anlama gelir. Bu meylin kuvvetlisine aşk denir.
Sevginin deyim anlamı ise şöyledir:
Sevgi, hiçbir karşılık beklemeden sevgiliye [Allahü teâlâya] tâbi olmak, Ona itaat etmek, Onun her işini güzel, her eziyetini, her iyilikten daha tatlı görmek ve Onun dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek, kısacası Onun rızası için yaşamaktır.
Sevgi, sevgilinin dostlarını sevmeyi, düşmanlarına düşmanlık etmeyi gerektirir. Bu sevgi ve düşmanlık, sadık olan âşıkların elinde ve iradesinde değildir. Çalışmaksızın, zahmet çekmeksizin kendiliğinden hâsıl olur. Dostun dostları güzel görünür ve düşmanları çirkin ve kötü görünür. Dünyanın güzel görünüşlerine kapılanlara hâsıl olan sevgi de, bunu gerektiriyor. Seven, sevgilisinin düşmanlarından kesilmedikçe, sözünün eri sayılmaz.
İki zıt şey sevilmez
Sevgi, sevgilinin her şeyini sevmeyi gerektirir. Ona yakından uzaktan ilgili olan her şeyi sevgili kılar. Bunun için, “Sevgilinin kapısındaki köpek, sevenin kalbinde, öteki köpeklerden üstündür ve ayrı bir yer meblağ” demişlerdir.
Şeyh-ül-İslam Abdullah-i Ensari hazretleri buyuruyor ki:
(Biri, oldukca sevdiğim bir zatı incitmişti. O andan beri, kalbimde ona karşı soğukluk duyuyorum.) Büyüklerin, (Sevdiğini incitene darılmaz, gücenmez isen, köpek senden daha iyidir) sözü meşhurdur.
Sevginin şartı olan hubb-i fillah, buğd-i fillah, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şerifte bildiriliyor. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allah’tan uzaklaştırır. Teberri etmedikçe, tevelli olmaz. Kısaca düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sevgiliye dost olunmaz. (4/29)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Muhammed aleyhisselama tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam ve kusursuz sevmek gerekir. Tam ve olgun sevginin alameti de, onun düşmanlarını düşman bilmektir. Onu beğenmeyenleri sevmemektir. Sevgiye müdahene [gevşeklik] sığmaz.
Aşıklar, sevgililerinin divanesi olup, onlara aykırı bir şey yapması imkansız. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki zıt şeyin sevgisi bir kalbde, bir arada yerleşemez. Cem-i zıddeyn muhaldir. Kısaca iki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı gerektirme ettirir. (1/165)
Abdullah-i Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki:
Allahü teâlâyı seven, bilmediği bir aşk ile şaşkın haldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. Her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Sabreder, affeder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda, kusuru kendisinde görür. Her nefeste Allahü teâlâyı düşünür, gafletle yaşamaz. Kimselerle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. (m. 85)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ya Rabbi, kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini, sevgine kavuşturacak işlerin sevgisini nasip et ve sevgini [susuzluktan yananın arzuladığı] soğuk sudan benim için daha kıymetli kıl!) [İ.Gazali]
Bir kimse, Allah’ı seviyorsa, bilsin ki Allahü teâlâ da onu seviyor anlama gelir. Büyüklerden biri buyurdu ki:
(Ben Allahü teâlâyı sevdiğimi zannediyordum. Hâlbuki O beni seviyormuş.)
Sevginin sebepleri
Bilip anlamadan sevgi gerçekleşmez. Sadece malum sevilir. Sevgi, cansızların değil, canlı ve anlayışlı olanların özelliğidir. İnsanın anladığı, zevk ve rahatlık duyduğu her şey, sempatik; acı duyduğu, nefret etmiş olduğu her şey sevimsizdir. Zevk alınan her şeyin, zevk alan için sempatik olması, gönlün ona meyletmesi anlama gelir.
Her duyu, sadece anladığı şeyden zevk alır, ona meyleder, onu sever. Sözgelişi gözün zevki, görüp hoşlanılmış olduğu şeylerdir. Kulağın zevki, duyduğu güzel seslerdir. Burnunki güzel kokulardır. Dilin zevki, yiyip içtiği şeylerin tadıdır. Dokunma duygusunun, tutmanın zevki, yumuşaklık ve zevki okşayan şeylerdir. İşte duyularla anlaşılan bu şeyler, hoşa gittikleri için sevilir.
Beş duyunun hiçbiri ile anlaşılmayan sevgi de vardır. Altıncı bir duyu ile bilinir. Beş duyu ile elde edilmiş zevkte hayvanlar da ortaktır.
İnsanın kalb gözü, baştaki gözden daha kuvvetlidir. Aklın anladığı güzellik, gözün gördüğünden daha büyüktür.
Sevginin sebepleri üçtür:
1- Her canlı kendini sever. Kendini sevmek, varlığının devam etmesini istemek ve yok olmaktan hoşlanmamak anlama gelir. İşte bunun için insan, yaşamayı sever ve ölümden hoşlanmaz. Varlığımızın devamı şeklinde, her şeyimizin muhteşem olması da sevilir. İnsan, ilkin kendi zatını, sonrasında uzuvlarının selametini sever. Sonrasında malının, evladının, akraba ve arkadaşlarının selametini sever. Bu tarz şeyleri, vücudunun devam ve kemaline sebep oldukları için sever. Sözgelişi evladından bir yarar görmese de sever. Zira kendinden sonrasında neslini devam ettirecek odur.
2- İnsan, ihsanı sever. İnsan, ihsanın kölesidir. Gönül, kendine iyilik edeni sever, fenalık edenden nefret eder. İnsan, ister istemez iyilik edene karşı sevgi duyar.
Sıhhat sevilir. Sağlığının devamı için hekim da sevilir. Doktoru da kendimizi sevdiğimiz için severiz. Bunun şeklinde bilimsel de, öğretmeni de severiz. Öğretmeni ilme sebep olduğundan severiz.
Para, çeşitli gereksinimleri karşılamaya ve yiyip içmeye araç olduğundan sevilir. Yemeğin kendisi de yenmek için sevilir. Biri bizatihi, diğeri ise araç olduğundan sevilir. İyilik edeni sevmek, onun şahsını değil, iyiliğini sevmektir. İyilik kalkınca, sevgi de kalkar. İyilik azalırsa, sevgi de azalır.
3- Bir kimseyi, etmiş olduğu iyilikten dolayı değil, bizzat zatından dolayı sevmek, yok olup tükenmeyen gerçek sevgidir. Bu da güzeli sevmek anlama gelir. Güzelliği anlayan güzeli sever. Güzelliği sevmek, güzelliğin zatındandır. Zira ondaki güzelliği idrak etmek, zevkin kendisidir. Güzeli idrak etmek da bir zevktir. Akarsu, yeşillik, tabiattaki güzellikler yiyip içildikleri için değil, sırf güzel oldukları için sevilir. Bu insanoğlunun elinde olmayan sevgidir. Allahü teâlânın güzel olduğu bilinirse, Onu da sevmemek imkânsızdır. O ise, güzeller güzelidir.
Sevgi ve üstün zevk
Zevkler anlayışlara bağlıdır. Hepimiz her şeyden aynı zevki alamaz, yaratılışına uygun şeylerden zevk alır. Sözgelişi, gazap ehli, intikam almak ve galip gelmekten zevk alır. Her organın zevki de ayrıdır.
Kalb, beş duyunun bilemediği manaları anlamış olur. Sözgelişi, âlemin yaratıldığını, doğrusu sonradan meydana geldiğini ve bunu yaratan bir Halıka muhtaç bulunduğunu anlamış olur. Bunlar beş duyu ile kim bilir.
Akıl, insanı hayvandan ayıran bir kuvvettir. Eşyanın hakikati akılla bilinir. Akıl da marifet ve ilimden zevk alır. Bu, âdi, faydasız, hatta zararı olan bir ilim bile olsa, bunu başkasına öğretmekten zevk alır. Sözgelişi, bir kumar oyununu bilen, onu başkasına öğretmek ister. Bu da her çeşit bilginin zevkli bulunduğunu gösterir.
İlmin zevki, ilmin şerefi nispetinde kıymetli olur. İlmin zevki de malum şeylerin kıymetine nazaran kıymet kazanır. Sözgelişi insanların gizli saklı hallerini bilip onu anlatmak keyiflidir. Bir valinin sırrını bilip açıklamak daha keyiflidir. Hele dünyanın en büyük hükümdarının sırrını bilip açıklamak oldukca daha keyiflidir. Görüldüğü şeklinde ilmin şerefi, malumun [bilinen şeylerin] şerefine bağlıdır.
Kâinatı yoktan yaratan, süsleyen, devam ettiren Allahü teâlânın ilminden daha yüce, daha şerefli, daha büyük, daha olgun ilim olması imkansız. O halde en oldukca arzu edilen bu ilimdir. Bu ilmin zevki; kösnü, gazap ve öteki duyulardan elde edilmiş zevklerden oldukca daha fazladır. Allahü teâlâyı tanımak, Onun cemalini temaşa etmek, emirlerindeki sırları idrak etmek, zevklerin en büyüğüdür. Zevk veren öyleki şeyler var ki, düşlemek bile mümkün değildir. Allahü teâlâ, (Salihler için, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve insanların hatırından geçmeyen şeyler hazırladım) buyurdu.
Evliya, üst olmanın sıkıntılarla dolu bulunduğunu ve ölümle de sona ereceğini bilmiş olduğu için, baş olmaya kıymet vermez. Ahiret nimetleri sonsuz ve sıkıntısız olduğundan hep onlarla meşgul olur. Ölüm de buna engel değildir. Zira Allahü teâlâyı bilen yok olmaz. Ölüm onun halini değiştirir. Ruh, gövde kafesinden kurtulur. Gövde ölür, fakat ruh ölmez. Ölüm yok olmak değildir.
Bâtıni olan baş olma zevki, zahiri olan 5 duyunun zevkinden daha üstündür. Bâtıni zevkleri, hayvan ve bunak anlayamaz. Allahü teâlânın işlerinin sırrını bilmek, baş olmak şeklinde tüm zevklerden oldukca üstündür.
Içsel zevkler anlatılmakla kim bilir, tatmayan anlayamaz. Çocuk, ilkin oyundan, oyuncaktan zevk alır. Sonrasında süslenmek, vasıtalara binmekten zevk alır. Erginlik çağına girince evlenmek ister. Sonrasında da baş olma sevdasına düşer. Bir çocuk, oyuncakları bırakıp da, makam sevdasına düşenlere güler. Makam sevdasında olanlar da, marifetullah ile uğraşan evliyaya güler. Şahıs bilmediğinin düşmanıdır.
Ahiret nimetleri, sevginin gücüyle ölçülür. Sevgi ne kadar güçlü olursa, zevk de o nispette artar. Her müminde sevgi bulunur. Oldukça sevebilmek için iki sebep vardır:
1- Bir bardaktaki hava çıkmadıkça içine su girmez. İçine su koyunca da, bu suyu çıkarmadan başka şey konulmaz. Kalb de bardak gibidir. Kalbi Allah sevgisiyle doldurmak için, başka her şeyi temizlemek gerekir. İhlâs, kalbde Allah sevgisinden başka şeye yer bırakmamak, başka şeyleri temizlemek anlama gelir. Kalbi başka sevgilerden temizleyenin imanı kuvvetlenir.
2- Kalbi masivadan [yani Allah sevgisinden başka her sevgiden] temizledikten sonrasında, Allah sevgisini kalbe iyice yerleştirmek gerekir. Toprağı sürüp yabancı otlardan temizledikten sonrasında temiz tohum atmaya benzer. Bu tohumdan sevgi ağacı büyür. Bunun için de salih amel gerekir. Amel için de ilim gerekir. Demek ki, istenilen sevgiye kavuşabilmek için ilim, amel ve ihlâs şarttır.
Sevgide değişik olmak
Müslümanlar, imanın aslına bakarsak ortaklaşa olduğu şeklinde, sevginin aslına bakarsak da müşterektir. Her mümin, imanın altı esasına inanılmış olduğu halde, kiminin imanı oldukca parlak, kimininki ise oldukca sönüktür. İnsanlar, Allah’ı tanımakta değişik olduğundan, sevgide de farklıdır. Bunu bir misalle açıklayalım:
İmam-ı Gazali hazretlerini her Müslüman sever. Zira hepsi onun büyük bir âlim bulunduğunu bilir. Onun ilmini bilen âlimler, onu halk tabakasından daha oldukca sever. Âlimi, âlim olan anlamış olur. Âlimin güzel bir eseri okununca, ona karşı sevgi duyulur. Ondan daha güzel bir eseri okununca, bu sevgisi artar. Eserini incelem edip, orada bulunan ince bilgilere vakıf olunca, ona karşı olan hayranlık ve sevgi daha da artar.
Kâinatta bulunan her şey Allahü teâlânın eseridir. Halk, her şeyi Allah yarattığı için Onu sever. Fakat âlimler, basiret sahipleri, Allahü teâlânın eserindeki, sanatındaki inceliklere, harikalara vakıf olduğundan, halktan daha oldukca sever. Sözgelişi bir hekim, insan vücudundaki harikaları ve akıllara durgunluk veren incelikleri görürse, sevgisi kat kat fazlalaşır. Bu sevgi, Onun eserindeki incelikleri bilmiş olduğu seviyede fazlalaşır. Onun için âlimlerin, âriflerin sevgisi fazla olur. Oldukça bilen oldukca sever.
Allahü teâlâyı zatı için değil de, verdiği nimetleri için sevenin, ihsanındaki değişim sebebiyle sevgisi de değişmiş olur. Bolluk ve refahtaki sevgisi ile, darlık ve beladaki sevgisi aynı olmaz. Fakat zatı için, sırf her şeyin maliki, Rabbi olduğundan sevenin sevgisi, ihsanın azalıp çoğalması ile değişmez. Zenginlik-fakirlik, hastalık-sağlık onun sevgisini etkilemez. Müslüman, Allahü teâlâya olan sevgisi nispetinde, ahirette nimetlere kavuşacaktır.
İbrahim bin Edhem hazretleri, (Ya Rabbi, seni seven bu kulunun kalbini huzura kavuştur) diye yakarma edince, rüyasında, (Ey İbrahim, bana kavuşmadan iyi mi refah istersin? Sevgiliye kavuşmadan huzura asla erilir mi?) buyuruldu.
Hazret-i Musa, (Ya Rabbi, sevdiğin ve buğzettiklerini iyi mi ayırabiliriz) diye sual edince, Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Sevdiğim kulun iki alameti vardır. O beni anar ve günahlardan sakınır. Ben de onu, meleklerin yanında anar ve günah işlemekten muhafaza ederim. Buğzettiğim kulun da iki alameti vardır. Beni unutup, asla anmaz, günah, isyan içinde yüzer. Buğzettiğim kimsenin gönlü kibirli, dili fena söyler, gözü kötülüktedir, eli de cimridir. Bu şekilde hiç kimseye gazaplanır, azap ederim.)
Beni seveni severim
Gene Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Beni sevenin sevgilisiyim. Beni hakikaten seveni, herkesten üstün tutarım. Beni arayan bulur; başkasını arayan ise beni bulamaz. O şekilde kullarım vardır ki, ben onları severim, onlar da beni sever. Onlar bana müştak, ben onlara müştakım. Onlar beni anarlar, ben de onları anarım. Onların yolunda olanı severim. Onların yolundan ayrılana buğzederim. O kullarım, gece olup, hepimiz sevilmiş olduğu ile baş başa kalmış olduğu vakit, onlar yatıp uyumaz, bana münacâtta bulunur, namaz kılar, nimetlerime şükreder, gözyaşı dökerler. Tüm sıkıntılara beni sevdikleri için katlanırlar. Onlara büyük ihsanlarda bulunurum.)
Ömer bin Abdülaziz’in bir hizmetçisi vardı. Gündüz hizmet eder, gece olunca bir köşeye çekilir, yakarma eder, gözyaşları içinde Allahü teâlâdan bir şeyler isterdi. Ömer bin Abdülaziz hazretleri hizmetçinin neler söylediğini merak etti. Bigün dinledi. Hizmetçi, (Ya Rabbi, bana olan sevgin hürmetine, beni mağfiret eyle, bana rahmet et) diyordu. Hizmetçinin duasına şaşkınlık edip, (Ey hizmetçi, bu ne cüret) diye sordu. Hizmetçi, (Allahü teâlâ beni sevmeseydi, sen uykuda iken, beni uyanık meblağ, kendisiyle meşgul eder miydi? Kur’an-ı kerimde, (Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever) buyuruyor. Ilkin kendi sevgisini bildiriyor. Sonrasında da sevdiğinin sevgisini bildiriyor. Sevmek için sevilmek gerekir) dedi.
Sevgi ve aşkın kuvveti
Bazı kimseler, (Allah bazı şeyleri yasak etmiş olduğu, çeşitli haramlar koyduğu için, Onu sevmek mümkün olur mu) diyorlar. Bu oldukca yanlıştır. Zira bir annenin, ateşe elini uzatan çocuğunu uyarı etmesi, onun eline vurması, çocuğun annesini sevmesine engel değildir.
Akıllı insan, Allahü teâlânın yasak etmiş olduğu şeylerde, kendisi için oldukca yararlı hikmetler bulunduğunu bilir. Yasak edilen şeyleri yapmamayı nimet olarak görür. Sözgelişi, (İçki yasak edilmemiş olsaydı, alkolik olabilirdim) der, içkinin haram edilişini nimet olarak görür. Bu bakımdan, Allahü teâlânın emrettiği şeylerde olduğu şeklinde, yasakladığı şeylerde de sayısız hikmetler vardır.
Emirlere uyup, yasaklardan kaçmak bir nimet olduğundan, nimeti gönderen Rabbimizi sevmeye hiçbir şey engel olması imkansız.
Allahü teâlânın lutfettiği nimetlerden istifade ederken, bazı sıkıntılara katlanmak gerekir. Gülü koklamak için yanına gitmek külfetine katlanmak gerekir.
(Külfetsiz nimet, dikensiz gül ve engelsiz yâr olmaz) demişlerdir. Bir nimet külfetsiz ele geçerse, kıymeti olmaz. Mirasyedi şeklinde harcarız, şükrünü düşünmeyiz. Allahü teâlâdan gül isteyen aşık, dikenine de katlanmalıdır.
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
(Zavallı aşığa, sevgilinin kendisini aradığını bilme saadeti yetişir. Ayrılık hasretini çektiğini gördüğünü bilmesi yeter; şundan dolayı Allahü teâlâ onu normal olarak görüyor.)
Yusuf aleyhisselamdan sonrasında Allah’a âşık olan Hazret-i Zeliha, (Bugün Yusuf’u gördüm) diyen her insana bir kolye verir. Sevgisi uğruna, malını, mülkünü, güzelliğini, hatta 70 deve yükü cevahir ve gerdanlık feda eder. Hazret-i Yusuf ile evlenince, yanına gitmez. Hazret-i Yusuf sebebini sorunca, (Allah sevgisi bana yeter) der. Gülün kadrini sadece bülbül bilir.
Leyla’nın uğruna deliren Mecnun’a, (Adın ne) diye merak ederler. O da, Leyla der. (Leyla ölmedi mi) derler.
(Hayır ölmedi. Kalbimde… Ben Leyla’yım) der.
(Leyla’nın evine doğru bak) derler. O da, (Leyla’nın evini gören yıldıza bakmak bana yeter) diyerek ağlar.
Gül, demişler bülbüle,
Ağlamış feryat ile.
Büyükler, (Aşktan maksat, dert ve gam çekmektir. Kavuşmak, asla hatıra bile gelmez) demişler, aşkı bu şekilde tanım etmişlerdir.
Gerçek sevgi üç şeyle belli olur:
1- Seven, sevdiğinin sözünü, başkasının sözüne tercih eder.
2- Sevdiğinin yanında bulunmayı, başkalarının yanında bulunmaktan üstün meblağ.
3- Sevdiğinin kendisinden razı olmasını, başkalarının hoşnut olmasından oldukca kıymetli bilir.
Dinde Allah aşkı yok mu?
Sual: Dört delilden ikisini kabul etmeyen mezhepsiz bir yazar, (Dinde Allah aşkı diye bir şey yoktur) diyor. Bu yanlış değil mi?
CEVAP
Elbet yanlıştır. Bu, lisanın hususi durumunu iyi bilmememizden meydana gelen bir husustur. Türkçedeki abi [ağabey], abla şeklinde kelimeler, Arapça, Fransızca, İngilizce, Almanca şeklinde dillerde yoktur. Abi için büyük kardeş, abla için büyük kız kardeş yada bir tek kız kardeş derler. Bazı kelimeler, bir tek o dile mahsustur. Arapçada abi kelimesi yok diye, (Abi diye bir şey yok) denir mi?
Günümüz Türkçesinde aşk, sevgi yada aşırı sevgi mânâsındadır. Âşık olmak oldukca sevmek anlama gelir. Arapçada da aşk, hubb anlama gelir. Habîbî=sevgilim, aşkım doğrusu oldukca sevdiğim kimse anlama gelir.
Arapçada Allah aşkı, Muhabbetullah yada Hubbullah olarak bildirilir. Aşkullah demezler. Onların aşkullah dememesi, Allah aşkı olmadığı anlamına gelmez. Abi kelimesini başka türlü ifade ettikleri şeklinde, Allah aşkını da başka türlü ifade ediyorlar. Oldukça sevmek, âşık olmak anlama gelir. Aşırı sevgiye aşk deniyor.
Mevahib-i ledünniyye şeklinde kıymetli bir eserde geçen bir hadis-i şerif:
(Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.)
Allahü teâlâ da (Habibim) diyor. Nitekim Mevlid-i şerifte, Allahü teâlâ, Resulünü kastederek, (Sana âşık olmuşam) doğrusu (Seni oldukca seviyorum) diyor. Günümüzde nefsin şehvanî isteklerine aşk dendiği için, Mevlid’deki bu ifade yadırganıyor.
Dinimizde Allah aşkı vardır. Allah’ı oldukca seven, Ona oldukca itaat eder. Sevgi itaatle, söz dinlemekle ölçülür. Namaz kılmayan yada haram işlemekten çekinmeyen bir kimsenin, (Ben Allah’ı oldukca seviyorum) demesi normal olarak ciddiyetten, samimiyetten uzaktır.
Bir önceki yazımız olan Şeytan bir şey yaratamaz başlıklı makalemizde eytan ve yaratamaz hakkında bilgiler verilmektedir.