İman nedir?

Sual: İman nedir?
CEVAP
İman, bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafınca bildirilen, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafınca getirmiş olduğu buyruk ve yasakların hepsine inanmak ve inandığını dil ile söylemek anlamına gelir.

Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba’sü ba’del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.
[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]

İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan onaylama etmek doğrusu kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğundan onaylama etmek, aklı onaylama etmek olur, Resulü onaylama etmek olmaz. Veya Resulü ve aklı beraber onaylama etmek olur ki, o vakit Peygambere güven tam olmaz. Tam olmayınca, inanç olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar gayba [görmedikleri halde Resulümün bildirdiği her şeye] inanç ederler) buyuruyor. (Bekara 3) Resulü de, (Dini [hükümleri, dinde bildirilenleri] aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur) buyurdu. (Taberani)

Nazara doğrusu göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen şuaların iş yaptığını açıklıyor. Örneğin bir kumanda ile TV’yi, radyoyu yada arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Bu sebeple bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Veya şua ile beraber Peygambere inanıyor. Şu demek oluyor ki fen kabul etmiş olduğu için, şuaların tesirini gözü ile görmüş olduğu için inanıyor ki bu inanç olmaz. Dinde bildirilen her şeyi, fen kanıtlama edemese de, yarar yada zararını gözü ile görmese de, gene inanmak lazımdır. Hakiki inanç gayba inanmaktır doğrusu görmeden inanmaktır. Gördükten sonrasında artık o inanç olmaz. Gördüğünü itiraf etmek olur. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmayı gerektirmektedir. Bu sebeple asla birini görmüş değiliz.

Peygamber efendimiz, aşağıda bildirilen inanç ile ilgili âyetleri açıklayarak imanı şu şekilde tanım etti:
(İman; Tanrı’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Tanrı’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonrasında dirilmeye, inanmaktır. Tanrı’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Aslolan iyilik; Tanrı’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

(Onlar gayba [Allah’a, meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme görmedikleri halde] inanırlar.) [Bekara 3]

(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve ahirete inanç ederler.) [Bekara 4]

Bu üç âyette, Tanrı’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve gayba inanmak bildiriliyor.

(Tanrı, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]

(Ölümü Tanrı’ın iznine bağlı olmayan asla kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]

(Ölüm zamanını takdir eden sadece Tanrı’tır.) [Enam 2]

Bu üç âyet, takdirin Tanrı tarafınca bulunduğunu bildirmekte, kadere inanç etmeyi göstermektedir.

(Kendilerine bir iyilik dokununca, “Bu Tanrı’tan” derler; başlarına bir fenalık ulaşınca de “Bu senin yüzünden” derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü söz anlamıyorlar.) [Nisa 78] Bu âyet, hayır ve şerrin Tanrı’tan bulunduğunu bildirmektedir.

(Muhammed [aleyhisselam], Tanrı’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40] Bu âyet de, Resulullahın peygamber bulunduğunu bildirmektedir.

Amentü’nün manası

Tanrı’a inanmak:
Allahü teâlânın varlığına, birliğine, Ondan başka ilah olmadığına, her şeyi yoktan yarattığına, Ondan başka yaratıcı olmadığına kalben inanmak, kabul etmek anlamına gelir. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olduğu son Peygamberi Muhammed aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği dinin hepsini kabul etmek, beğenmek anlamına gelir. Bir âyet-i kerime meali:
(Tanrı’a ve ümmi nebi olan Resulüne inanç edin!) [Araf 158]

Meleklere inanmak:
Melekler nurani cisimlerdir. Hiçbirinde erkeklik dişilik yoktur. Hepsinin günahsız, güvenilir bulunduğunu kabul etmek, onaylama etmek, yaptıkları işleri beğenmek şarttır. Bir âyet-i kerime meali:
(Aslolan iyilik; Tanrı’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]

Kitaplara inanmak:
Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an
ve öteki kitapların Allahü teâlâ tarafınca gönderildiğine, hepsinin hak olduğuna inanmak lazımdır. Sadece, Kur’an-ı kerimden önceki kitapların insanoğlu tarafınca değiştirildiğini, Tanrı kelamı olmaktan çıktıklarını bilmek, bunu kabul ve onaylama etmek anlamına gelir. Önceki kitapların asla biri değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ tarafınca nesh edildiğine doğrusu yürürlükten kaldırıldığına inanç etmek gerekir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar, sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen kitaplara inanç ederler.) [Bekara 4]

Peygamberlere inanmak:
Peygamberlerin hepsinin Allahü teâlâ tarafınca seçilmiş olup, sadık, doğru sözlü, günahtan masum olduklarını kabul ile onaylama etmek anlamına gelir. Onlardan birini bile kabul etmeyen, beğenmeyen kimse, kâfir olur. Peygamberlerin ilkinin Âdem aleyhisselam ve sonuncusunun, Muhammed aleyhisselam olduğuna inanç etmek, kabul ve onaylama etmek anlamına gelir. Peygamber efendimizin bildirdiği dini hükümlerin hepsini, en güzel şekilde ve eksiksiz bildiri ettiğine inanmak, bu buyruk ve yasakların hepsini kabul edip, hepsini beğenmek anlamına gelir. Bir âyet-i kerime meali:
(Tüm Peygamberlere inanç edip, hiçbirini diğerinden ayırmayanlar Tanrı’ın mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 152]

Kaza ve kadere inanmak:
Allahü teâlânın insanlara cüzi irade verdiğini, insanların bu cüzi iradeye bakılırsa tercih ettikleri ve yaptıkları her şeyi Allahü teâlânın yarattığına inanç etmek anlamına gelir. Hayır ve şer, her şeyi kulların talep ettiklerini, Tanrı’ın da bunu dilediği takdirde yarattığını bilmek, bunu kabul ile onaylama etmek ve beğenmek anlamına gelir. Bir âyet-i kerime meali:
(Tanrı’ın emri kesinlikle yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.) [Ahzab 38]

Ahirete inanmak:
İnsanların kıyamet kopunca, dirileceklerine, hesap ve mizandan sonrasında, Müslümanların Cennete, kâfirlerin Cehenneme gideceklerine ve orada sonsuz kalacaklarına inanç etmek, bunu kabul etmek ve beğenmek anlamına gelir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar [Müslümanlar], ahiret gününe inanç ederler.) [Bekara 4]

Kelime-i şehadete inanmak şu şekilde olmalı:
Ben şehadet ederim ki, doğrusu görmüş şeklinde bilirim ve bildiririm ki, Tanrı’tan başka ilah yoktur. Ve gene şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu, resulü ve son Peygamberidir. İki âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Tanrı’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

(Tanrı’a ve resulüne inananlara, rableri katında nurları ve ecirleri vardır.) [Hadid 19]

İnanmak ne demek?
Sual: Müslüman olmak için Amentü’deki altı esasa inanmak şarttır, fakat inanmak ne anlamına gelir?
CEVAP
İnanmak, görmüş şeklinde, kabul etmek, onaylama etmek, beğenmek anlamına gelir. Bir insanoğlunun Müslüman olabilmesi için, inanç sahibi olması, doğrusu dinimizin buyruk ve yasaklarına inanması şarttır. Yalnız inanması da kâfi değildir; bu emirleri beğenmesi ve sevmesi de şarttır. Bu da bir informasyon işidir. Yapmış olup yapmamak ayrı, bu tarz şeyleri kabul etmek, beğenmek ve sevmek ayrı şeydir. Yapmış olup yapmamak günah ve sevapla ilgili, kabul etmek ve beğenmek imanla ilgilidir. İmanın altı esası bir tüm olup, oldukça önemlidir. Küçük bir kuşku götürmez. İnandığı halde, birini bile beğenmemek kâfirliktir.

İmanın tarifi nedir?
İmanı şu şekilde tanım ediyorsunuz:
“İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, onaylama ve inanç etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğundan onaylama ederse, aklı onaylama etmiş olur, resulü onaylama etmiş olmaz. Yada, resulü ve aklı beraber onaylama etmiş olur ki, o vakit peygambere güven tam olmaz. İtimat tam olmayınca, inanç olmaz. İman, Amentü’deki 6 esasa kati olarak inanmaktır. Bu sebeple iyiler övülürken, (Onlar gayba inanır) buyuruluyor.” Bu tanım, Kur’ana zıttır, Bekara suresinin 62. âyetine aykırıdır. İman bir tek Tanrı’a ve ahirete olması gerekir. Bu tarifin Muhammedi tavırla hiçbir alakası yoktur.
CEVAP
(Muhammedi)
ifadesi uygun değildir. Bu, Peygamber efendimizin Tanrı’ın Resulü olduğuna inanmayan, Kur’anın Tanrı’ın kelamı değil, Muhammed aleyhisselamın sözü bulunduğunu korumak için çaba sarfeden müsteşriklerin ve misyonerlerin ifadesidir. İman edilmesi ihtiyaç duyulan hususlar bir tek Bekara 62 de mi bildiriliyor? Öteki âyetleri niye gizliyorsunuz? Güneş balçıkla sıvanmaz. İman bir tek Tanrı’a ve ahirete değil, Amentü’deki altı esasa inanmaktır. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmaktır. Bu sebeple asla birini görmüş değiliz.

Peygamberlerden sonrasında tüm insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir bu üstünlüğe kavuşup iyi mi Sıddık lakabını aldı biliyor musunuz? (Tanrı ne diyorsa doğrudur, Tanrı’ın resulü ne diyorsa doğrudur) demesi yüzünden bu dereceye terfi etmiştir. Kâfirler, (Muhammed, Ebu Bekir’e galiba sihir yapmış, bundan dolayı görmeden inanıyor, aniden onun Miraca gidip geldiğini onaylama ediyor) diye hayrette kaldılar.

İslamiyet’i beğenmek
Sual: Bir kimse, Amentü’nün altı şartına inansa, fakat Tanrı’ın buyruk ve yasaklarından birini beğenmese, sözgelişi (Cehennem lüzumsuzdur) yada (Şarabın haram edilmesi anlamsızdır) dese, bu kimse, imanın şartlarının hepsini kabul etmiş olduğu için imanlı sayılmaz mı?
CEVAP
Sayılmaz. Amentü’nün içinde Tanrı’a inanç vardır. Tanrı’a inanç, tüm sıfatlarıyla beraber Ona imandır. Ek olarak buyruk ve yasaklarının doğrusu İslamiyet’in doğru ve yerinde olduğuna da inanmak şarttır. Bu şekilde inanmayan inanç etmiş sayılmaz. Demek ki, Amentü’ye inanan kimsenin İslamiyet’i beğenmesi şarttır, bundan dolayı İslamiyet, Allahü teâlânın buyruk ve yasaklarıdır. Buyruk ve yasakların birini bile beğenmemek sövgü olur.

Bunun şeklinde hubb-i fillah, buğd-i fillah da imanın esaslarındandır. Allahü teâlâyı sevmek de, buyruk ve yasaklarının hepsini yerinde ve güzel bulmakla olur. Tanrı’ı ve onun dostlarını sevmek, sevmediklerini sevmemek de lazımdır. Bir hadis-i şerif:
(Tanrı için seven, Tanrı için buğzeden, Tanrı için veren, Tanrı için yasaklayan, gerçek inanç sahibidir.) [Ebu Davud]

İman her insana lazım
Sual:
İman etmek akıl icabı değil midir?
CEVAP
İmanı olmayan kimsenin sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi. Bu haber normal olarak doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak şeklinde lazımdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ne anlamına gelir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım gelir. Bu korkulu felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise, oldukça kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak ve beğenmek) insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır.

Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için bu şekilde bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna, (İnanmamak için elinde senedin, vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana engel oluyor?) denirse ne yanıt verecektir? Elbet hiçbir vesika gösteremiyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve olasılık denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, (sonsuz olarak ateşte yanmak) korkulu felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Azca bir aklı olan kimse bile, bu şekilde felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimalinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki, her akıl sahibinin inanç etmesi lazımdır.

İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, zevkli tatlı şeylerden kaçınmak şeklinde sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalb ile, ihlas ile, samimi olarak inanmak yeterlidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de koşul değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki, (Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın, buna oldukça azca da küçük bir ihtimal vermesi, zannetmesi akıl icabıdır). Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali karşısında, bunun yegane ve kati çaresi olan inanç nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de oldukça büyük şaşkınlık olmaz mı?

İmandan yoksun olan
Sual:
(İman edenin, neyi yok; imandan yoksun olanın neyi var ki?) sözü, ne anlamına gelir?
CEVAP
Yargı, neticeye bakılırsa verilir. Sonsuz kâr ve zarara bakılır. Sonsuz nimetlere kavuşmanın yada sonsuz azaplara düşmenin sebebi, insanda bir hazinenin varlığına yada yokluğuna bağlıdır. Bu gömü imandır, Müslüman olmaktır. Bu hazineye malik olanın her şeyi var anlamına gelir. Bu hazineden yoksun kalanın da, hiçbir şeyi yok anlamına gelir. Örneğin dünyanın en yoksul insanı salih bir Müslüman olsun. Bu oldukça yoksul Müslümana, (Dünyanın tüm servetini, her şeyin tapusunu sana vereceğiz, dünyanın lideri de, sen olacaksın, fakat; imanını bırak) deseler. O, oldukça yoksul Müslüman, bunu asla kabul etmez. Demek ki, inanç sahibi, dünyadaki tüm servetin satın alamayacağı bir hazineye ve erişilemeyecek bir makama haizdir.

Netice olarak, Allahü teâlâya inanç eden kimse, o haliyle de ölürse, sonsuz Cennetliktir. Başka hiçbir şeyi olmasa da, ne önemi var? İmandan yoksun olanın akıbeti ise, sonsuz Cehennemdir. Tüm dünya onun olsa da, neye faydası olur? Onun için bir iş yaparken, bu işten Allahü teâlâ razı mı, değil mi ona bakmak gerekir. O, razı ise başka asla kimse razı olmasa da, önemi yoktur. O razı değilse, hepimiz razı olsa da, beğense de, asla kıymeti olmaz. O halde her işte ölçümüz, Allahü teâlânın rızası olmalıdır.

Dil ile ikrar
Sual: Bir ingiliz dostum var. Müslüman olmuş, namaz kılıyormuş fakat, asla hiç kimseye söylememiş. İngilizler Müslüman bulunduğunu duyarsa, iyi gözle bakmayacaklarını söylüyor. Kitaplarda okumuş, kalb ile onaylama, dil ile ikrar etmek gerekiyor, şimdi benim kaç kişinin yanında Müslümanlığımı ikrar etmem gerekir diyor. İkrar etmeden yada edemeden ölsem Müslüman sayılmaz mıyım diyor.
CEVAP
Evet inanç etmek için kalb ile onaylama dil ile de ikrar gerekir. Sadece, onun dil ile başkalarına ikrar etmesi gerekmez. İslam ülkesinde ikrar etmesi gerekir ki, Müslüman olarak bilinsin ve Müslümanlara meydana getirilen işlem ona yapılsın ve Müslüman mezarlığına defnedilsin.

İnanmak ve beğenmek
Sual:
Cennete, Cehenneme ve Tanrı’a inanan hepimiz mümindir ve Cennete gider deniyor. Böyle bir durum var mıdır?
CEVAP
Oldukca yanlış bu! Şeytan da Tanrı’a inanıyor, o da Cennete Cehenneme inanıyor. Hatta imanın öteki şartlarına da inanıyor. Meleklere inanıyor, Peygamberlere inanıyor, gönderilen kitaplara inanıyor. Öldükten sonrasında dirilmeye inanıyor. Hesaba, kitaba inanıyor doğrusu bu tarz şeyleri biliyor. Demek ki Amentü’ye bir tek inanmakla, bu tarz şeyleri bilmekle inanç olmuyor. Amentü’de bildirilen altı esasa inanmakla beraber, Allahü teâlâ tarafınca bildirilen buyruk ve yasakların tamamını kabul etmek ve hepsini beğenmek de şarttır. Birini bile beğenmeyen müslüman olması imkansız. Bir de, Hubb-i fillah, buğd-i fillah ile gayba inanç var. Şu demek oluyor ki Tanrı dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek ve gayba inanmak gerekir. Tersi, doğrusu Tanrı dostlarını düşman, düşmanlarını da dost bilen ve gayba inanmayan kimse mümin olması imkansız.

Demek ki Amentü’ye şeytan da inanıyor, hepsini teker teker biliyor. Sadece şeytan, inanılmış olduğu, teker teker bilmiş olduğu bu şeyleri kabul etmiyor, beğenmiyor ve Tanrı dostlarını düşman, düşmanlarını da dost biliyor. Şeytan şeklinde bilen ve inanan kimse mümin olmaz.

En faziletli inanç
Sual:
En faziletli inanç nedir?
CEVAP
İmanın altı şartına inanıp, hubb-i fillah ve buğd-i fillah ile gayba inandıktan sonrasında, hep Allahü teâlâyı anımsamak, her işini dine uygun olarak, Tanrı için yapmaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(En faziletli inanç, nerede olursan ol, Allahü teâlânın seninle birlikte bulunduğunu bilmendir.) [Taberani]

İman mahlûk mudur?
Sual:
İman mahlûk mudur, doğrusu sonradan mı yaratılmıştır?
CEVAP
İslam âlimleri buyuruyor ki: İman, Allahü teâlânın hidayeti olması bakımından mahlûk değildir; fakat kulun onaylama ve ikrar etmesi bakımından mahlûktur. İş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan, mahlûk olduğu şeklinde, insanoğlunun küfrü de, imanı da mahlûktur. (Milel ve Nihal)

Müslüman olmak için
Sual: S. Ebediyye
’de, (Müslüman olmak için, hiçbir formaliteye, müftüye, imama gitmeye lüzum yoktur) denildikten sonrasında, Makamat-i Mazheriyye’den, (Allahü teâlâya, Resulüne ve Onun Allahü teâlâdan getirdiklerinin hepsine inandım. Beğendim, kabul ettim. Allahü teâlânın ve Resulünün dostlarını severim ve düşmanlarını sevmem demek kâfidir) diye naklediliyor. Sanki buradan, (Müslüman olmak için imanın altı esasına inanmaya gerek yok) şeklinde anlaşılıyor. İmanın altı esasına inanmayan iyi mi Müslüman olur?
CEVAP
O ifade noksan değildir. Orada imanın esası veciz olarak anlatılmıştır. (Resulullah’ın bildirdiği her şeye, onun bildirdiği şekilde inandım, kabul ettim hepsini beğendim) denince özet olarak her şey bildirilmiş oluyor.

Bir insan, imanın altı esasına inansa da, gene Müslüman olmayabilir. Her maddenin şartları vardır. Amentüyü okuyup hepsine inandım demek yetmez. Her birine birer örnek verelim:
1- Tanrı’a inanmak: (Tanrı’a inandım) demek yetmez. Bir kimse, (Tanrı kutuplardadır) yada (Merih gezegenindedir) ya da (Arş’tadır) dese kâfir olur. Bu sebeple Tanrı mekândan münezzehtir. (Tanrı’ın her şeye gücü yetmez) diye inansa sövgü olur. Demek ki, bir tek (Tanrı’a inanıyorum) demek yetmez. Bildirilen kâmil sıfatlarıyla Tanrı’a inanmak lazımdır.

2- Meleklere inanmak: (Meleklere inandım) demek yetmez. Hristiyanlar şeklinde, (Melekler Tanrı’ın kızlarıdır) diye inansa kâfir olur. Demek ki, bir tek (Meleklere inanıyorum) demek yetmez. Dinimizin bildirdiği sıfatlarıyla meleklere inanmak lazımdır.

3- Kitaplara inanmak: (Kitaplara inandım) demek yetmez. Bozuk kitaplardaki yanlış inanç bilgilerine inansa kâfir olur. O hâlde dinimizin bildirdiği şekilde kitapların vasıflarına da inanmak lazımdır.

4- Peygamberlere inanmak: (Peygamberlere inandım) demek yetmez. Peygamberlere hâşâ (Yalancı, bilgisiz kimselerdir) diye inansa kâfir olur. Demek ki, dinimizin bildirdiği şekilde peygamberlerin vasıflarına da inanmak lazımdır.

5- Âhirete inanmak: (Âhirete inandım) demek yetmez. (Âhirette Aden ve Cehennem diye bir şey yok) yada (Aden Cehennem var, fakat ebedî değildir) dese kâfir olur. O hâlde, âhiretle ilgili dinimizin bildirdiği her şeye inanmak lazımdır.

6- Hayır şer Tanrı’tandır: (Hayrın ve şerrin Tanrı’tan olduğuna inandım) demek yetmez. Örneğin bir kimse, (Şer, kötülüktür, günahtır. Tanrı bizlere kötülüğü, günahı zorla işletiyor) diye inansa kâfir olur. Demek ki, hayra, şerre dinimizin bildirdiği şekilde inanmak lazımdır.

Bu örneklerden anlaşıldığı şeklinde, bu saydıklarımızı kabul etmeden (İmanın altı esasına inandım) dese Müslüman olması imkansız. Makamat-ı Mazheriyye’deki husus, şahane bir bilgidir. Orada, (Allahü teâlâdan getirdiklerinin hepsine inandım. Beğendim, kabul ettim) deniyor. Allahü teâlâdan getirdiklerinin içinde, imanın altı şartı da vardır. Altı şarta iyi mi inanılacağı da vardır. Haramların, helâllerin, ibadetlerin hepsi vardır. Şu demek oluyor ki tek noksan yoktur. Bu şekilde inanan kimse, tam Müslüman olur.

Kalble inanmak yeter mi?
Sual:
Din kitaplarında, (Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalble inanıp, dille de ikrar etmeye, doğrusu anlatmaya, (İman) denir) buyuruluyor. Bir gayrimüslim, dinimizin bildirdiği şeklinde inansa, fakat Müslüman olduğu duyulursa, kendisine bir zarar geleceğinden korkmuş olduğu için, imanını gizlese, doğrusu dille ikrar etmese, Müslüman sayılır mı?
CEVAP
Elbet Müslüman sayılır. Bu sebeple kitaplarda, (Anlatmaya mâni bulunmuş olduğu vakit, söylememek affolur) buyuruluyor.

Dille ikrarın yararlarından biri, o hiç kimseye Müslüman muamelesi yapılır, ölünce cenaze namazı kılınır ve Müslüman mezarlığına konur. Müslümanlar ona yakarış eder. Dille ikrar etmezse, bunlardan yoksun kalır. Onun için bir mâni yoksa, göğsümüzü gere gere, (Elhamdülillah ben Müslümanım) demelidir. Amentü’yü sonuna kadar okumalıdır.

İman; onaylama ve ikrardır
Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, imanın tarifi yapılırken, (Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalble inanıp, dille de ikrar doğrusu söylemektir) deniyor. Bir gayrimüslim inanç etse, fakat herhangi bir sebeple bunu asla hiç kimseye söylemese, o hâliyle ölse, imansız mı ölmüş olur?
CEVAP
İman ettiğini dil ile de anlatmaya mâni bulunmuş olduğu vakit, söylememek affolur. Örneğin korkutulunca [zarar görme durumu varsa], hasta, dilsiz yada söyleyecek zaman bulamadan öldüğü vakit, söylemek gerektirme etmez. (İslam Ahlakı)

Hanefî mezhebindeki âlimlerin çoğuna bakılırsa, inanç; dille ikrar, kalble tasdiktir. Muhakkik zatlara bakılırsa, ikrar etmek doğrusu dille de söylemek, dünyada İslâm ahkâmının icrası için şarttır. Bu âlimlere bakılırsa, imanı kalbiyle onaylama eden kimseden, her ne vakit diliyle söylemesi istenir de, bir mâni olmadan söylemezse, bu direnme küfrüdür ki, kalbindeki tasdiki yarar vermez. (Dürr-ül muhtar)

Sualin cevabı şu şekilde oluyor: Çevresinden zarar görme yada başka bir mazeretten dolayı Müslüman bulunduğunu söylemeyen kimse, imanla ölmüş olur.

Din, insanı sonsuz saâdete götürür
Din, insanları sonsuz saâdete götürmek için Allahü teâlâ tarafınca gösterilen yol anlamına gelir. Din adı altında insanların uydurmuş olduğu eğri yollara din denmez. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin senede, bir Peygamber vâsıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bu Peygamberlere Resûl denir. Her asırda, en temiz bir insanı Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiştir. Resûllere tâbi olan bu Peygamberlere de, Nebî denir.

Tüm Peygamberler, hep aynı îmânı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere îmân etmeyi istemişlerdir. Fakat dinleri, doğrusu kalb ile, gövde ile yapılması ve sakınılması lâzım olan şeyleri başka başka olduğundan, Müslümânlıkları da ayrıdır.

İmân edip de kendini İslâmiyetin bildirdiklerine uyduran Müslümandır. İslamiyetin bildirdiği hükümleri kendi arzularına, keyiflerine uydurmak isteyen ise, kâfirdir. Zira Allahü teâlâ, dinleri, nefsin arzularını, keyiflerini kırmak ve taşkınlıklarını önlemek için göndermiştir.

Her din, kendisinden ilkin gelen dîni neshetmiş, değiştirmiştir. Son olarak gelen ve her dîni değiştirmiş, daha doğrusu dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyâmete kadar asla değişmiyecek olan din, Muhammed aleyhisselâmın dînidir. Bugün, Allahü teâlânın sevilmiş olduğu, beğenmiş olduğu din de, İslam dînidir. Bu dînin bildirdiği farzları yapanlara ve harâmlardan kaçınanlara Allahü teâlâ, âhırette nimetler, iyilikler verecektir. Farzları yapmayanlara ve harâmlardan kaçınmayanlara, âhırette cezalar vardır. Îmânı olmayanların farzları kabul olmaz. Farzları yapmayan müminlerin, sünnetleri kabul olmaz, doğrusu bunlara sevap verilmez. Bunlar Peygamber efendimize tâbi olmuş olmaz. Bir kimse, tüm farzları yapmış olup da, bir farzı özürsüz terk ederse, bu borcunu ödemedikçe, bu cinsten olan hiçbir nâfile ibâdetine ve sünnetine sevap verilmez. Peygamber efendimiz, hazret-i Ali’ye hitâben;
(Yâ Ali, insanoğlu fedâil, nâfilelerle meşgûl oldukları vakit, sen farzları tamamlamaya çalış!) buyurmuştur.

Mubahlar iyi niyetle, güzel düşüncelerle yapılınca, insan sevap kazanır. Fena niyetlerle yapılırsa yada bu tarz şeyleri yapmak, bir farzı vaktinde eda etmeye mâni olursa, günah olurlar. Farzlar yapılırken, fena niyetler karışırsa, borç ödenmiş ise de, sevap kazanılmaz, bir ihtimal günah da olur.

Harâm işleyenlerin farzları ve sünnetleri sahih olur. Şu demek oluyor ki borçlarını ödemiş olurlar ise de, sevap kazanamazlar. Hadîka’da;

“Günahlardan sakınmayan Müslümanların ibâdetleri sahîh olsa da kabul olmaz” buyurulmaktadır…

İmanı, farz ve haramları öğrenmek
İman etmek, Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaya adım atmak, saâdet kapısından içeri girmek anlamına gelir. Allahü teâlâ Onu, dünyadaki tüm insanları saadete çağrı için gönderdi ve Sebe sûresinin 28. âyetinde meâlen;

(Ey sevgili Peygamberim! Seni, dünyadaki tüm insanlara ebedî saadeti müjdelemek ve bu mutluluk yolunu göstermek için, beşeriyete gönderiyorum) buyurdu.

Muhammed aleyhisselâma uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, Ona uymaksızın, birçok geceleri ibâdetle geçirmesinden, kat kat daha kıymetlidir. Bu sebeple kaylûle etmek, doğrusu öğleden ilkin birazcık yatmak âdet-i şerîfesi idi. Örneğin, Onun dîni emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun dîninde bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. Onun dîninin emri ile fakire verilen azca bir şey ki, buna zekât denir, kendi arzusu ile, dağ kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir. Hazret-i Ömer, bir sabah namazını cemâat ile kıldıktan sonrasında, cemâate bakıp, bir kimseyi göremeyince, nerede bulunduğunu sordu. Yanındakiler dediler ki:
-Geceleri sabaha kadar ibâdet ediyor. Bir ihtimal şimdi uyku bastırmıştır. Bunun üstüne hazret-i Ömer;
-Keşke tüm gece uyuyup da, sabah namazını cemâat ile kılsaydı, daha iyi olurdu, buyurdu.

İslamiyetten sapıtmış olanlar, sorun çekip ve mücâhede edip, nefislerini körletiyor ise de, bu dîne uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakîrdir. Eğer bu çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfaatten ibaret kalır. Hâlbuki, dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun birkaçının itibarı olsun! Bunlar, sözgelişi çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesten daha oldukça çalışır ve yorulur. Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslamiyete tâbi olanlar ise, latîf cevâhir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir. Bunların işi azca, kazançları pek çoktur. Bezen bir saatlik emekleri, yüzbinlerce senenin kazancını hasıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslamiyete uygun olan amel, Allahü teâlânın makbulüdür, ondan râzıdır ve oldukça beğenir.

O hâlde, her mümine ilkin lazım, birinci farz olan şey, imanı, farzları, haramları öğrenmektir. Bunlar öğrenilmedikçe, Müslümanlık olması imkansız, inanç elde tutulamaz. Hak borçları ve kul borçları ödenilemez. Niyet, ahlâk düzeltilemez ve temizlenemez. Muntazam niyet edinilmedikçe de, hiçbir farz kabul olmaz. Bunun için her insanın ilmihâl bilgilerini öğrenmesi lazımdır. Hadîs-i şerîfte;
(Bir saat ilim öğrenmek yada öğretmek, sabaha kadar ibâdet etmekten daha sevaptır) buyuruldu…

İnanmak, inanç etmek kolaydır
Allahü teâlânın varlığına ve Peygamberleri vasıtası ile bildirdiklerine inanmak, imana gelmek oldukça kolaydır. Yaratılan tüm mahluklardaki hesaplı düzene bakmak ve bunlardaki incelikleri düşünmek, her insana vaciptir. Atomdan güneşe kadar tüm varlıklardaki seviye, bunların birbirlerine bağlılıkları, kendiliklerinden tesadüfen var olmadıklarını, bilgili, hikmetli ve sonsuz kudret sahibi, güçlü bir varlık tarafınca yaratıldıklarını açıkça göstermektedir. Aklı başlangıcında olan bir kimse, astronomi, fen, biyoloji ve tıp bilgilerini öğrenince, bu varlıkların bir yaratıcısı, bu yaratıcının da her türlü kusur ve eksiklikten uzak bulunduğunu ve Muhammed aleyhisselamın Onun Peygamberi, bildirdiklerinin hepsinin de Ondan gelmiş bulunduğunu derhal anlamış olur ve bu yaratana derhal inanır, inanç eder. İnkâr edenlerin doğrusu imansız olarak ölenlerin sonsuz Cehennemde kalacaklarını, müminlerin de sonsuz olarak Aden nimetleri içinde yaşayacaklarını öğrenince seve seve Müslüman olur. Zira Allahü teâlâ merhametinden, Cennete ve Cehenneme gitmeye sebep olanları bildirmiştir. Marifetname’de buyuruluyor ki:
“Fen ve astronomi detayları, makineler, fabrikalar, akıl, deneyim ile hasıl oldukları için zaman içinde yenileri bulunmuş, birçok eski bilgilerin yanlış olduğu anlaşılmıştır. Eski ve yeni, yanlış ve doğru tüm fen detayları, bu âlemin yoktan var edildiğini, sonsuz ilim ve kudret sahibi bir yaratıcının varlığına inanmak lazım bulunduğunu göstermektedir.”

Allahü teâlânın güzel adları vardır. Bu adları de kendi varlığı şeklinde ezelîdir. Şu demek oluyor ki başlangıcı yoktur. Her şeyin yoktan var olduğu şeklinde, tüm varlıkların sonradan yok oldukları da görülmektedir. Bu hâl sonsuzdan bu şekilde gelmiş ve bu şekilde devam etmiş olması imkansız. Bu tarz şeyleri her şeyi yoktan var eden ve asla yok olmayan bir yaratıcı yaratmıştır. Bu yaratıcı, varlığını bildirmek için Peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Peygamberlerin ve kitapların adları, dünyanın her yerindeki kütüphanelerde yazılıdır. Meydanda olan şey, inkâr olunamaz. Allahü teâlânın varlığına inanmamak, meydanda olan şeyi inkâr etmek olur. Allahü teâlânın varlığına ve birliğine inanmamak, günlük hadiseleri, vakaları, kitabından okuyup inanmamak gibidir. Bu da akıllı bir kimsenin yapacağı bir şey değildir.

Muhammed aleyhisselamın yaşamını, güzel ahlakını ve mucizelerini okuyup anlayan insaflı bir kimse de, Onun peygamber bulunduğunu, bildirdiklerinin de doğru bulunduğunu anlamış olur ve inanç eder.

Sual: Allahü teâlânın tüm kullarından ilk yapmalarını istediği emri ve gene kullarından sakınmalarını istediği ilk yasak etmiş olduğu emri nedir, hangisidir?
Yanıt: Allahü teâlânın tüm kullarına birinci emri, inanç etmektir. Birinci yasak etmiş olduğu şey de sövgü, inkârdır. İman etmek demek de, Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlânın son Peygamberi olduğuna ve getirdiklerine, bildirdiklerinin hepsine inanmaktır.

İnsanlar, dört kısma ayrılmıştır
Sual: İnsanlar, inanç ve inkâr etme hususunda, hep aynı mıdır yoksa aralarında farklılıklar var mıdır?
Yanıt:
İslâm âlimleri, gönderilen Peygamberlere inanıp inanmama mevzusunda insanları dört kısma ayırmışlardır:
1- Peygambere inanır ve buna uyar. Bunlar dünyada rahat ve refah içinde yaşar, ahirette, doğru Cennete gider. Nefsine uyarak hasıl olan günahları, kalp ile tövbe, dil ile istiğfar ederek ve dünyada sıkıntılar çekerek, af edilecek, doğru Cennete giderek, nimetler içinde sonsuz yaşayacaktır. Bunlara Salih kul denir.

2- Peygambere inanır ve buna uyar. Dünyada dert, sorun ve hastalık içinde yaşar. Dertlere sabır ve şükreder. Sabırları, derecelerinin, sonsuz nimetlerinin artmasına sebep olur. Bunlar, nefislerine uymaz. Bunlara Veli, Evliya denir. Bu şekilde kimseler azdır.

3- Peygambere inanır. Peygambere değil, nefsine uyar. Dünyada sorun çeker. Bunlar, nefislerine uyarak hasıl olan günahlar kadar Cehennemde kaldıktan sonrasında, Cennete gireceklerdir. Bunlara Fasık kul denir.

4- Peygambere inanmaz. İslâmiyetin buyruk ve yasak etmiş olduğu şeyleri akıl ile bulup, bunlara ve Müslümanlara uyan kafirler, dünyada saadete kavuşur ise de, ahirette faydası olmaz.

Oldukca habis kimselerin daha oldukça azmaları için, işlerinde başarı, kolaylık ve rahatlık da verilir. İslâmiyetin bir emrini beğenmeyen kâfir olur. Kâfirler, Cennete girmeyecek, Cehennemde sonsuz kalacaklardır.

Sual: İman etmek için, Peygamber Efendimizin bildirdiklerinin hepsine inanmak mı lazımdır?
Yanıt:
Resûlullah Efendimizin söylediklerinin, bildirdiklerinin hepsini beğenip kalbin kabul, onaylama etmesine, doğrusu inanmasına İman denir. Bu şekilde inanan insanlara, Mümin denir. Peygamber Efendimizin sözlerinden birine bile inanmamaya yada iyi ve doğru olduğunda kuşku etmeye Sövgü denir. Bu şekilde inanmayan kimselere de Kâfir denir.

İman, herkeste aynı mıdır?
Sual: Peygamberlerin imanı ile öteki insanların imanları hep aynı mıdır, aralarında inanç bakımından bir fark var mıdır?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
İman; ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan, Peygamber efendimizden gelen haberlere inanmak ve inandığını söylemek anlamına gelir. Her lisan ile söylemenin caiz olduğu, Dürr-i yektâda yazılıdır. İbadetler, imandan değildir. Fakat, imanın kemalini arttırır ve güzelleştirirler. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe aleyhirrahme, inanç artmaz ve azalmaz, buyuruyor. Bu sebeple inanç, kalbin onaylama etmesi, kabul etmesi, inanması anlamına gelir. İnanmanın azı, bir çok olmaz. Azalan ve çoğalan bir inanışa, inanmak değil, zan ve vehim denir. İmanın kâmil yada noksan olması, ibadetlerin oldukça ve azca olması anlamına gelir. İbadet oldukça olunca, imanın kemâli oldukça denir. O hâlde, müminlerin imanları, Peygamberlerin imanları şeklinde olmaz. Bu sebeple bunların imanları ibadetler sebebi ile kemâlin tepesine varmıştır. Öteki müminlerin imanları oraya yaklaşamaz. Her ne kadar, her iki inanç, inanç olmakta ortak iseler de, birincisi, ibadetler vasıtası ile, başka türlü olmuştur. Sanki aralarında benzerlik yoktur. Müminlerin hepsi, insan olmakta, Peygamberler ile ortaktır. Fakat, başka kıymetler, üstünlükler bu tarz şeyleri yüksek derecelere çıkarmıştır. İnsanlıkları, sanki başka türlü olmuştur. Sanki, ortaklaşa olan insanlıktan daha yüksek insandırlar. Bir ihtimal, insan bunlardır, başkaları sanki insan değildir.

İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe aleyhirrahme; (Ben normal olarak müminim) demelidir, diyor. İmâm-ı Şâfiî aleyhirrahme ise; (Ben inşâallah müminim) demelidir, buyuruyor. Bunun ikisi de doğrudur. İnsan şimdiki imanını söylerken (Ben normal olarak müminim) demelidir. Son nefesteki imanını söylerken (Ben inşâallah müminim) der. Fakat, burada da, şüpheli söylemektense, normal olarak demek daha iyidir.”

İman, bildirilenlere inanmaktır
Sual: Dinin inanılmasını emrettiği şeyleri, deneyerek yada akıl ile araştırarak mı öğrenip inanmalı yoksa Peygamberimizin bildirdiği şeklinde mi inanmalıdır?
Yanıt:
Dinin bildirdiği inanılması lazım şeyler için, tecrübi ilimlere danışıp, tecrübeye uygun ise, inanır, deneyim ile kanıtlama edemeyince, inanmaz yada şüpheye düşerse, o vakit, tecrübesine inanmış olup, Resulullah efendimize inanmamış olur ki, bu şekilde inanç, kâmil, olgun değil, aslına bakarsanız bu inanç da olmaz. Bu sebeple inanç parçalanamaz, azca ve oldukça olmaz.

Din detayları, felsefe ile ölçülmeye kalkışılırsa, bu sefer filozofa inanılmış olup, Peygambere inanılmış olmaz. Evet, Allahü teâlânın var bulunduğunu, Muhammed aleyhisselamın, Allahın Peygamberi bulunduğunu anlamakta, aklın, felsefi ve tecrübi ilimlerin yardımı büyüktür. Fakat, bunların yardımı ile Peygambere inanıldıktan sonrasında, Onun bildirdiği şeylerin her biri için akla, felsefeye ve tecrübi ilimlere danışmak doğru olmaz. Bu sebeple, akıl, deneyim ve felsefe yolu ile elde edilmiş birçok bilgilerin, zaman içinde değişmekte, yenileri bulununca, eskilerinin atılmakta bulunduğunu gösteren misaller, literatürlerde azca değildir. O hâlde inanç, Resulullah efendimizin, Allahü teâlâ tarafınca, Peygamber olarak, tüm insanlara getirmiş olduğu ve bildirdiği emirlerin hepsine güven etmek, güvenmek ve inanmaktır. Bu emirlerin, bilgilerin herhangi birine inanmamak yada kuşku etmek küfürdür, inkârdır. Bu sebeple, Resulullah efendimize inanmamak yada güven etmemek, güvenmemek, Resulullah efendimize yalancı demek olur. Yalancılık kusurdur ve kusuru olan kimse, Peygamber olması imkansız.

İman demek, Nasslarda, doğrusu, Kur’ân-ı kerimde ve icmâ ile ve zaruri olarak malum hadis-i şeriflerde açıkça bildirilen şeylerin hepsine, inanmak anlamına gelir. Burada icmâ demek, Eshâb-ı kiramın söz birliği anlamına gelir. Bir şeyi, Eshâb-ı kiram, söz birliği ile bildirmedi ise, Tâbiinin söz birliği bu şey için icmâ olur. Tâbiin de bu şeyi söz birliği ile bildirmedi ise, Tebe-i tâbiinin söz birliği ile bildirmeleri, bu şey için icmâ olur.

İman; Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, onaylama ve inanç etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğundan onaylama ederse, aklı onaylama etmiş, Resulü onaylama etmiş olmaz.

Sual: İbadetler fazla zan etmekle kabul olduğu şeklinde, inanç detayları de oldukça zan etmekle kabul olur mu?
Yanıt:
İbadetler, fazla zan edilmekle, doğru olur. İman, inanç ise, oldukça zan ile doğru olmaz, iyi bilinmekle doğru olur.

İnsanlar yaratılışta din hissine haizdir
Sual: Hangi milletten olursa olsun, inansın yada inkâr etsin, her insanda inanma duygusu, din hissi var mıdır?
Yanıt:
İslâmiyetin meydana çıkmış olduğu Arabistan yarımadasında, putlara, heykellere tapılıyordu. Fikirler, oldukça tanrının varlığına saplanmış idi. Din-i islâm bunun için, şirkin kötülüğü üstünde oldukça durmuştur ve bunun için, Müslüman olmak, Kelime-i tevhid ile adım atmıştır. İnsanlar yaratılışta din hissine maliktir, haizdir. Bunun için, Allaha inanmayan kimse, ruh hastası, psikopat anlamına gelir. Bu şekilde kusurlu insanoğlu, büyük tinsel bir destekten yoksun olup, pek acınacak bir hâldedirler. Avrupa düşünce adamlarından birinin; “Dindarlık büyük bir saadettir. Fakat ben bu saadete kavuşamadım” söylediği şeklinde, bizdeki dinde reformculardan Tevfik Fikret de, Târîh-i Kadîm adını verdiği manzum bir eserinde, Müslümanlık ile ve inanç sahibi olmakla alay etmiş olduğu hâlde, şairlik ruhundan fışkıran ve önü alınamayan şu şiirinde imanlı olmak ihtiyacını da bildirmiştir:
Bu yalnızlık, bu bir gurbet ki, benzer gurbet-i kabre,
İnanmak! İşte âğûş-i rûhânî, o gurbette.

Sual: Müslüman iken aklını kaybeden bir kimsenin Müslümanlığı devam etmekte midir?
Yanıt:
İman, ibadetler ve amellerde, Allahü teâlâ, kullarından gücü yetmediği şeyleri istememiştir. Bunun için, Müslüman iken deli olan, gafil olan, uyuyan, ölen kimse, bu halinde onaylama etmekte değil ise de, Müslümanlıkları devam etmektedir.

Kontrol Et

İmanda iki önemli şart

Sual: Bir kimse, Amentü’de bildirilen imanın altı şartına inanılmış olduğu halde, Tanrı dostlarını sevmese, Tanrı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.