Bu konuda Ebu Hureyre, İbn Abbas ve Hasan-ı Basrî’den nakledilen hadis rivayetleri vardır:
“Allah’ın yüz rahmeti vardır; bunlardan bir rahmeti yeryüzü halkı arasında paylaşmış ki, onların ecelleri gelene kadar (hayatları boyunca) onlara kâfi gelir. Rahmetin doksan dokuz kısmını ise kıyamet günü evliyaları, dostları için saklamıştır.” (bk. Buharî, Rikak,19; Müslim, Tevbe, 18-21)
“Allah rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, yeryüzüne bir parçasını indirmiştir. İşte mahlûkât bu bir parçadan dolayı birbirlerine merhamet ederler. Hatta at (bazı rivayetlerde “hayvan” geçmektedir), yavrusuna basmamak için tırnağını (ayağını) kaldırır.” (Buhârî, Edeb 19)
Benzer hadislerde Allah’ın, yüz rahmetinin doksan dokuzunu kıyamet günü için ayırdığı, yeryüzüne indirdiği bir rahmetle insanlar, cinler, hayvanlar ve böceklerin birbirlerine merhamet ettiği, bu rahmetle annelerin yavrularına şefkat ettiği, vahşî hayvanların ve kuşların birbirlerine acıdıkları anlatılmaktadır. (Müslim, Tevbe 19-21)
İmam Ahmed b. Hanbel’in rivayetlerine de yer veren Heysemî, ilgili hadis rivayetini sahih olarak değerlendirmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 10/385)
Bu konuda alimlerin farklı yorumları vardır. Burada bazı noktaları nazara vermekte fayda mülahaza etmekteyiz.
a. Hadiste söz konusu olan rahmetten maksat, Allah’ın ezelî sıfatı olan rahmet değil, kâinatta yarattığı mahluklarına bahşettiği nimetler manasına gelir. Yanî buradaki rahmet zatî rahmet değil, fiilî rahmettir. Bu nimetler küllî manada -taksimatının mahiyetini bilmediğimiz- yüz çeşittir. Dünyadaki bütün nimetler bunlardan sadece bir parçadır, bir çeşittir. Doksan dokuzu ise ahirette cennetlik olan müminlere verilir. Bazı rivayetlerde -meal olarak- yer alan “Allah yüz rahmeti yarattı” ifadesinden bu fiilî rahmeti, nimeti anlamak mümkündür.
b. Buradaki rahmetten maksat Allah’ın sonsuz rahmetidir. “Yüz parça” şeklindeki taksimat ise, insanların anlamalarını kolaylaştırmaya yönelik olup kesretten kinayedir. İnsanların ümit-korku dengesini korumaları için verilmiş bir derstir. Bu dünyada tek bir rahmetin tezahüründen hasıl olan İslam, Kur’an, namaz ve gönüllerden fışkıran şefkat, merhamet gibi bin bir çeşit nimetleri düşünen bir kimse, yüz rahmetin birden tecelli edeceği ahiret diyarındaki nimetlerin haddi hesabı olamayacağını kolaylıkla anlayabilir. (bk. Nevevî, İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi)
Sahîh-i Müslim şârihlerinden Übbî de, bu taksimin Allah’ın rahmetinin çokluğundan kinâye olduğunu ifade etmiştir. Bununla beraber bu taksimin rahmet çeşitlerinin gerçek taksimi olması da muhtemeldir. Buna göre rahmetin diğer çeşitlerini Allah bilir.
Hadiste hayvanların içerisinden atın seçilmesi, vurgulanmak istenen rahmete en güzel örnek olduğu içindir. Çünkü at, ehlî hayvanlar içinde en sert, en haşin olanıdır; çok hızlı hareket eder. Bununla beraber yavrusuna bir zarar vermemek için ayağını kaldırır. (İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi)
Bu hadislerin birer temsilden ibaret olduğunu söyleyenler de vardır. Zira Allah’ın rahmeti sınırlı değildir. Bu yüzden de taksimi mümkün değildir. Bu hadisler, bize verilen rahmetin azlığını, Allah nezdinde olanın da çokluğunu anlatmaktadır. (bk. Davudoğlu, Davudoğlu, Ahmet, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul, 1977.XI, s. 101)
Hemen hepsi aynı mânada ve aynı gerçeği gözlerimiz önüne seren bu rivayetler, yeryüzünde varlıklar arasında gördüğümüz şefkat ve merhamet dolu davranışların, Allah Teâlâ’nın nihayetsiz rahmetinin çok küçük bir bölümünün eseri olduğunu ortaya koymaktadır. O’nun hudutsuz rahmetinin böyle yüz parçaya bölünmüş olduğunun bildirilmesi, bize konuya ait bir fikir verebilmek içindir. Aynı zamanda bu ifadeler, yüce Rabbimiz’in rahmetine sınır çizilemeyeceğini anlatır.
O dehşetli kıyamet gününde, ilâhî rahmetin bütünüyle tecelli edeceği müjdesi, bizler için en büyük güvencedir. Öylesine ki, konuyla ilgili Buhârî’deki bir başka rivâyette (Rikak 19), “Eğer kâfir, Allah’ın katındaki rahmeti kavrayabilse, asla cennetten ümidini kesmez” buyurulmaktadır. Böylece konuya ait ümidin sınırları, daha doğru bir ifade ile, sınırsızlığı gözlerimiz önüne serilmektedir.
Buna göre:
1. Allah’ın rahmeti sınırsızdır.
2. Bizlere o sınırsız rahmetten çok küçük bir parçası verilmiştir. Dünya hayatında görülen şefkat ve merhametin kaynağı işte bu yüzde birlik rahmettir.
3. Allah Teâlâ kıyamette kullarına sınırsız rahmetiyle muâmele edecektir.
4. Merhameti böylesine bol Mevlâ’mızın rahmet ve bağışını kazanabilmek için hep ümid içinde yaşamak gerekmektedir
Not: Yusuf Güneş’in “Hadislerde Rahmet Kavramı” isimli şu makalesini de okumanızı tavsiye ederiz:
Rahmet, Rahmân, Rahîm ve Rahim kavramları
Rahmet:
Rahmet, sözlük anlamı olarak incelik, acıma, şefkat etme, merhamet etme, affetme ve mağfiret manalarına gelir. Rahmet kökünden gelen terahhüm ve terhîm, bir kimse için Allah’ın rahmetini dileme demektir. Yine aynı kökten gelen istirham, rahmet dileme, rahmet isteme manalarına gelir (İbn Manzûr, XII, 230) .
Anlamı oldukça geniş olan rahmet kelimesinin dilimizde tam olarak karşılığı yoktur. Bununla beraber Arapça’da ifade ettiği manalara yakın olarak “acımak” ve “esirgemek” gibi kelimelerle izah edilmek istenmişse de, eksiktir. Acımak, derinliği olmayan, sadece insanlarda varolan bir histir. “Allah rahmet sahibidir” dediğimizde, affeden, ihtiyaçları gören, şifa veren gibi manalar hemen zihnimize akar. “Acımak”kelimesini Allah hakkında kullanmak caiz ise, acıdığı için affeden, acıdığı için lütfeden, acıdığı için sıhhat veren gibi tamamlayıcı mânâlar rahmetin içerisinde tabiî olarak vardır. Şu halde rahmeti sadece “acımak”la tercüme etmek kesinlikle doğru olmaz. Çünkü bu durumda rahmet kelimesinin mânâsını daraltmış oluruz.
Rahmet’i “esirgemek” kelimesiyle de tercüme etmek doğru değildir. “Benden onu esirgedin” ve “Beni esirgemiyorsun” cümlelerinden de anlaşıldığına göre esirgemek ‘kıskanmak’ ve ‘korumak’ mânâlarına gelir. Bu sebeple “esirgemek” kelimesi rahmetin tercümesi olmak şöyle dursun, takdiren tefsiri dahi olamaz (Elmalılı, I, 32- 33).
Müfessirler, ‘acımak’ ve ‘esirgemek’ gibi zaaf ifade eden bu kelimeleri Allah hakkında kullanmayı uygun görmediklerinden demişlerdir ki: “Nefsin meylinin lâzımı, nimet vermenin sebebi hayır murad etmektir. Öyleyse er-Rahmân, er-Rahîm, insanlar hakkında hayır murad eden Allah demektir.” Fakat bu takdirde Allah’ın diğer sıfatları hakkında da bu şekilde düşünmek gerekir.
Meselâ Allah’ın Basar ve Sem’ sıfatları vardır. Allah Basîr ve Semi’dir. Yani Allah görür ve duyar. Bir kısım vasıtalarla meydana gelen görme ve duyma Allah’a isnad edilemez. Bizdeki görme, güneş şuaları yardımıyla ve bir mesafeye bağlı olarak meydana gelir. Ve bizim gördüğümüz şeyler olduğu gibi, görmediğimiz şeyler de vardır. Duymamız da yine bir kısım sebeplere bağlı olarak meydana gelir. Onun için bu sebeplerle meydana gelen görme ve duyma Allah’a isnad edilemez.
İşte nasıl ki, bu şekildeki görme ve duyma Cenâb-ı Hakk’a isnad edilmez; öyle de, bizde nefsin meyli veya kalb inceliği olarak tezahür eden Rahmaniyet ve Rahimiyet de bu mânâda Allah’a isnad edilemez. Bizdeki nefis meyline ve rikkat-i kalbe mukabil, O’nda mukaddes olarak bu mânâlar vardır. O’nun görme ve işitmesi de tamamen bizimkinden farklıdır. Binaenaleyh, bu sıfatları mecaza verip, te’vil yapma, biraz tekellüflü olur ki, sonra Allah’ın binbir ismini te’vil etme lüzumunu duyarız. Onun içindir ki, biz “Rahmân, Rahîm, Mü’min, Müheymin, Rezzak vs.” derken bunları Allah indindeki mânâlarıyla mütalâa ediyoruz
İnsanların birbirlerine olan rahmeti, kalbin rikkati ve şefkat etmek şeklinde izah edilebilir. Allah’ın rahmeti ise Allah’ın kullarına acıması, şefkat etmesi, onlara nimetler vererek ihsanda bulunması, bol bol rızıklar göndermesi demektir.
Rahmân, husûsî bir isim olup umûmî bir mana taşımaktadır. Rahmân Allah, ayırım yapmaksızın bütün varlığa ihsanda bulunmaktadır, onları rızıklandırmaktadır. Rahîm,(Allah’tan başkası için de kullanılması yönüyle) umûmî bir isim olup husûsî bir mana taşımaktadır. Rahîm Allah, rahmetini sadece mü’minlere has kılmıştır.
Rahmet kelimesinin anlam çerçevesi çok geniştir. Geçtiği yere göre manalarından biri öne çıkabilir. Mesela, ayet-i kerîmede Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkında “İman edenleriniz için bir rahmettir O!” (Tevbe, 9/61) denilmektedir ki, O’na rahmet denilmesi mü’minlerin imanlarına bir vesile, bir sebep olduğu içindir.
“Eğer insana tarafımızdan bir rahmet tattırır, sonra o nimeti geri alırsak o, son derece ümitsiz, son derece nankör olur.” (Hûd, 11/9) ayetinde rahmet, rızık manasına gelmektedir.
“İnsanlara uğradıkları bir dertten sonra bir rahmet (nimet ve âfiyet) tattıracak olursak, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında yine birtakım kötü düşüncelere sapmışlar!” (Yûnus, 10/21) ayetinde rahmet, kıtlıktan sonra bir bolluk ve bir canlılığın meydana gelmesini ifade etmektedir.
“Fakat Allah rahmetini, dilediğine seçip ihsan eder.” (Bakara, 2/105) ayetinde rahmetle nübüvvetin ifade edildiğini görüyoruz. (İbn Manzûr, XII, 231, 230.) Resûlullah’a (s.a.s.) hitaben söylenen “Seni, başka değil alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107) ayet-i kerîmesi de bu manayı destekler mahiyettedir.
Rahmân ve Rahîm:
Rahmân ve Rahîm, rahmet kökünden gelen iki isimdir. Âlimlerin çoğunluğu, Rahmân ismi, rahmet kökünden geldiği; misli, benzeri olmayan rahmet sahibini ifade ettiği konusunda hemfikirdirler (İbn Hacer, XIII, 371) .
Rahmân ismi yalnızca Allah için kullanılan özel bir isimdir. Fakat zat ismi değil, sıfat ismidir. Rahman, dil açısından rahm ve rahmetten türemiş, sürekli ve pek fazla acıma mânâsına gelen bir sıfat-ı müşebbehe kipidir ki çok merhametli, çok rahmet sahibi mânâsına bir sıfattır. Böyle olunca da bu sıfat kimde bulunursa ona er-Rahmân demenin kıyas yoluyla mümkün olması lazım gelir. Hâlbuki hiç böyle kullanılmamış, rahmeti sonsuz, ezelî ve gerçek anlamda nimet veren bir mânâya tahsis edilmiş olduğundan Yüce Allah’tan başkasına Rahmân denilmemiştir ve denilmez.
Rahmân isminin aslında sıfat olması itibariyle, çok rahmet sahibi, pek merhametli, çok merhametli, gayet merhametli veya sonsuz rahmet sahibi diye tefsir edilebilse de husûsiyetinden ve isim olmasından dolayı tercümesi mümkün olmaz. Çünkü özel isim tercüme edilemez. Özel isimlerin tercüme edilmesi onların değiştirilmesi demektir ve dilimizde böyle bir isim yoktur. Özetle Rahmân “pek merhametli” diye eksik bir şekilde tefsir olunabilirse de terceme olunamaz (Elmalılı, I, 31-32). Bu ismi bu şekilde belleriz ve tercemesiyle değil tefsiriyle rahmet mefhumundan anlamaya çalışırız.
Rahîm, sıfat-ı müşebbehe veya mübalağa ile ism-i fâil bir sıfattır. Rahman’a eksik bir tefsir de olsa “pek merhametli” denilebileceğini belirtmiştik. Rahim’e de “merhamet edici” denilebilir. Bu da yüce Allah’ın sıfatlarından biridir. Fakat yalnız sıfat olarak kullanılır, mevsufsuz tek başına kullanılmaz. Bundan dolayı Rahmân gibi sıfât-ı gâlibe (genellikle sıfat olarak kullanılan kelime) ve özel isim olmayıp Allah’tan başkası için de kullanılabilir (İbnü’l-Esîr, II, 210) .
Rahmân ve Rahîm isimleri arasında bazı nüanslar bulunmaktadır. Rahmân ismi daha şumûllü ve geniştir. Rahmân, Allah Teâlâ’nın canlı-cansız, büyük-küçük, melek-şeytan, insan-hayvan, mü’min-kafir, müttakî-fâsık her mahlûka karşı olan rahmetini ifade eder. Bütün mahlûkât O’nun rahmetiyle çepeçevri kuşatılmıştır. Yokluktan varlığa çıkışları, ilk yaratılışları Rahmân’ın rahmetinin tecellisiyle olmuştur. Öyle ise hiçbir varlık bu rahmetin tecellîsine mazhar olmaktan hariç değildir. Bu rahmetten mahrum kalmış hiçbir varlık düşünülemez. Aksi takdirde vücud libası giyip varlık sahasına çıkamazlardı. Öyle ise Rahmâniyet ezele yani başlangıcı olmayan geçmişe ve dünyaya bakar (Elmalılı, I, 34-35) .
Rahîm ismi husûsîdir, mü’minlere hastır. “Allah mü’minlere karşı rahîmdir.” (Ahzab, 33/43) ayeti de bunu ifade eder. Bu hususî rahmetin tecellî yeri de ahirettir. Bir başka ifade ile dünya hayatında mü’min ve kâfire Rahmân ismiyle rahmetini umûmî olarak tecellî ettiren Cenâb-ı Hakk, ahirette, rahmetini Rahîm ismiyle mü’minlere has olarak tecellî ettirecektir. Şu halde Rahmâniyet ezele bakmasına mukabil, Rahimiyyet, ebedî olan ahirete bakar. Bu farklılıktan dolayı alimlerimiz Allah’ı “Dünyanın Rahmânı, ahiretin Rahîm’i” diye ifade etmişlerdir (Canan, VI, 272).
Rahîm ismi husûsîdir, mü’minlere hastır. “Allah mü’minlere karşı rahîmdir.” ayeti de bunu ifade eder. Bu hususî rahmetin tecellî yeri de ahirettir. Bir başka ifade ile dünya hayatında mü’min ve kâfire Rahmân ismiyle rahmetini umûmî olarak tecellî ettiren Cenâb-ı Hakk, ahirette, rahmetini Rahîm ismiyle mü’minlere has olarak tecellî ettirecektir.
Özetleyecek olursak Rahmân, (Allah’tan başkası için kullanılmaması yönüyle) husûsî bir isim olup umûmî bir mana taşımaktadır. Rahmân Allah, ayırım yapmaksızın bütün varlığa ihsanda bulunmaktadır, onları rızıklandırmaktadır. Rahîm, (Allah’tan başkası için de kullanılması yönüyle) umûmî bir isim olup husûsî bir mana taşımaktadır. Rahîm Allah, rahmetini sadece mü’minlere has kılmıştır (Ahmet Şerbâsî, I, 37) .
Rahim
Rahim, çocuğun içinde yetiştiği, kadınlara ve dişi hayvanlara mahsus organa denir. Dilimizde buna ‘dölyatağı’ deriz. Çoğulu “erham”dır. Rahim, aynı dölyatağında yetişip dünyaya gelen insanlar arasındaki akrabalık bağını da ifade eder. Zevu’r-rahim, akrabalar için kullanılan diğer bir isimdir. Aralarında neseb bağı olan herkesi kapsar.
Hadislerde “Rahmet”
Rahmetle ilgili hadislere genel olarak baktığımızda rahmetin, yukarda temas ettiğimiz lügat manaları çerçevesinde kullanıldığını görürüz. Bu hadislerde rahmet, Allah’ın rahmetinin genişliği ve sınırsızlığı, kalp inceliği, şefkat etme, merhamet etme, acıma, yağmur, bol rızık, bol nimet manalarında kullanılmıştır. Bu hadislerden bazı örnekleri aşağıda ele alacak ve izah etmeye çalışacağız.
Allah’ın Rahmetinin Enginliği:
Peygamberimiz (s.a.s.) “Allah mahlûkâtı yarattığı vakit, kendi nezdinde arşın üstünde bulunan kitabına kendisi için ‘Muhakkak benim rahmetim gazabıma galip gelmiştir.’ yazmıştır.” buyurmaktadır. (Buhârî, Tevhid 15, 55.) Aynı manayı ifade eden farklı lafızdaki başka bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s.) “Allah mahlûkâtı yaratmadan evvel rahmetinin gazabına sebkat ettiği, onun önünde olduğu yazılıydı.”buyurmuştur (Buhârî, Tevhid 55; Müslim, Tevbe 15) .
Hadislerde ifade edilen rahmetin gazaba galebe çalması veya rahmetin gazabı geçmesi, Allah’ın rahmetinin taalluku itibariyledir. Herhangi bir şeye Allah’ın rahmetinin taalluku, gazabının taallukundan öncedir. Çünkü rahmet Allah Teâlâ’nın zâtının şanıdır. Gazaba gelince o kulun işlemiş olduğu bir cürüme binâen gelir.
Resulü Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, yeryüzüne bir parçasını indirmiştir. İşte mahlûkât bu bir parçadan dolayı birbirlerine merhamet ederler. Hatta at (bazı rivayetlerde “hayvan” geçmektedir), yavrusuna basmamak için tırnağını (ayağını) kaldırır.”
Nevevî (v. 676 h.) bu hadislerle ilgili şunları söylemiştir: Alimler Allah’ın gazabıyla rızasının irâde sıfatına râci olduğunu söylemişlerdir. İtaat eden kuluna sevap vermek dilerse buna rıza; isyan eden kuluna azap vermeyi dilerse buna da gazap denilmiştir. Buradaki öncelik ve galebe çalmaktan murad, Allah’ın rahmetinin çokluğu ve şumûludur. (Nevevî, XIIV, 74) .
Merhametli Olmaya Teşvik:
Resulüllah (s.a.s.) mü’minleri, bir çok hadis-i şeriflerinde kâinattaki canlı-cansız her varlığa karşı merhametli olmaya teşvik etmiştir. Bunlardan birisinde şöyle buyurulmuştur:
“Allah merhametli olanlara rahmetle muamelede bulunur. Öyleyse sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semada bulunanlar da size merhamet etsinler…” (Tirmizî, Birr 16) .
Hadiste “merhametli olanlar” ve “merhamet edin” ifadelerinin mutlak bırakıldığı dikkat çekmektedir. Kime veya kimlere merhametli olanlar diye bir kayıt getirilmemiştir. Demek ki bütün mahlûkâta karşı merhametli olma tavsiye edilmektedir. Yeryüzünde bulunan sâlih-fâcir bütün insanlara, ehlî-vahşî bütün hayvanlara, canlı-cansız bütün varlığa merhamet söz konusudur ki, bütün mahlukata merhametle muamele edenlere, Allah’ın rahmet edeceği vurgulanmaktadır. Allah’ın rahmetle muamelesi, bol bol ihsanda ve ikramda bulunma ve afvetme, mağfiret etme şeklinde anlaşılmalıdır. Ancak burada merhamet etme Kitap ve Sünnet’le kayıtlıdır. Kitab’a ve Sünnet’e aykırı davrananlara, cezayı gerektirecek cürüm işleyenlere merhamet edilmez. Onlara cezalarının verilmesi rahmete ters değildir. Aksine toplumun selameti ve haksızlığa uğrayanların haklarının iadesi için bunların yapılması gerekir.
Hadiste ifade edilen göktekilerden maksat meleklerdir. Çünkü onlar mü’minlere istiğfar eder. Nitekim ayet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:
“Arşı taşıyan ve etrafında bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih ederler. O’na iman edenler, mü’minler için de; ‘Rabbimiz Senin ilmin ve rahmetin her şeyi kuşatmıştır, tevbe edip Senin yolunda gidenlere mağfiret et, bağışla, onları cehennem azabından koru!’ diyerek mağfiret talep ederler.” (Mü’min, 40/7) .
Hadis şârihleri, kişinin şefkat ve merhamet duyacağı şeyler arasında kendi nefsini de zikrederler ve en başta kendi nefsinin yer aldığını, diğerlerinden önce nefsine merhamet etmesi gerektiğini belirtirler. Hatta kişinin başkalarına göstereceği merhamet de kendisine dönmektedir. Zira ayet-i kerîmede “İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz.” (İsrâ, 17/7) buyurulmaktadır (İbn Hacer, X, 455) .
Merhamete teşvik konusunda yine Resûlullah (s.a.s.) “Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmetiyle muamele etmez.” (Buhârî, Edeb 27) ve “Merhamet, ancak şakînin (ebedî hüsrana uğramış) kalbinden çıkarılır.” buyurmaktadır. (Ebû Dâvûd, Edeb 66) .
Şakî, ebedî hüsrana uğrayan, uhrevî saadetini kaybedendir. Şakî hükmü, ancak imandan mahrum olan kimse hakkında verilebileceğine göre, burada şakî ile küfre düşen kimse kastedilmiş olmalıdır. Tîbî (v. 743 h.) konuyla alakalı şunları söylemektedir: Çünkü mahlûkâta karşı merhamet, kalbin bir rikkatidir. Kalpteki rikkat imanın alâmetidir. Öyleyse kim bu rikkatten nasipsiz ise şakîdir. (Canan, VI, 279).
Resûlullah (asv)’ı, torunlarından birini öperken gören Akra’ ibn Hâris “Benim on tane çocuğum var, hiçbirini de öpmemişimdir.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) Akra’ ibn Hâris’e “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fedâil 65.) Başka bir rivayette de bir bedevî (bu şahsın da Akra’ ibn Hârîs olabileceği söylenmektedir, bk. İbn Hacer, X, 444) Resûlullah (asv)’a “Sizler çocuklarınızı öpüyorsunuz, bizler ise çocuklarımızı öpmeyiz.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (asv) “Senin kalbinden merhamet alınmışsa ben ne yapabilirim!” diyerek taaccübünü ifade etmiştir (Buhârî, Edeb 18) .
İbnu Ebî Cemre (v. 695 h.) bu hadisi “Başkasına herhangi bir iyilik yapmayan kimseye hiç sevap hasıl olmayacaktır” şeklinde yorumlamıştır. Zira ayet-i kerîmede “İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir!?” (Rahmân, 55/60) buyurulmaktadır. Öyleyse hadisten şu manaları çıkarabiliriz: “Kimde dünyada iken imanın merhameti yoksa, ona rahmet edilmez.” veya “Kim Allah’ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçmak suretiyle nefsine merhamet etmezse, Allah da ona rahmet etmez, çünkü Allah nezdinde ona verilmiş bir vaad, bir garanti mevcut değildir.”
İbn Mes’ud’dan gelen bir rivayette merhametli olmanın, kâmil imanın rüknü sayıldığını görmekteyiz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Ashabına “Merhametli olmadıkça iman etmiş sayılmazsınız.” Ashab “Bizler merhametli insanlarız.” dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) “Bu (dediğiniz) merhamet, birinizin kendi arkadaşına gösterdiği merhamet değildir. Şüphesiz (benim kastettiğim) merhamet, bütün insanlara ve her şeye karşı merhametli olmaktır.” buyurdular (Heysemî, VIII, 187) .
Çocuklara merhamet etmenin önemi konusunda Resûlullah (asv)’ın buyurduğu“Küçüklerimize (çocuklarımıza) merhamet etmeyen bizden değildir.” (Tirmizî, Birr 15) sözü, her zaman için olduğu gibi, çocukların büyüklerinden yeterince ilgi ve alaka görmediği çağımızda daha bir önem arzetmektedir.
Allah’ın Yüz Rahmet Yaratması:
Resulü Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, yeryüzüne bir parçasını indirmiştir. İşte mahlûkât bu bir parçadan dolayı birbirlerine merhamet ederler. Hatta at (bazı rivayetlerde “hayvan” geçmektedir), yavrusuna basmamak için tırnağını (ayağını) kaldırır.” (Buhârî, Edeb 19) . Benzer hadislerde Allah’ın, yüz rahmetinin doksan dokuzunu kıyamet günü için ayırdığı, yeryüzüne indirdiği bir rahmetle insanlar, cinler, hayvanlar ve böceklerin birbirlerine merhamet ettiği, bu rahmetle annelerin yavrularına şefkat ettiği, vahşî hayvanların ve kuşların birbirlerine acıdıkları anlatılmaktadır (Müslim, Tevbe 19-21) .
Nevevî (v. 676 h.) bu tür hadislerin Müslümanlar için ümit ve müjde veren hadisler olduğunu vurgulamaktadır. Alimler, şu imtihan dünyasında yeryüzüne indirilen bir parça rahmetten insanlara hidayet kaynağı olacak Kur’ân, hayat istikameti kazandıracak namaz ve kalplerine rahmet gibi nimetler verilirse, karâr ve mükâfât diyârı olan ahiretteki Allah’ın yüz rahmetini bir düşünmeli, demişlerdir (Nevevî, XIIV, 74) .
Sahîh-i Müslim şârihlerinden Übbî, bu taksimin Allah’ın rahmetinin çokluğundan kinâye olduğunu ifade etmiştir. Bununla beraber bu taksimin rahmet çeşitlerinin gerçek taksimi olması da muhtemeldir. Buna göre rahmetin diğer çeşitlerini Allah bilir.
Bu hadislerin birer temsilden ibaret olduğunu söyleyenler de vardır. Zira Allah’ın rahmeti sınırlı değildir. Bu yüzden de taksimi kabil olmaz. Bu hadisler, bize verilen rahmetin azlığını, Allah nezdinde olanın da çokluğunu anlatmaktadır (Davudoğlu, XI, 101) .
Hadiste hayvanların içerisinden atın seçilmesi, vurgulanmak istenen rahmete en güzel örnek olduğu içindir. Çünkü at, ehlî hayvanlar içinde en sert, en haşin olanıdır; çok hızlı hareket eder. Bununla beraber yavrusuna bir zarar vermemek için ayağını kaldırır (İbn Hacer, X, 447) .
Sıla-i Rahimle İlgili Hadisler:
Sıla; atıyye, şefkat ve merhamet manalarına gelir. O, Allah Teâlâ’nın kullarına bir ihsanı ve bir rahmetidir. Sıla-i rahim ise, akrabayı ziyaret ederek hallerini sormak, gerekirse yardımlarına koşmak, uzakta iseler iletişim vasıtaları ile onlarla görüşmek, selam göndermek suretiyle aradaki bağların kopmamasına dikkat etmektir. Akrabalarla alakayı koparmak manasına gelen kat-i rahim ise büyük günahtır. (Aynî, XVIII, 129)
Konuyla ilgili hadislere geçmeden önce sıla-i rahimin ehemmiyetini ifade eden ayet-i kerîmeye temas etmekte fayda var. Nisâ Sûresi’nde geçen ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar dünyaya getiren Rabbinizden korkun; kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir.” (Nisâ, 4/1)
Rahim kelimesi sevgi, merhamet, şefkat ve acıma mânâsını anlatır ve bunlar, kadınlığın yaratılışının temel taşlarıdır. Bundan dolayı kadınlara acımak, şefkatle muamele etmek, şeref ve haysiyetlerini yaratılışları gereğince korumak; tecavüzden, evlenme gayesini bozacak yakışıksız şeylerden korumak; aile fertleri, çocukları; genel olarak akraba ve hısımlar hakkında da akrabalık inceliğine yaraşan nazik ve çekici bir sevgi beslemek gerekmektedir. Bütün bunlarda Allah korkusu esas kabul edilip iyi ve kötüyü bu açıdan düşünmek ve bundan dolayı bu ilişkilerde ne erkeğin ne kadının yaratılış hikmetine ve neslini devam ettirme gayesine aykırı olan hırs ve nefse ait kibir, ne de akrabaların Allah’ın emrine aykırı arzu ve meyiller göz önüne alınmalıdır. Her hususta Allah’ın hükmünün yerine getirilmesi lüzumuna göre hareket edilmelidir. “Rabbinizden korkun” ifadesi, genel olarak insanlar arasındaki umumi kardeşliğin bozulmasından ve erkekle kadın arasındaki cinsel meyillerin kötüye kullanılmasından; “Allah’tan korkun” ifadesi de aile ve akraba haklarının ve ilişkilerinin bozulmasından sakınmayı kapsamaktadır (Elmalılı, II, 1276-1278) . Bu konuda pek çok hadis-i şerif vardır. Bunlardan bazılarını ele alacak ve açıklamaya çalışacağız.
Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:
“Allah mahlûkâtı yarattıktan sonra rahim ayağa kalkıp (Allah’a yönelerek) şöyle demiştir: Bu makam, sıla-i rahimi kesenlerden Sana sığınanın makamıdır. Allah Teâlâ: “Evet, istemez misin sıla-i rahimi yapanlara ihsan edeyim, sıla-i rahimi kesenlere de ihsanımı keseyim. Rahim, evet yâ Rabbî öyle yap dedi. Allah Teâlâ, senin bu dileğin yerine getirilecek buyurdu.” Resûlullah (s.a.s.) bundan sonra (Ashaba yönelerek): İsterseniz şu ayeti okuyunuz:
“Demek ki ey münafıklar! Siz işbaşına geçecek olursanız, ülkede fesat çıkaracak, nizamı bozacak, akrabalık bağlarını parçalayacaksınız!” (Muhammed, 47/22) buyurdu (Buhârî, Edeb 13; Müslim, Birr 16) .
Diğer bazı hadislerde de rahimin arşa tutunduğu ve “Beni gözetene (sıla-i rahimi yapana) Allah ihsanda bulunsun, beni gözetmeyip sıla-ı rahimi kesene Allah ihsanlarını kessin.” (Müslim, Birr 17) dediği rivayet edilmektedir.
Sıla-i rahim, akrabalık bağı yanında komşuluk bağı, arkadaşlık bağı, insaniyet bağı gibi beşerî bağları da ifade eder. Şu halde hadis bu bağın, rahmet eseri olarak insanlar arasına konmuş, rahmetle kenetlenmiş şekilde irtibatlı olan bir bağ bulunduğunu, dolayısıyla rahmetin asıl sahibi Rahmân’la bağlı olduğunu ifade ediyor. Resûlullah (asv)’ın buradaki beyanına göre, gereğini yerine getirerek bu bağı koruyan, Allah’ın rahmetiyle irtibatını koruyor demektir; gereğini yapmayarak, bu sıla-i rahmi koparan da Allah’ın rahmetinden kopmuş olmaktadır (Canan, VI, 279) .
İbn Ebî Cemre’ye (v. 695 h.) göre sıla, malla yardım etme, ihtiyaçları giderme, zararlardan koruma, güleryüz ve dua etmekle olur. Kısacası sıla, akrabaya imkan olduğu nispette hayırda bulunma, güç yetirebildiği ölçüde kötülükleri onlardan uzak tutmadır. Akraba, mü’min ise böyle yapılır. Akraba eğer başka bir dinden ise veya dinsiz ise o kimseye nasihat etme, dini anlatma maksadıyla sıla yapılabilir. Eğer kabul etmezse gıyabında dua etmekle onunla bağlar korunmuş olur (İbn Hacer, X, 432) . Zira dinimiz mü’min olmayan yakınlarımızla bile irtibatın devam ettirilmesini istemektedir.
Esmâ binti Ebî Bekr’in müşrik olan annesi, kendisini ziyarete gelmişti. O da Resûlullah (asv)’a, annesiyle görüşüp-görüşmeme konusunu sormuş, Resûlullah (asv) da annesiyle görüşebileceğini ifade etmişti. (Buhârî, Edeb 7) .
Süfyan ibn Uyeyne, dinimizden olmayan yakınlarla alakayı devam ettirme konusunda“Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen kafirlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmekten, adalet ve insaf gözetmekten menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.” (Mümtahine, 60/8) ayetini delil olarak göstermiştir (Buhârî, Edeb 7) . Yine Hz. Ömer, Resûlullah (asv)’ın, bir başkasına hediye etmesi için gönderdiği elbiseyi henüz Müslüman olmamış kardeşine hediye etmiştir. (Buhârî, Edeb 9) . Bu durum onun müşrik kardeşiyle beşerî münasebetlerini devam ettirdiğini gösterir.
Hadiste geçen “sicne”, ağaçlarda, diğerleriyle kenetlenmiş damara veya vadilerdeki ince yola denir. Hadiste, insanlar ve yakınları arasındaki beşerî-manevî bağlara Cenâb-ı Hakk’ın ne kadar ehemmiyet verdiği, husûsen Rahmân vasfıyla Rahimin nasıl yakın bir ilgi ve alaka içinde bulunduğu ifade edilmektedir. Hadis, sanki rahim, Rahmân’dan ayrılmadır, Rahmân’ın bir parçasıdır manasında bir tefhim ile onun ehemmiyetini belirtmeye çalışmıştır. Hadis, Rahim kelimesinin Rahmân kelimesiyle aynı kökten geldiğini belirtmiş, bu müşterekliğin de, rahimin ehemmiyetini kavramada yardımcı olabileceğine dikkat çekmiştir (İbn Hacer, X, 431-432) .
Şârihler, rahimin arşa tutunması ve Allah Teâlâ ile konuşmasının bir darb-ı mesel ve istiâre-i temsîliye olduğunu söylerler (Aynî, XVIII, 129) . Kâdi Iyaz’a (v. 544 h.) göre rahim, hısımlık ve nesepten ibarettir, bunları ana rahmi bir araya toplar ve birbirine ekler. Rahimden ayağa kalkmak ve konuşmak beklenemez. Bu hadislerden maksat, akrabalarını ziyaret edip onlarla alakayı koparmayanların şanını yüceltmek ve faziletlerini ifade etmek; akrabayla alakayı kesenlerin işledikleri günahın ne kadar büyük olduğunu anlatmaktır (Nevevî, XIV, 347-348) .
Yukarıda verdiğimiz hadislerden başka Resûlullah (asv)’ın ifade buyurduğu bazı sözleri de sıla-i rahimin ehemmiyetini ifade etmektedir. “Sıla-i rahimi kesen cennete giremez.” (Buhârî, Edeb 11) , “Her kim rızkının bollaştırılmasını ve ecelinin geciktirilmesini isterse sıla-i rahimini yapsın.” (Buhârî, Edeb 12) bu hadislerden bazılarıdır.
Akraba ziyaretini kesenin cennete girememesi, bunu helal sayması itibariyledir. Akrabayla alakayı koparmayı helal itikad eden kimse kafir olur ve ebediyyen cennete giremez. Bir kimse böyle bir itikadda bulunmuyor, fakat akrabayı da ziyaret etmiyorsa bu kimse, cennete ilk girenlerle beraber giremeyecek, cehennemde cezasını çektikten sonra cennete girecektir (Davudoğlu, X, 498) .
Rahmetle Nitelendirilen Bazı Hususlar:
Allah Teâlâ, nübüvveti (Bakara, 2/105) ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’i (Enbiyâ, 21/107) rahmetle tavsif etmiştir.
Hz. Aişe (r.anha) Resûlullah’tan tâûnu sorunca O (s.a.s.): “Tâûn, Allah’ın dilediği kullarına gönderdiği bir azabıdır. Mü’minler için ise Allah onu bir rahmet yapmıştır. Tâûn bölgesinde olan bir kimse, Allah’ın yazdığından başka bir şeyin (hastalık, musîbet, ‘tâûn’) kendisine bir zarar vermeyeceğini bilerek sabredip o yerde kalırsa, Allah ona (öldüğü takdirde) şehid sevabı verir.” (Buhârî, Tıb 31) şeklinde izah etmiştir.
Hadisten de anlaşıldığı gibi tâûn bölgesinde hastalığın yayılmaması için Resûlullah (asv)’ın belirttiği şekilde kalıp, sonra ölen kimseye şehit sevabı verilmektedir. Bu mü’minler için geçerlidir. Allah’ı inkar edenlere gelince onlar için tâûn bir azaptır, ahiretteki azaplarından önce bu dünyada verilmiş bir azap. Mü’minlerden isyankâr kullara gelince İbn Hacer, “Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, iman edip güzel ve makbul işler yapanlara yaptığımız muameleyi, kendilerine de göstereceğimizi, hayatlarında ve ölümlerinde onları bir tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne kötü, ne yanlış bir muhakeme!” (Câsiye, 45/21) ayet-i kerîmesinden hareketle (İbn Hacer, X, 203) tâûnun onlar hakkında şehâdet hükmüne geçmeyeceği görüşündedir.
Resûlullah’ın (s.a.s.) beyanlarında cennet (Buhârî, Tevhid 25) , yağmur (Müslim, İstiskâ 14) , cemaat olma (toplumun birlik ve beraberlik içinde bulunması) (Müsned, IV, 278, 375) ve birinin ölümü üzerine akan gözyaşının (Buhârî, Cenâiz 32, 43) rahmetle nitelendirildiğini görmekteyiz.
Rahmetle nitelenen bu hususlardan bazıları neticesi itibariyle rahmettir. Meselâ yağmur, bitkilerin yetişmesi, toprağın sulanması, barajların suyla dolması v.s. gibi neticeleri itibariyle rahmettir. Bu konuya Râzî (v. 606 h.) temas eder ve şunları söyler:
Hadiseler iki kısımdır. Birincisi, rahmet olmadığı halde rahmet sanılan, fakat hakikatte bir azap ve belâ olan hadiselerdir. İkincisi, hakikatte bir lütuf, ihsan ve rahmet olduğu halde bir azap ve ceza olduğu sanılan hadiselerdir (Râzî, I, 233) .
KAYNAKLAR
1. Ahmed b. Hanbel, Müsned.
2. Ahmed Şerbâsî, Mevsûatü lehü’l-esmâü’l-hüsnâ, Beyrut, 1402/1981.
3. Aynî, Ebû Muhammed Bedruddîn Mahmûd b. Ahmed, Umdetü’l-kârî, 1392/1972.
4. Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahih-i Buhârî.
5. Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, İstanbul.
6. Davudoğlu, Ahmet, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul, 1977.
7. Ebû Davud, Süleymân b. el-Eş‘as es-Sicistânî, Sünen-i Ebî Davud.
8. Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul.
9. El-Heysemî, Ali b. Ebî Bekr Nurettin, Mecmau’z-zevâid ve menbau’l-fevâid, Beyrut, 1967.
10. İbnü’l-Esîr, Mecdüddîn el-Cezerî, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser, Beyrut.
11. İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, Kahire, 1409/1988.
12. İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Muhammed b. Necîbiddîn, Lisânü’l-Arab, Beyrut, 1414/1994.
13. Müslim, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, Sahih-i Müslim.
14. En-Nevevî, Ebû Zekeriyâ Yahya b. Şeref, Şerhu Sahîh-i Müslim, Beyrut, 1408/1987.
15. Er-Râğıb el-İsfahânî, Müfredâtü elfâzı’l-Kur’ân, Beyrut, Dımaşk, 1412/1992.
16. Er-Râzî, Ebû Abdillah Fahruddîn Muhammed b. Ömer, et-Tefsîrü’l-kebîr, Beyrut.
17. Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, Sünen-i Tirmizî.
Bir önceki yazımız olan Allah yarattığı kullarını niçin cehenneme atıyor ve neden musibetlere bırakıyor? başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.