Yer ve gökyüzü sayfalarına dikkatle bakan kimse açıkça anlar ki ,sonsuz bir kudret ve zenginlik sahibi birisi var. Kendisinin en küçük kalbî ihtiyacını görmekle beraber, güneş sistemindeki yıldızları da o ayakta tutuyor. Trilyonlarca canlının hemen her gün rızkını o, temin ediyor. Bitkilerin yağmur ihtiyacını o karşılıyor; denizin, derinliğindeki balıkları o besliyor.
Aynı güç ve kudret, yüz sene önce adı bile olmayan bir insanı, yokluktan varlık âlemine çıkarıyor. Dokuz ay, anne karnında terbiye ediyor, ruhuna uygun bir elbise veriyor. Bütün hayat seyri içerisinde, tüm ihtiyaçlarını o karşılıyor. Güneşi gözüne, gıda maddelerini midesine, havayı ciğerlerine göre o terbiye ediyor.
Bütün bu fiiller, bu nimetler inanan ve inanmayan için, itaat ve isyan eden için değişmiyor. Hava, oksijen aracılığı ile hem müminin, hem de kâfirin kanını temizliyor. Bu durum, ilk insanın var olduğu günden bu yana böyle devam ediyor.
Beşerin bütün ihtiyaçlarına cevap veren şu kâinat, insana yaptığı bu kadar yardıma karşılık, onun hiçbir şeyine muhtaç değil. Yani kâinat insandan değil, insan kâinattan istifade etmektedir. Hakikat bu iken, kâinatın yaratıcısı hakkında nasıl böyle bir soru sorulabilir?
Evet, ibadetin anlamı, Allah’ın lütuf ve yardımıyla, rahmet ve cömertliği ile vermiş olduğu sınırsız nimetlere karşı kulun, şükür ve hamt ile karşılık vermesidir. Onu takdis ve tespih etmesidir. Kulun, bu şükür borcunu yerine getirmesine, Allah’ın muhtaç olduğu, nasıl düşünülebilir?
Hem ibadet, kulun Allah’ın dergâhına ihtiyaçlarını arz etmesi, ona dua ile yalvarmasıdır.Bu yakarışla, insan kalbi ve ruhu her türlü elem ve kederden kurtulup, sürura ve rahata kavuşur. Buna ise -haşa- Allah değil kul, muhtaçtır.
Hem ibadet, insanın kişisel olgunluk ve erdemine, ruhunun huzuruna, ulvî hislerinin tatmin ve yücelmesine, nefsin terbiyesine, kalbin tasfiyesine, ahlâkın güzelleşmesine, aile hayatının ahengine ve sosyal hayatta güven ortamının oluşturulmasına son derece gerekli bir unsurdur.
İşte her yönüyle insana dönük olan ibadetin, her şeyin kendisine muhtaç olduğu bir zata; “O zatın ibadete ne ihtiyacı var?” diye sormak; sarayın kapısı önündeki bir dilencinin, “Padişahın, benim kendisine el açmama ne ihtiyacı var?” diye sormasına benzer…
Kaldı ki, Allah insanlara ibadet yapmayı emretmeseydi, kullar, bu kadar nimet ve lütuf karşısında yine hamt ve şükretmeliydi. Dünyada, birtakım sebepler aracılığı ile kendisine ihsanda bulunan Allah’a karşı, sebep perdesini yırtıp, doğrudan doğruya Ona yönelmesi, minnettarlığını ona ifade etmesi, onu yegâne mabut tanıması insanlığının gereğidir.
Bir önceki yazımız olan Allah'ta ruh ne demektir? Rûhî = ruhum, rûhih = ruhu, ruhuna/ruhana/ruhina = ruhumuz, Ruhullah, Ruhumuzdan üfledik, ondan bir ruh, gibi ifadeler nasıl anlaşılmalıdır? başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.